GDO tartışmaları dünyada 30 yıldan fazla bir süredir devam ediyor. GDO’lu ürünlere ülkelerin kültürlerine göre farklılaşan konularda karşı çıkışlar gözlemleniyor. Türkiye, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne 1997’de, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’ne de 2004’te taraf olmasına rağmen Biyogüvenlik Kanunu’nu ancak 2010 yılında yürürlüğe koyabildi. Çevreciler, üreticiler, tüketiciler ve bilim insanlarından oluşan bir koalisyon GDO’ların insan ve çevre sağlığına risklerini, biyoçeşitliliğe olumsuz etkilerini vurgulayarak GDO’lu ürünlerin ekim ve ithalinin yasaklanması için toplumsal bir muhalefet yürütüyor. Dr. Barış Gençer Baykan, Türkiye’de GDO’ların ve ona karşı oluşan toplumsal muhalefetin kısa hikâyesini çıkaran yazısıyla, parça parça bildiğimiz GDO tarihçesini düzgün bir kronolojiye ve sistematiğe oturtmaya çalışıyor. Ama sorun daha bitmedi ve bir yandan da tarih yazılmaya devam ediyor. GDO’ların akibetini, yurttaşlar olarak hep beraber belirleyeceğiz.
Dr. Barış Gençer Baykan
Bildiğiniz gibi Türkiye, Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ni 1992 yılında imzaladı. Sözleşme’ye 1997’de, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü’ne de 2004’te taraf olan Türkiye Biyogüvenlik Kanunu’nu ancak 2010 yılında yürürlüğe sokabildi.
90’lı yıllarda Türkiye’de genetiği değiştirilmiş çeşitlerin tescili, üretim izni, sertifikasyonu ve tüketimi konularında çeşitli tarihlerde çıkarılan talimat ve yönetmelikler dışında kapsamlı bir mevzuat yoktu. 1998 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nca “Transgenik Kültür Bitkilerinin Alan Denemeleri Hakkında Talimat” çıkarıldı ve aynı yıl yerel Tarımsal Araştırma Enstitüleri, tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin genetiği değiştirilmiş mısır ve pamuk çeşitlerini deneme ekimine aldılar. Kamuoyuna bu araştırmaların nerede ve hangi yöntemlerle yapıldığı açıklanmadı. Ayrıca deneme ekimleri sonucunda genetik bulaşma, ürün verimi veya tarım ilaçları kullanımının azalıp azalmadığına dair hiçbir açıklama da yapılmadı. Öte yandan Ziraat Mühendisleri Odası’na göre 1998- 2009 yılları arasında mevzuat boşluğu ve denetim eksikliği yüzünden ABD, Kanada ve Arjantin’den 20 milyon ton genetiği değiştirilmiş soya, mısır ve pamuk ithal edildi.
GDO’lara Toplumsal Muhalefet
Dünyada GDO’lara karşı muhalefetin öncülü olarak kabul edebileceğimiz mücadeleler pestisit (böcek ilacı) kullanımının yasaklanması, toksik atıkların denetlenmesi, endüstriyel tarımın yarattığı çevre kirliliğine dikkat çekmek ve küçük çiftçilerin desteklenmesini talep etmek üzerineydi. Türkiye’de 2004 yılına kadar benzeri mücadelelerin cılız da olsa varlığından söz edebiliriz. 1991’de S.O.S Akdeniz’in Menderes Deltası’nda pestisit kullanımına karşı düzenlediği kampanya, 1995’te yine S.O.S Akdeniz’in Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliği oluşturulurken yayınladığı “Eyvah, Çocuğum Hormonlu Bir Domates” kitapçığı, Ağaçkakan dergisinde yer alan Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne ve Consumers International örgütünün GDO’lara karşı kampanyasına dair haber ve çeviriler bunlardan bazıları. 2003’ün Aralık ayında Fethiye’deki AKÇEP (Akdeniz Çevre Platformu) toplantısında GDO konusunda bir oturum düzenlendi; dünyada ve Türkiye’de GDO’ların mevcut durumu ele alınarak bu konuda bir çalışma yapılması hedeflendi. Beş kişilik bir çalışma grubu iki ay süren bir faaliyet sonunda hazırladığı GDO’larla ilgili “Yaşam Patentlenemez” başlıklı 18 sayfalık metin Şubat 2004’te ilgili kurum, kuruluş ve kişilerle paylaşıldı. Hemen arkasından metin internet üzerinden imzaya açıldı ve Mart ayında 30’a yakın üretici, tüketici ve çevre örgütünün katılımıyla “GDO’ya Hayır Platformu” kuruldu. Platform imza kampanyaları, sokak protestoları ve paneller düzenledi; “GDOlar ve Sağlığımız” ve “Tüketici Rehberi” başlıklı yayınlar yaptı. Ankara’da ve İzmir’de yerel STK’ların katılımıyla eşgüdüm toplantıları düzenlendi. Milletvekilleri aracılığıyla Tarım Bakanlığı’na soru önergeleri verdi, partiler ve bakanlıklar nezdinde lobi faaliyeti yürüttü. Platformun bileşenleri çevre ve tüketici örgütleri, o dönem Biyogüvenlik Kanunu oluşturulmasına yönelik düzenlenen Ulusal Biyogüvenlik Geçici Komitesi toplantılarına katıldı. Devlet Planlama Teşkilatı raporlarına biyogüvenliğin sağlanmasına yönelik savlar iletildi.
GDO’ların Türkiye medyasında büyük çapta yer bulması ise, Mayıs 2004’te uluslararası çevre örgütü Greenpeace’in, Arjantin’den yola çıkan, Global Wind adlı GDO’lu soya yüklü geminin rotasının Türkiye olduğunu ortaya çıkarmasıyla oldu. Gemi Arjantin’den aldığı yükü Brezilya’ya getirirken 4 Mayıs’ta Greenpeace eylemcileri tarafından durdurulmuş ve Paranagua limanına sokulmamıştı. Sivil toplum örgütleri, Türkiye’de GDO’ların yasayla düzenlenmediği ve GDO’lu ürünlerin Türkiye’ye sokulmasının yasadışı olduğuna dair beyanatlar vererek konuyu gündemde tuttular.
Aslında Türkiye’de 2004 yılında gelişen bu hareket Avrupa’daki GDO karşıtı hareketin ikinci dalgasına rastlıyor. İlk dalga protestolar, ABD’de geliştirilen genetiği değiştirilmiş tarım ürünlerinin Avrupa Birliği ülkelerine ihracının başladığı 1996 yılında gerçekleşmişti. Avrupa’da 2003 yılında protestoları başlatan olaysa, 2003 yılında, dünyanın en çok genetiği değiştirilmiş ürün üreten ülkelerinden ABD, Kanada ve Arjantin’in, Avrupa Birliği’nin GDO konusunda uyguladığı politikaların, uluslararası ticaret kurallarına aykırı olduğu gerekçesiyle Dünya Ticaret Örgütü – WTO nezdinde dava açmasıydı. Friends of the Earth International (Yeryüzü Dostları) adlı çevre örgütü dünyada 35 milyon kişiyi temsil eden, aralarında Action Aid Alliance, Public Services International, Public Citizen, The International Gender and Trade Network, Confédération Paysanne, The Indian Research Foundation for Science, Technology and Ecology gibi 350 kuruluşun desteğiyle “WTO – Hands Off Our Food DTÖ – Gıdamızdan Elini Çek” adlı kampanyayı başlattı.
2003-2004 yıllarında dev bir domates balonu, Belçika, İspanya, Hırvatistan, Macaristan, Polonya, Danimarka, Fransa, Hollanda, Almanya, Gürcistan, Kıbrıs, Ukrayna ve Polonya semalarında dolaştı ve dünyada milyonlarca imza toplanarak, ülkelerin ulusal meclislerine ve DTÖ’ye iletildi. Uluslararası GDO ticareti düzenlemelerinde kararların, Dünya Ticaret Örgütü’ne değil, Birleşmiş Milletler Biyogüvenlik Protokolü’ne uygun olarak alınması temel taleplerden biriydi.
Hemen aynı tarihlerde, 2 Ekim-2 Kasım 2004’te, Canavar Domates Kampanyası, Türkiye çapında 15 ilde (İstanbul, İzmit, Bursa, İzmir, Muğla, Denizli, Antalya, Adana, İskenderun, Antakya, Diyarbakır, Tunceli, Trabzon, Samsun ve Ankara) GDO’ya Hayır Platformu, Heinrich Böll Stiftung Türkiye Temsilciliği ve Friends of the Earth Europe’un (Avrupa Yeryüzü Dostları) işbirliğiyle gerçekleştirildi. O yıllarda GDO’lar Türkiye’de sadece üniversite, ilgili bürokrasi ve tarımsal biyoteknoloji şirketlerinin temsilcileri tarafından ele alınıyordu. Platformun temel talepleri, GDO’ların Türkiye’ye girişinin yasaklanması ve Ulusal Biyogüvenlik Yasası’nın bir an önce çıkarılmasıydı. Kampanya boyunca Türkiye’nin her yerinden toplanan 100 bine yakın imza TBMM’ye iletildi. Tarım Bakanlığı’ndan yapılan GDO deneme ekimlerinin kamuoyuna açıklanması, ithal tarımsal ürünlerin denetiminin sıkılaştırılması ve gümrüklerde laboratuvar açılması talep edildi.
Sorunlar ve Çözümler: Küresel, Ulusal ve Yerel
Kampanya öncesi ve sırasında GDO’lar biyoteknoloji, tarım, sağlık, biyoçeşitlilik, çevre ve uluslararası ticaret konularında küresel düzlemde anlamlandırıldı. GDO’ların yaratacağı sorunların küresel olduğu ve ulusötesi aktörlerin farklılaşmış seviyelerde GDO’ların yaygınlaşmasından sorumlu olduğu vurgulandı. Küresel sistem, kapitalizm, ABD, Dünya Ticaret Örgütü, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi, Monsanto, Cargill, Dupont, Syngenta ve Bayer farklı oranlarda sorunun yaratıcıları olarak görüldü. GDO’ları konu alan uluslararası biyoteknoloji müzakereleri, ticaret anlaşmaları, patentlenme süreçleri, fikri mülkiyet davaları ve bilimsel araştırmalar çerçevesinde uluslararası ekonomik ve politik süreçlerin ulusal politikaya olası etkileri değerlendirmeye çalışıldı. Sorunun çözülmesi için yapılması gerekenler ve bunun için yaratılacak strateji ve taktikler daha çok ulusal düzeydeydi. Platformun temel talepleri GDO’ların Türkiye’ye girişinin yasaklanması ve Ulusal Biyogüvenlik Yasası’nın bir an önce çıkarılmasıydı. Bu doğrultuda kampanyaların hedefinde TBMM, dönemin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, daha az ölçüde de Çevre ve Sağlık Bakanlıkları vardı. Kampanya boyunca Türkiye’nin her yerinden toplanan 100 bine yakın imza TBMM’ye iletildi. Tarım Bakanlığı’ndan, yapılan GDO deneme ekimlerinin kamuoyuna açıklanması, ithal tarımsal ürünlerin denetiminin sıkılaştırılması ve gümrüklerde laboratuvar açılması talep edildi.
Sorunun çözülmesi için hangi saiklerle harekete geçilmesine ve eylemlerin nasıl meşru kılınacağına dair söylemler ise ağırlıkla yerel düzeydeydi. Türkiye’de GDO’lu ürün ekimine izin olmadığı ve yasadışı ekim söylentileri de tespit edilemediği için, GDO’lu ürünler herhangi bir yerel bölge ile özdeşlemiş değildi. Kampanya süresince etkinliklerin düzenlendiği tarımsal üretim merkezlerine yakın il ve ilçelerde gerek GDO’ların o bölgeye özgü ortaya çıkabilecek riskleri vurgulandı, gerekse geçmişte olan veya süren çevresel ve tarımsal problemlere değinildi. Örneğin domateste önemli bir üretim merkezi olan Denizli’de GDO’ların yerel domates üretimini ve ihracatını olumsuz etkileyeceği; Adana, Tarsus ve İskenderun’da Çukurova’da yapılan yoğun tarımdan dolayı yaşanan kirliliğin artacağı; Samsun’da yerel tarımsal biyoçeşitliliğin kaybı ve ilde büyüyen organik tarım potansiyelinin GDO’lar yüzünden yitirileceği konuları işlendi ve yurttaşların bu risklere karşı GDO’ların yasaklanmasını talep etmeleri istendi.
Trabzon’da ise toplumsal hafızada hâlâ canlı olan 1986 Çernobil nükleer felaketinin Karadeniz bölgesindeki olumsuz sonuçlarına referans vererek GDO’ların insan sağlığı açısından yaratabileceği riskler vurgulandı. Bursa’da Cargill’in nişasta bazlı şeker üretimi için ABD’den ve Arjantin’den ithal edilen mısırların GDO’lu olma riski daha somut bir mücadele olarak ele alındı ve şirketin tarım arazisine yaptığı işletmenin hukuksuzluğuna dair yürütülen mücadele ile birleşti. Yerel yönetimlerin tarım ve politika oluşturmada gücü olmadığından yerelde yürütülen kampanya ulusal düzeyde karar vericileri etkilemeye yönelikti. Ayrıca yerelde varolan gıda kültürüne de sıkça vurgu yapıldı. Doğal gıdalar, kaybolmaya yüz tutmuş yerel tatlar, gıdaların tarımsal süreçlerine etkisi gibi konuşmalar kampanyanın yapıldığı yerlere göre değişiklik gösterdi. Büyükşehirlerde söylemler tarımsal üretimden tüketime, bilimsel araştırmalara ve bürokrasiye yönelirken. Kampanyanın başladığı İstanbul’da, medyanın da ilgisiyle konu bilim insanlarının eşliğinde tartışıldı. Merkezi İstanbul’da bulunan çevre örgütleri de gıda üzerinden GDO konusunda farkındalığı artırmak için çalıştılar. Kampanyanın son durağı Ankara’da Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na hitaben 1998 yılından itibaren işlenmiş ve hammadde olarak pek çok GDO’lu ürünün, kontrolsüz, denetimsiz, yasadışı yollarla girdiği, 1998-2004 arası altı yıl boyunca Ulusal Biyogüvenlik Komitesi toplantıları düzenlenmesine rağmen Biyogüvenlik Yasası çıkartılmasının sürüncemede bırakıldığı vurgulanarak acil olarak GDO’ların yasaklanmasını içerecek bir Biyogüvenlik Yasası talep ettiler
Biyogüvenlik Kanunu’na doğru
Dört yıllık bir süreçten sonra hala Biyogüvenlik Kanunu çıkmamış olmasından dolayı GDO’ya Hayır Platformu, Mart 2008’de “Biyogüvenlik Hemen Şimdi, Gıda Tohum Haktır” başlıklı bir kampanya açtı. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde 2004 yılındaki ülke turuna benzer bir organizasyon düzenlendi. 2008 Nisan – 2009 Ekim GDO’ya Hayır Platformu Bursa (İnegöl, Eskikaraağaç, Gölyazı, Gemlik), Ankara, İzmir-Dikili, Balıkesir (Erdek, Edremit, Bandırma) İstanbul, Silivri, Tunceli, Gökçeada, Denizli ve Samsun’da Mısır Turu düzenleyerek Biyogüvenlik Kanunu’nun bir an önce oluşturulması için çağrı yaptı. Diğer yandan farklı kitle örgütleri ile beraber 12 ve 19 Nisan 2008 tarihlerinde Ankara’da Biyogüvenlik Çalıştayı düzenledi ve Biyogüvenlik Yasa Tasarısı hazırlayarak Meclis’e sundu. Ayrıca Mayıs 2008’de yine Ankara’da “Gıda Egemenliği ve Biyogüvenlik Forumu” başlıklı forum ve atölye çalışması düzenledi. Uluslararası bir katılımla gerçekleşen çalışmada tohum hakkı, halk sağlığı, gıda egemenliği ve biyogüvenlik konularında çalışmalar yapıldı.
Türkiye’nin biyogüvenlik politikalarının çerçevesi uzun yıllar boyunca talimat ve yönetmeliklerle belirlenmeye çalışıldı. 2009 yılında da henüz Biyogüvenlik Yasası çıkmadan “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” yürürlüğe girdi. Yönetmeliğin amacı, insan yaşamı ve sağlığı, hayvan sağlığı ve refahı, tüketici çıkarları ve çevrenin en üst düzeyde korunması için genetiği değiştirilmiş organizma ve ürünler ile bunları içeren gıda ve yem maddeleri hakkında karar verme, işleme, ithalat, ihracat, izleme, tescil, etiketleme, kontrol ve denetim ile ilgili usul ve esasları belirlemekti. Yönetmelik 20 Kasım 2009, 20 Ocak 2010 ve 28 Nisan 2010 tarihlerinde üç kez değiştirildi. Bu değişikliler GDO’lu ürünlerin bebek mamalarında yer alıp almayacağı, gıda ve yemin GDO’lu kabul edilip edilmemesinde esas alınacak eşik değeri, Biyogüvenlik Kurulu’nda Bakanlık temsilcilerinin yer alıp almayacağı, antibiyotiğe direnç geni taşıyan GDO’lu ürünlerin ithalatının yasaklanmasına ve ürünlerde GDO’suz etiketi kullanılıp kullanılmayacağına dairdi.
Gıdada ve Yemde GDO başvuruları
Kanun yürürlüğe girdikten sonra ilk ithalat başvuruları GDO’lu yemler için yapıldı. Ocak 2011’de Beyaz Et ve Yem Sanayicileri üç GDO’lu soya çeşidinin ithali için Biyogüvenlik Kurulu’na başvurdu ve onay aldı. 2004 yılından itibaren Tarım Bakanlığı ve TBMM nezdinde lobi çalışması yürüten ve kamuoyunda oluşan tepkiyi bu kurumlara yönelten GDO karşıtı hareket, yasa gereği Biyogüvenlik Kurulu’nun hazırladığı bilimsel komite raporlarının Türkiye Biyogüvenlik Bilgi Değişim Mekanizması vasıtasıyla kamuoyu görüşüne açması zorunluluğunu değerlendirerek yurttaşların düşünce ve endişelerini Biyogüvenlik Kurulu’na iletmeye başladı. Ekim 2011’de GDO’ya Hayır Platformu bileşenlerinden Ziraat Mühendisleri Odası ve Greenpeace, kamuoyu görüşü alım tarihi bitmeden Biyogüvenlik Kurulu’na GDO’lu mısır çeşitlerinin ithaline izin verilmemesi için topladıkları 100 bin imzayı ilettiler. Fikir Sahibi Damaklar / Slow Food Türkiye, sosyal medyada Türkiye’nin önde gelen 24 et, süt ve yumurta üreticisine hitaben başlattığı “GDO’lu yem kullanıyor musunuz?” adlı kampanyada tüketicileri bu firmalara yönlendirerek ürünlerinde GDO’lu yem kullanıp kullanmadıklarını sorgulamalarını talep etti. Tepkilere rağmen Aralık 2011’de Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Derneği İktisadi İşletmesi, Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği Derneği İktisadi İşletmesi (BESD-BİR) ve Yumurta Üreticileri Merkez Birliği’nin (YUM-BİR) 13 GDO’lu mısır çeşidi ve ürünlerinin hayvan yemlerinde kullanılması amacıyla yaptığı başvuru kabul edildi.
Yem sanayicilerine GDO’lu yem izninin çıkmasından sonra Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu da, gıda olarak kullanılması amacıyla 29 GDO’lu ürünün ithalatına izin verilmesi için Biyogüvenlik Kurulu’na başvuruda bulundu. Greenpeace, Nisan 2012’de tarım ürünlerinin laboratuvarda üretilen çeşitler haline gelmesi, GDO’ların tohum ve kimyasal ilaç üreticisi çokuluslu şirketlere bağımlılığı artırarak, geleneksel çiftçilikte ve yerel türlerin kullanımında olumsuz etkilere neden olduğunu ileri sürerek “Yemezler” adıyla bir kampanya başlattı ve gıda şirketlerinden markalarına GDO bulaştırmamalarını talep etti. GDO karşıtı hareket ilk dönemde GDO’lu tohum üreten biyoteknoloji şirketlerini hedef alırken Biyogüvenlik Kanunu çıktıktan sonra, dikkatini GDO’lu gıdaları ithal edecek ve ürünlerinde kullanarak pazara çıkaracak gıda şirketlerine yöneltti.
Türkiye’de gıda üreticilerinin, GDO’lar konusunda toplumsal kabul olmamasını gözeterek markalarını GDO’lar ile özdeşleştirmemek için başvurularını kendi adlarıyla değil de kurdukları üst dernek ve federasyonlar adına yapmaları, hukuki açıdan sıkça eleştirildi. Sosyal medya araçlarının etkili kullanımıyla kısa sürede 300 bin imza toplanarak başvuruların geri çekilmesi talep edildi. TGD ise gıda amaçlı 29 GDO’lu genle ilgili başvurusunun sonuçlanmasına bir hafta kala, 15 Ağustos 2012’de geniş toplumsal tepki yüzünden başvurusunu geri çekti. Aynı zamanda Ünak Gıda’nın da gıda amaçlı üç soya başvurusunu geri çekmesiyle gıdada GDO’lu ürün başvurusu kalmadı. Yemde ise, ithali onaylanan ürünlere ek olarak genetiği değiştirilmiş yem olarak kullanılacak üç kolza ve bir şekerpancarı çeşidi ile ethanol olarak kullanılacak 22 çeşit mısır başvurusu yapılmış durumda. Son dönemde sivil toplum örgütlerinin tepkisini çeken nokta ise, GDO’lu yemlerle beslenmiş hayvanlardan elde edilen ürünlerin etiketlenmesine dair bir mevzuat olmamasıydı. Tüketicinin seçme hakkının korunmadığı ve tüketilen gıdaların içeriğinin bilinmemesine dair bu boşluk hakkında, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, et, süt, yumurta ve peynir gibi hayvansal ürünlerin GDO’lu yemle beslenmiş hayvanlardan elde edilmesi halinde etiket koşulu getirileceğini ifade etmişti.
Anlaşılan o ki, önümüzdeki dönem sivil toplum çabaları GDO’lu yemlerle beslenen hayvanların ürünlerinin etiketlenmesi üzerine yoğunlaşacak. Toplumsal baskı GDO’lu gıda başvurularını geri çektirdi. Bakalım GDO’lu yemlerde sonuç ne olacak?
EKOIQ Dergisi Ocak 2013 Sayı: 25