İklim krizinin etkilerinin her geçen arttığı, atılan ve atılacak her yanlış adımın geri dönülmez sonuçlar doğurduğu günlerden geçiyoruz. Ancak Türkiye, bu gerçeği gözmeden geliyor.
IPCC’nin yayınladığı 6. Değerlendirme Raporu’na göre iklim krizi her zamankinden daha çok öldürüyor. Ancak Türkiye ve dünya bu bilimsel gerçeğe sırt çeviriyor. İklim Şurası gibi büyük bir fırsat kömürden uzaklaşma rotası çizmezken çözüm değil yıkım getiren nükleer enerjide ısrar sürüyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) Altıncı Değerlendirme Raporu’nun ikinci bölümü bugün (28 Şubat 2022) yayınlandı. Yeni rapor, iklim krizinin insanlık, evlerimiz, geçim kaynaklarımız ve bağlı olduğumuz ekosistemler üzerindeki daha da yıkıcılaşan etkilerini açık bir şekilde ortaya koydu.
Rapor, uyum, azaltım, ve zararlar gibi iklim eylemi gündemleri açısından çok önemli. Çünkü rapor, Paris İklim Anlaşması tarafı ülkelerin, kasım ayında Mısır’da düzenlenecek COP27 iklim Zirvesi öncesinde güncelleme sürecinde oldukları ulusal katkı beyanları açısından önemli bir uyarı niteliği taşıyor. Raporun öne çıkan saptamaları şöyle:
- İklim krizinin riskleri ve etkileri oldukça hızlı belirginleşiyor ve pek yakında hepimizi çok daha kötü vuracak. Ekosistemler üzerindeki etkisi ve kapsamı önceki değerlendirme raporlarında yapılan tahminlerden çok daha büyük ölçekte gerçekleşiyor.
- Kara ve deniz ekosistemlerinde geri dönüşü olmayan kayıp ve zararların sayısı giderek artıyor. Küresel çapta türlerin yarısı göç halinde ve bugüne kadar yüzlerce yerel tür tükendi.
- Yılın belirli bir döneminde dünya nüfusunun neredeyse yarısı su kıtlığını tecrübe ediyor. Artan hava ve aşırı iklim olayları milyonlarca insanın şiddetli derecede gıda güvencesizliğine maruz kaldığını ve güvenli suya erişim olanaklarının kısıtlandığını gösteriyor.
- İklim krizi hepimizi vuruyor ancak bazılarımız bundan daha çok etkileniyor. Afrika, Asya, Orta ve Güney Amerika, Küçük ada ülkeleri ve kutup bölgelerindeki insanlar iklim adaletine en çok ihtiyacı olanlar.
- 2008 yılından beri, başta fırtınalar ve seller olmak üzere, aşırı hava olaylarından zarar gören, her yıl ortalama 20 milyon insan iç göçe yönelmek zorunda kalıyor.
- Geçtiğimiz 10 yılda, kuraklık, seller ve fırtınalardan kaynaklanan ölüm oranı iklim krizine karşı yüksek kırılganlık gösteren bölgelerde 15 kat daha fazla
- Afrika, Orta ve Güney Amerika, Küçük Ada Ülkeleri ve Kutuplar iklim krizine karşı kırılganlık anlamında küresel anlamda sıcak noktalar. Buralarda yaşayan sayısı yaklaşık olarak 3,3 ile 3,6 milyar arasında değişen topluluklar iklim krizine karşı aşırı kırılgan şartlar altında yaşıyor.
- Küresel anlamda adaptasyon eylemleri artsa ve çoklu faydalar sağlasa da, bu konuda ilerlemeler adil bir şekilde dağılmıyor. Gözlemlenen adaptasyon uygulamaları daha çok sektörel bazda, küçük ölçeklerde, dağınık, bugün ve yakın geleceğin etkilerine cevap veriyor ve uygulamadan daha çok planlamaya odaklanıyor.
- Mevcut politika ve bütçe planlama pratikleri iklim krizinin etkileri karşısında uyum ve risk tahminleri başlığına yeterli önemi vermiyor. Bu durum çok daha fazla insan ve yapıyı tehlikeye atıyor. Son değerendirme raporundan bugüne, önemli yerleşim alanlarında ve kentlerde insan kaynaklı iklim krizinden zarar görenlerin sayısı gittikçe yükseliyor.
Dolayısıyla bu kritik, belirleyici yıllarda yapacağımız seçimleri şekillendirmek için bilim camiasının bir araya gelmesi; bizi nelerin beklediğine ve iklim krizinin diğer krizlerle nasıl etkileşime girdiğine dair bağlantılı bir resim oluşturması her zamankinden daha önemli.
İnsanlık İçin Kırmızı Kod
İnsanlık için Kırmızı Kod’u hatırlıyor musunuz? Bu, dünyanın en önemli iklim bilimcilerinin bir araya geldiği Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) uyarı niteliği taşıyan raporuydu. 2021’in Ağustos ayında yayınlanan rapor, iklim sistemimize neler olduğunun ve gerekli önlemler alınmazsa neler yaşanacağının bir özetiydi. Bilim insanları aynı uyarıyı yenilemeye devam ediyor.
Peki biz iklim krizine karşı Türkiye’de yeterli önlemleri alıyor muyuz?
Şuradan kömürden çıkışa dair bir rota çıkmazken doğalgaza ve yıkıcı nükleerin artırılmasına yeşil ışık yakıldı.
Türkiye, İklim Krizinin Ateşini Körüklüyor!
Türkiye 2021’in Ekim ayında Paris Anlaşması’nı TBMM’den geçirmiş ve onaylamıştı. Bu adımı takiben 2053 Net Sıfır Emisyon hedefine ve Yeşil Kalkınma programına odaklanan, iklim değişikliğiyle mücadelede Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadeli strateji, eylem, politika ve mevzuatların altyapısını oluşturacak İklim Şurası, 21 – 25 Şubat tarihleri arasında Konya’da gerçekleşti.
Geniş bir katılımla organize edilen şuradan, Türkiye’nin iklim kriziyle mücadelede anlamlı ve kabul edilebilir bir strateji ve eylem planı çıkması beklenirken sonuç hayal kırıklığı oldu. Şûra’dan kömürden çıkışa dair bir rota çıkmadı aksine doğalgaza ve yıkıcı nükleerin artırılmasına yeşil ışık yakıldı. Çevre, Şehircilik ve iklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un üst üste vurguladığı, gençlere miras bırakılacak bir ülke hayali, ortak çekilen fotoğraflarda kaldı çünkü gençlerin “2030’da kömürden çıkış” talebi göz ardı edildi. İlgili komisyonun mutabakata vardığı karar değiştirilerek kömürde kademeli azaltım kapsamı çıkarıldı ve yerine, kömürde karbon yakalama ve doğalgaz ve nükleerin artırılması ifadeleri getirildi. Böylece Türkiye, TBMM’de onaylayarak kabul ettiği Paris Anlaşması’nın omurgasını oluşturan direkt emisyon kesintisine bir kez daha sırt çevirdi.
Hiçbir bahane, kömürden çıkış için acilen karar alınmasını geciktiremez ve geciktirmemeli.
Nükleer Enerji, İklim Krizine Çözüm Değil
İklim Şurası’nda, kömürden çıkış talebi metinlerden çıkarılırken tam da şura’nın sona erdiği gün, Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi, TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Şubat başlarında Avrupa Birliği’nin nükleer enerjiye vize vermesi üye ülkeleri ikiye bölmüşken nükleer enerjinin neden alternatif bir enerji kaynağını olamayacağını hemen yanı başımızda alevlenen Ukrayna-Rusya kriziyle tekrar hatırlamak zorunda kaldık. Nükleer reaktörler ve nükleer atıklar her zaman tehlikelidir; ancak silahlı çatışmaların tam ortasında çok daha tehlikeli olurlar.
Ayrıca uygulanabilirlik açısından da nükleer enerji iklim kriziyle mücadelede bir alternatif olamaz. Greenpeace Fransa ofisinin 2020’de hazırladığı bir rapora göre, nükleer enerjinin 20 yıllık bir zaman diliminde gezegenin emisyonlarında yüzde 10 gibi mütevazi bir düşüş yaratması için bile, bu 20 yıl boyunca her hafta bir nükleer reaktörün devreye girmesi gerekirdi. Nükleer enerji, iklim krizine asla bir çözüm olmayacak.
IPCC 6. Değerlendirme raporunun 2. bölümünde bilim insanlarının uyarılarını dikkate almak ve harekete geçmek iklim kriziyle mücadele için atılacak en kritik adım. Hiçbir şeyi bu kadar karmaşıklaştırmak zorunda değiliz. Çünkü zaman tükeniyor ve kaynaklar kısıtlı, iklim krizinin reçetesi ise belli.
Vakit geç olmadan fosil yakıtlardan çıkmalıyız.İklim krizinin ana lokomotifleri olan kömür, petrol ve doğalgaza artık yatırım yapılmamalı. Dünyanın yeşil ve adil bir sistem kurmak için sunduğu kaynaklar zaten yeterli. Yenilenebilir enerji kaynakları açısından Türkiye kadar şanslı olmayan ülkeler bile kömürden çıkış için tarih belirlerken Türkiye’nin bu konuda sessiz kalması kabul edilemez. Hiçbir bahane, kömürden çıkış için acilen karar alınmasını geciktiremez ve geciktirmemeli.