Araştırma

Türkiye’nin Ekosistem Hizmetleri Yaklaşımı Deneyimi

Ekosistem hizmetleri yaklaşımının sahada tam anlamıyla uygulamaya dökülebilmesi için Türkiye özelliklerine uygun, sağlam bir kavramsal/metodolojik çerçevenin kurulması, kurumsal/entelektüel kapasitenin geliştirilmesi ve samimi bir siyasi iradenin varlığı olmazsa olmaz.

Yazı: Esra BAŞAK, Nuket İpek ÇETİN, Armağan Aloe KARABULUT, Can VATANDAŞLAR

Yirminci yüzyılın sonlarında doğaya ve ekolojik süreçlere yapılan çok boyutlu müdahalelerin insan refahı üzerindeki etkilerinin daha iyi anlaşılmasını sağlamak üzere “ekosistem hizmetleri” kavramı ortaya çıktı. Ekosistem hizmetleri kısaca, insanların ekosistemlerin işleyişi sonucu doğrudan ya da dolaylı yollarla sağladıkları faydalar bütünüdür. Bu faydalar, tespit edilmesi ve ölçümü kolay ve elle tutulabilir ürünler olabileceği gibi, kavramsallaştırılması ve sayısallaştırılması meşakkatli soyut çıktılar halinde de olabilir. Örneğin, balıkçılık faaliyetleriyle Marmara Denizi’nde bir sezonda avlanan istavritin miktarı ve piyasa değeri kolayca tespit edilebilen somut faydalardan biri iken bir ormanda yapılan doğa yürüyüşü insanlarda ruhsal ve terapötik etkiler yaratarak insan refahında soyut değerler üretir.

Ekosistem Hizmetleri Uluslararası Ortak Sınıflandırma Sistemi’nin (CICES), (1) Üretim Hizmetleri, (2) Düzenleme Hizmetleri ve (3) Kültürel Hizmetler olmak üzere üç ana grup altında sınıflandırdığı ekosistem hizmetleri; ekosistemlerdeki karmaşık ekolojik süreç, döngü ve etkileşimlerle oluşan tüm hammadde, ürün ve servisleri içeriyor (Şekil 1). 1997 yılında Robert Costanza ve bir grup bilim insanı tarafından yapılan araştırmanın sonucuna göre yeryüzündeki tüm bu ekosistem hizmetlerinin toplam değeri yaklaşık 33 trilyon$/yıl düzeyindeyken bu değer aynı zamanda dünyanın doğal sermayesine (natural capital) de işaret ediyor.

Ekosistem hizmetlerinin insan refahındaki etkinliğinin anlaşılmasıyla birlikte bilim dünyasının yanı sıra iş dünyası ve kamusal otoriteler arasında da oldukça popüler bir kavram haline gelirken Binyıl Ekosistem Değerlendirmesi (MEA, 2005) ile birlikte uluslararası karar vericilerin gündemine de girdi. Böylelikle biyoçeşitliliğin korunması, doğal kaynak kullanımı ve yönetimi, ekosistem tabanlı yönetim ile çevresel karar alma süreçlerinde ekosistem hizmetleri yaklaşımından sıklıkla faydalanılmaya başlandı. BM Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD), Aichi Biyoçeşitlilik Hedefleri, BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (özellikle SDG14/15), Dünya Bankası Refah Muhasebesi ve Ekosistem Hizmetlerinin Değerlemesi (WAVES), AB Yeşil Mutabakat ve AB Biyoçeşitlilik Stratejisi (2030) bu süreçte öne çıkan uluslararası stratejiler olarak ülkemizde de farklı bilim ve politika alanlarında ekosistem hizmetleri yaklaşımının yer edinmeye başlamasını tetikledi. Türkiye’nin bu konudaki deneyimi, Ekosistem Hizmetleri Ortaklığı Türkiye Ulusal Ağı (ESP Turkey) tarafından hazırlanan ve Haziran 2022’de Science of the Total Environment dergisinde yayımlanan makalede ortaya konuluyor. Ulusal ve uluslararası hakemli dergilerden gri literatüre (teknik rapor, resmi doküman vs.) uzanan toplam 247 yayının analiziyle oluşturulan ulusal ölçekteki değerlendirmede, günümüze dek Türkiye’de yürütülmüş olan tüm ekosistem hizmetleri çalışmaları; kapsam, metodoloji, çalışma alanı özellikleri ve uygulanabilirlik açısından incelendi. Bu yazıda, söz konusu makalede öne çıkan bulgu ve sonuçlar özetlenmeye çalışıldı.

Türkiye’deki Ekosistem Hizmetleri Çalışmalarına Genel Bakış

Esra Başak ve bir grup bilim insanının yeni makalesinin bulgularına göre geçmiş dönemlerde farklı terminolojiler kullanılarak ekosistem hizmetleri yaklaşımına atıfta bulunan birtakım çalışmalar olmasına karşın terim olarak “ekosistem hizmetleri”nin ulusal literatürde yer edinmesi ancak 2010’lu yıllardan itibaren başladı. Bu dönemden başlayarak hızla ivme kazanan çalışmaların çoğunlukla akademik girişimlerin öncülüğünde yürütüldüğü, son yıllarda ise artan bilim-politika işbirliklerine bağlı olarak kamu politikaları, sektörel kalkınma stratejileri ve eylem planlarına dahil edildiği söylenebilir. Tablo 1’de listelenen ve ekosistem hizmetleri kavramına doğrudan ya da dolaylı değinen ulusal politika belgelerinden de anlaşılacağı üzere Türkiye’nin doğal kaynak ve biyoçeşitlilik zenginliğine de bağlı olarak iklim değişikliği, ormancılık, biyoçeşitliliği koruma ve korunan alan yönetimi ekosistem hizmetleri yaklaşımının ilişkilendirildiği birincil kamu politikalarıdır.

Ekosistem hizmetleri konusunda Türkiye’de yürütülen uygulama araştırmaları incelendiğinde ise çalışmaların %50’sinde Düzenleme Hizmetlerine odaklanıldığı, Üretim (%28) ve Kültürel Hizmetlerin (%22) ise birbirine oldukça yakın ağırlıkta ele alındığı görüldü. Düzenleme Hizmetleri kapsamında ön plana çıkan çalışmaların sırasıyla; iklimin düzenlenmesi, yaşam döngüsünün idamesi/habitat oluşturma, katı ve sıvı akışları odağına aldığı tespit edildi. Bu durum ülkemizin hassas coğrafyasının yanı sıra özellikle Akdeniz ve Ege Bölgelerinde günümüzde etkileri her gün daha çok belirgin hale gelen ve gelecek için ciddi riskler yaratan iklim değişikliği, uyum (adaptasyon) ve azaltım (mitigasyon) konularındaki zaruri öncelikleri yansıtıyor. İklim değişikliği etkilerinin bir sonucu olarak tarım sektöründe rekolte kaybı, su kıtlığı, mevsimlerde kayma, aşırı hava olayları gibi birçok olumsuzluğun yaşandığı/yaşanabileceği vurgulanıyor ve ekosistem hizmetleri çalışmalarında çoğunlukla bu risk veya olumsuzluklara bağlı oluşan gıda güvenliği konusu ön plana çıkıyor.

Öte yandan Türkiye’nin dağlık arazi yapısı ve düzensiz yağış rejiminin de neden olduğu doğal afetler, özellikle Karadeniz Bölgesi’nde sel, heyelan, çığ ve taşkın gibi olaylar sıklıkla can kayıplarına yol açıyor. Ulusal ölçekte su erozyonuyla kaybolan toprak miktarının Avrupa ülkelerine nazaran çok daha yüksek düzeylerde gerçekleşmesi, “katı ve sıvı akışların düzenlenmesi hizmetine” ekosistem hizmetleri çalışmalarında daha çok odaklanılmasının esas nedeni. Başta verimli ormanlar olmak üzere mera, çayır, makilik/fundalık gibi doğal bitki örtüsüne sahip ekosistemler verimli üst toprak katmanını bir battaniye gibi örterek toprağı yağmur sularının ve yüzeysel su akışının aşındırıcı etkisinden korur. Normal kapalılıktaki ormanların (tepe tacının toprağı örtme derecesi > %10) erozyonla meydana gelen toprak kaybı miktarını çıplak saha koşullarına göre %95’e varan oranlarda azaltabildiğini gösteren ampirik ve modelleme çalışmalarının da ulusal ekosistem hizmetleri literatüründe mevcut olduğu görüldü.

Üretim Hizmetleri açısından ise besin maddeleri, odun üretimi ve su kaynakları ülkemizde en çok çalışılan ekosistem hizmetleri. Orman meyveleri, mantar, çayır otları, dağ keçisi, tavşan, bıldırcın, keklik, zeytin/zeytinyağı gibi beslenme amaçlı kullanılan kaynakların ön plana çıkması, Türkiye’nin zengin bir floraya sahip olmasıyla ilişkilendirilebilir. Ülkemizde doğal olarak yetişen 10 binden fazla bitki türünün neredeyse 1/3’ünün endemik olduğu, bu türlerin önemli miktarının tıbbi ve aromatik nitelik taşıdığı biliniyor. Anadolu’nun üç fitocoğrafik bölgenin (Avrupa-Sibirya, Akdeniz ve İran-Turan) kesişiminde yer alması, makro gen merkezlerini kapsaması ve ayrıca binlerce yıllık bir tarımsal üretim sistemine sahip olması ve ülkemizde ticari öneme sahip tahıl ve bahçe bitkilerinin ıslahı ve kitlesel üretimi, besin maddesiyle ilgili ekosistem hizmetleri çalışmalarını artırmış olmalı.

Odun üretimiyle ilgili ekosistem hizmetleri çalışmalarındaki ağırlık ise ülkemizdeki araştırmaların büyük bir bölümünün orman ekosistemlerinde gerçekleştirilmiş olmasıyla ilişkili. Yüzölçümünün %30’a yakını ormanlarla kaplı olan Türkiye’de (toplam orman alanımızın %40’tan fazlasının boşluklu kapalı –bozuk– yapıda olduğu da unutulmamalı), ormancılık sektörü ve ormancılık eğitiminin kökleri 19. yüzyıla kadar uzanır. Bu yönüyle hem orman teşkilatının hem de orman fakültelerinin köklü kimliği ve kurumsal hafızası mevcut. Diğer yandan, orman varlığımızın büyük bölümü doğal kökenli olup kadimden bu yana doğal gençleşme yoluyla günümüze ulaştı. Dolayısıyla ülkemiz ormanlarının 450’den fazla ağaç ve çalı türünü barındırmasının yanı sıra özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki doğal yaşlı, çok tabakalı, karışık orman kaynaklarıyla daha da zenginleşen biyoçeşitlilik unsuru, araştırmacıları orman ekosistem hizmetleri hakkında çok boyutlu araştırmalara yöneltti (Şekil 2). Ayrıca, iklim değişikliği açısından hassas ve kırılgan bir karaktere sahip Akdeniz orman ekosistemlerinde yürütülen ekosistem hizmetleri çalışmalarının da son yıllarda arttığı tespit edildi.

Öte yandan son yıllarda orman yangınlarının artan şiddet ve frekansının yanı sıra iklim senaryolarının ortaya koyduğu riskler, çoğunlukla kızılçam ormanlarının alt tabakasında yer alan sert yapraklı orman formasyonunun (orman çalıları, makilikler, garig/frigana) sahip olduğu yüksek biyoçeşitlilik değeri gibi faktörler de göz önünde bulundurulduğunda, Akdeniz Bölgesi’nde yürütülecek ekosistem hizmetleri çalışmalarının yakın gelecekte daha da artacağı öngörülebilir. Son olarak Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ekosistem hizmetleri konseptini orman amenajman planlarına entegre etmeye dönük çalışmalara hız vermesi (Tablo 1), orman ekosistem hizmetlerinin yasal ve yönetsel bağlamda zemin kazanmasının önünü açan ilk adımlar olarak değerlendirilebilir.

Ulusal ölçekte ekosistem hizmetleri çalışmaları mekânsal bağlamda değerlendirildiğinde (Şekil 2) ulaşılan en temel bulgu; uygulamalarının genellikle metropolitan kentlerin yakın çevresinde, Göller Yöresi ile Karadeniz Bölgesi’nde yoğunlaştığı. Uygulamaların büyükşehirlerde kümelenme nedenlerinden biri, hızlı nüfus artışı ve yoğun kentleşme oranlarına bağlı olarak kentsel ekosistem hizmetleri ile insan refahı/kentsel yaşam kalitesi arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılması adına giderek artan ilginin yanı sıra yoğun nüfusun yaşadığı büyükşehirlerde kentsel ekosistem hizmetlerine olan talebin etkin karşılanabilmesi için akılcı politikalar üretebilme arayışına dayanıyor. Ayrıca güçlü araştırma kuruluşları, üniversiteler ve kamu kurumlarının bu bölgelerde konumlanmış olması yine uygulamalarda bu bölgelerin öne çıkmasını teşvik ediyor. Söz konusu kurumlardaki araştırmacı ve uygulamacılar çoğunlukla zaman ve bütçe kısıtı nedeniyle kent etki alanları ve yakın çevresindeki bölgelerde araştırmalar yapmayı öncelikle tercih ediyorlar.

Göller Yöresi’nde gerçekleştirilen çalışmalardaki yoğunluk ise hidrolojik ekosistem hizmetlerine (besin materyal ya da enerji için kullanılan yerüstü su kaynakları, su kalitesi, taban akışlarının kontrolü) olan ilgiyle açıklanabilir. Türkiye Batı Palearktik Bölge’de su zengini ülkelerden biri olarak anılsa da aşırı sulama, iklim değişikliği ve yoğun HES’ler sonucunda su kaynakları üzerindeki baskının giderek arttığı da bir sır değil.

Eksiklikler/Darboğazlar

Çalışmanın bulgularına göre;

  • Türkiye’de ekosistem hizmetleri çalışmalarının çok az ya da hiç yürütülmemiş olduğu yöreler (kısmen İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) ve ekosistem tipolojileri (bozkır, çalılık, makilik) bulunuyor ve ileriki uygulamalarda bu eksiklikler öncelikli uygulama noktaları olarak değerlendirilmeli.
  • Ekosistem hizmetleri çalışmaları sonucu üretilen bulgu ve çıktıların karar alma süreçlerinde dikkate alındığına dair güçlü emareler bulunmuyor.
  • Ulusal literatürde ekosistem hizmetleri kavramını karşılayan standart, sistematik ve tutarlı Türkçe terminoloji gelişmedi. Araştırma kapsamında incelenen ve ekosistem hizmetleriyle doğrudan ilişkili birçok çalışmada dahi “ekosistem hizmetleri” yerine farklı terimler kullanıldığı görülüyor. (örn. çevresel servis, ekolojik hizmet, orman fonksiyonu, ekosistem değeri, doğal kapital, doğal fayda vd.)
  • Ekosistem hizmetleri yaklaşımının Türkiye’deki işletme yönetimi ve özel sektör paydaşlarıyla (örn. madencilik vb.) neredeyse hiç ilişkilendirilmediği belirlendi.
  • Gelişmiş ülkelerde ekosistem hizmetleriyle ilgili araştırmalar güçlü STK ve çok uluslu girişimler (MEA, TEEB, IPBES vd.) tarafından temsil edilirken ülkemizde akademik camianın ağırlığı söz konusu.
  • Türkiye’deki çalışmaların yalnızca %30’u katılımcı bir yaklaşımla (paydaş analizi, atölye çalışmaları, uzman anketleri vb.) gerçekleştirildi.
  • Toplam çalışmaların %71’i yerel ölçekle (<100 km2) sınırlanan vaka araştırmaları. Geriye kalan çalışmalar bölgesel, ulusal ölçekli ya da sınır aşan çalışmalar.
  • Çalışmaların yaklaşık 1/4’ü korunan alanlarda gerçekleştirildi. Koruma statüsü olan alanlarda orman ekosistemleri yönünde yanlılık bulunuyor.
  • Çalışmaların çoğunluğu (%85) doğaya ve ekosistemlere insan merkezci (antroposentrik) perspektifle yaklaşıyor.
  • Çalışmaların çoğu tek bir ekosistem hizmetini ya da hizmet grubunu ele alıyor. Tekil ekosistem hizmetleri arasındaki sinerji ve ödünleşmeleri (trade-offs) dikkate alan araştırmaların oranı az (%24). Ekosistem hizmetleri ülkemizde nispeten yeni bir araştırma alanı olsa da gerçekleştirilen çalışma sayısının giderek artması umut verici. Ayrıca, ekosistem hizmetlerinin tanımlanması, korunması, izlenmesi ve değerlendirilmesi gibi konuların son yıllarda resmi politika ve sektörel eylem planlarında kendine yer bulması da oldukça sevindirici. Ancak, Tablo 1’de de kısmen yer verilen resmi strateji ve hedeflerin kağıt üzerinde kalmaması gerekiyor. Ekosistem hizmetleri yaklaşımının sahada tam anlamıyla uygulamaya dökülebilmesi için Türkiye özelliklerine uygun, sağlam bir kavramsal/metodolojik çerçevenin kurulması, kurumsal/entelektüel kapasitenin geliştirilmesi ve samimi bir siyasi iradenin varlığı olmazsa olmaz. Bu sayede, çevreyle ilgili karar alma süreçleri güçlendirilerek ülkemizin hassas ekosistemleri ve onların sunduğu çoklu ekosistem hizmetlerinin sürdürülebilirliği garanti altına alınabilir.
 Referanslar

Costanza, R., d’Arge, R., de Groot, R., Stephen F., Grasso, M., Hannon, B., Limburg, K., Naeem, S., O’Neill, R.,V., Paruelo, J., Raskin, R.G., Sutton, P., van den Belt, M., 1997. The value of the world’s ecosystem services and natural capital. Nature, 387: 253-260.

MEA, 2005. Millennium Ecosystem Assessment–Ecosystems and Human Well-being: Synthesis. Island Press, Washington, DC.

About Post Author