“Bir de Gençler Harekete Geçerse…”
Kömürden Kaçış’ın bir başka önemli nedeni de, sivil toplum baskısı. Dünyanın her tarafında, gerek iklim değişikliği, gerek hava kirliliği ve sağlık sorunları nedeniyle kömüre ve termik santrallere karşı giderek yükselen bir yurttaş baskısı oluşuyor. Ülkemizde de durum çok farklı değil. 350.org’dan Cansın Leylim Ilgaz Türkiye’de kömür karşıtı hareketlerin genel profilini çiziyor, atılması gereken adımları ve STK’lara düşen rolleri anlatıyor.
Türkiye’deki kömür madeni-santralı direniş hareketlerine dair gözlemleriniz, saptamalarınız nelerdir? Hangi bölgeler, hangi dürtü ve motivasyonla harekete geçiyor. Bu hareketlere katılımın yapısına dair ne söyleyebiliriz? Bölgesel farklar var mıdır?
Türkiye’de madencilik eskiden beri en riskli iş grubu olarak var olsa da, madenler ve santrallara tepkiler bölgelere göre çok farklı olabiliyor. Örneğin Bartın Amasra’da madene istihdam nedeniyle sıcak bakılırken, kurulması planlanan termik santrala tepki çok büyük. Çevre köylerin hepsi termik santrala karşı, karşıtlığını vurgulamayan azınlık ise madendeki, santralların inşaatındaki işlerini kaybetme korkusundan mustarip. Öte yandan Soma’da santrala karşı çıkan da çok var, şirket tarafından santralda iş vaadi ile ikna edilmiş, madende yerin altında güvenliksiz çalışmaktansa, adeta bir fabrikaymışçasına istihdam imkanı gibi yanlış lanse edilen santrallarda çalışma umudu ile kurulmasını isteyenler de var. Oysa Amasra’da ve Çanakkale’de görüldüğü üzere inşaatlarda çalışan Çinli işçiler oluyor. Santrallar kamuoyuna sunulduğu kadar istihdam imkanı sunmuyor. Aliağa’daki mevcut ve kurulması planlanan santrallara karşı mücadele ise özellikle turizm cenneti çevre bölgelerden geliyor. Santralların dumanına maruz kalan Foçalılar, Aliağa’nın çevre belediye başkanlarının da desteklediği mücadelelerine geniş düzeyde devam ediyor. Sadece santralların kendisine değil, endüstriyel atık bölgelerinin, santral atıklarının, kömür tozunun depolandığı cüruf alanlarının da Foça ormanlarının ortasında açık bir yara gibi büyümesine karşı çıkıyorlar. Her fırsatta kömürün insan kaynaklı iklim değişikliğine etkisini vurguluyorlar. İskenderun’da ise kömür kaynaklı sağlık sorunları çok ciddi bir endişe olarak ortaya çıkıyor. Mücadele de bunun üzerinden şekilleniyor. Hukuki süreçlerin takipçisi olmakla kalmayıp, aktif olarak planlanan ve var olan santrallara dava açarak mücadele ediyor, bir yandan da kömürlü termik santralların çevrelerine verdiği yıkıcı sağlık etkisinin verilerle Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanması için uğraş veriyorlar.
Yani Türkiye’de mücadele veren topluluklar konuyu her açıdan takip ediyor ve “buraya yapılmasın da ne olursa olsun” demeden, ülkenin hiçbir yerinde, gezegenin hiçbir yerinde kömürün bir enerji kaynağı olarak kullanılmaması için seslerini yükseltiyor.
Kömür mücadelesi dünyada olduğu gibi Türkiye’de on yıllara yayılan köklü bir gelenek neredeyse. Geçmişten bugüne alınan dersler ya da günümüz mücadelesine fayda sağlayan tecrübeler neler olabilir?
1994 yılında Aliağa’da ilk termik santral kurulması gündeme geldiğinde 50 bin İzmirli 60 km boyunca el ele tutuşarak bir insan zinciri oluşturmuştu. Termik santralın yapımı önlendi fakat endüstriyel bölgenin kurulması ve şu anki duruma varış engellenemedi. Tek bir şirketin tek bir santral planından ziyade, devlet politikası olarak kömürün kullanılması mücadele için önümüzdeki en büyük engel. Belediye başkanları cüruf alanlarına karşı protestolarda en önde yer alabiliyor. Fakat aynı bölgede izinler de onlardan çıkıyor. O bölgelerin suyuna salınan zehir için, atığının boşaltılması için verilen izinler de aynı kişilerden ise o zaman onlardan beklentimiz sadece eylemlerde omuzdaşlık göstermeleri değil. Bunları da eylemlerden sonra mücadele bileşenleri kendi arasında değerlendiriyor. Hep daha fazla insanı mücadeleye dahil etmenin yolları aranıyor.
Hedef kitlemiz kim? Kimi neye ikna etmeye çalışıyoruz? Halk olarak biz bunu istemiyoruz, devleti biz oluşturuyoruz dediğimizde ÇED toplantılarında sesimizi duyurabiliyor muyuz? Raporlarına geçiyor mu? Konuştuğumuz sözleri gerek ana akım gerek alternatif medya kanalları ile muhataplarına duyurabiliyor muyuz? İş vaadi ile kandırılan insanlarla düzenli bir iletişim kurarak derdimizi anlatabiliyor muyuz? Bu soruların cevaplarını ararken derslerimizi de almış oluyoruz.
STK’ların bu hareketlerdeki rolünü nasıl değerlendirirsiniz, olumlu ve varsa olumsuz-eksik taraflarıyla?
STK’lar dediğimizde eğer ulusal ve uluslararası çevre hareketlerinden bahsediyorsak, en olumlu tarafının Türkiye’deki yerel mücadeleleri küresel bağlamın içine alması ve bu izolasyon halinden bir nebze de olsa uzaklaştırması benim kişisel kanaatim. Bu da iklim değişikliği anlatısı ile oluyor. Asgari müştereğimiz; iklim değişikliği hepimizi etkiliyor. Kömür de diğer fosil yakıtlar gibi insan kaynaklı iklim değişikliğinin en büyük sebebi. Sağlık, tarım, turizm, balıkçılık kömürlü termik santralların çevrelerine saçtığı kül ve kirlilik nedeniyle çevredeki halkın doğrudan etkilendiği konular. STK’lar, aynı konuların iklim değişikliği ile de ayrıca geri döndürülemez şekilde etkileneceğinin altını çiziyor, çözüm için önerileriyle, alternatif senaryolarıyla geliyor. Yöre halkının mücadelesinin ulusal düzeyde yankı bulmasına önayak olabiliyor. Hukuki, bilimsel konularla ilgili bilgi beslemesi yapabiliyor. İhtiyaç duyulan konularla ilgili atölyeler, tecrübe paylaşımları yapabiliyor.
STK’lar çoğunlukla sınırlı kapasite ile birçok konuda çalışma yürütüyor. Yerel hareketlerin mücadelelerinde başrolü kısa bir süreliğine alıp, oranın mücadele konusuna dikkat çekmeyi başarabilse de, o bölgeden çıktığında yerel hareketin mücadele motivasyonunda ciddi bir düşüş, terk edilmişlik hissi yaşanabiliyor. Beklentileri karşılıklı olarak, omuzdaşlığın başından itibaren doğru belirlemek ve sınırlı olan kapasiteyi ihtiyaç duyulan yere zamanında yönlendirebilmek için mobil tutabilmek önemli.
Bu hareketlerin karşılaştığı engelleri nasıl tarif edersiniz?
Yakın zamanda Bursa’daki Dosab Termik Santral Karşıtı Platform’un yaşadığı gibi yıllarca süren mücadelelerle ÇED raporları mahkeme kararıyla iptal edildikten sonra zafer kutlamaya hazırlanan halk, sanki bir şey olmamış gibi aynı santral planı için tekrar bir ÇED sürecine sokulabiliyor. Aliağa’da bir bilirkişi raporu bölgenin santral açısından uygunsuz olduğu kararını verirken bir sonraki uygun diyebiliyor. Bir doktor olarak meslek yeminine sadık kalarak halk sağlığını korumak adına kömür karşıtı bir eylemin broşürünü hastasına verdiği için Dr. Hüseyin Güven’e soruşturma açılabiliyor. Bir şirketin madeninde çalışanlar, aynı şirketin köyüne yapmak istediği santral planına karşı çıktığı için işinden olabiliyor. Üstelik kömürün girdiği yerde tarım, turizm, balıkçılık devam edemediğinden halk, kömürün maddi getirisine muhtaç hissedebiliyor.
Hareketlerin kendi içindeki eksikler-sorunlar ne olabilir? Amaç, araçlar, aktörler vs. gibi hangi noktalar geliştirilmeye ihtiyaç duyuyor?
Hareketlerin içindeki en büyük eksiklik; gençler. Dijital medyayı kullanan, bilgiyi en hızlı yayan, teknik bilgiye sahip olanlar genelde hareketlerin içinde yok. Bence bunun dışındaki bütün konular her şeyde olduğu gibi geliştirmeye açık olsa da şu anda oyunu değiştirecek şey gençlerin konuya aktif katılımı olacaktır.
Bu konulara dair yurtdışı ile bir karşılaştırma yapmam mümkün müdür? Örnek alınacak vakalar var mıdır?
Tüm dünyada bu konuda mücadele devam ediyor. Dünyanın en büyük kömür ihracatçısı Avustralya’da kömür madenciliği ile geçimini sürdüren köylerde dahi kömür karşıtı direniş var. Sadece kendi arka bahçesinde değil, gezegende kömür yakılmasını istemeyen bir hareket söz konusu. Almanya’da insanlar kömür madenlerini bloke ediyor, sivil itaatsizlik ile en azından birkaç gün kömür çıkartılmasını engellediklerinde bile kazanım elde etmiş oluyorlar. Amerika’da Keystone XL petrol hattı yerel hareketlerin birleşip mücadele etmesi ile engellendi. Tabii Türkiye’nin politik atmosferi ile bahsi geçen ülkelerinki oldukça farklı olduğundan karşılaştırma yapmak her zaman kolay olmuyor.