Türkiye’de iklim alanında çalışmalar yürüten ve kendi alanında uzmanlığa sahip 15 sivil toplum kuruluşu, iklim adaletini temel alarak İklim Ağı çatısı altında buluştu. İstanbul’da düzenlenen tanıtım toplantısıyla kamuoyuna duyurulan İklim Ağı, iklim kriziyle mücadelede bilime dayalı gerçekçi hedeflerin ve ulusal politikaların geliştirilmesine katkı sağlamayı amaçlıyor.
Elif YAŞAR ÖZYÜREK
Türkiye’nin iklim krizi ile mücadelesini güçlendirecek politikaların geliştirilmesi amacıyla kurulan İklim Ağı, 9 Ocak günü, İstanbul’da düzenlenen bir toplantı ile kamuoyuna tanıtıldı. Türkiye’nin İklim Ağı; Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe), Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, ClientEarth, Doğa Derneği, Greenpeace Türkiye, Hukuk Doğa ve Toplum Vakfı (HUDOTO), İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği (İDPAD), İklim için 350 Derneği (350 Türkiye), Mekanda Adalet Derneği (MAD), Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA), Temiz Hava Hakkı Derneği (THHD), Türetim Ekonomisi Derneği, TEMA, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA Vakfı), WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ve Yeşil Düşünce Derneği (YDD) kuruluşlarının katılımıyla kuruldu.
Tanyeli Behiç Sabuncu: “İklim Krizi Bizi Geri Dönülmez Bir Noktaya Doğru Götürüyor”
İklim Ağı’nın iklim ve doğa koruma alanında çalışan 15 sivil toplum örgütünün çabalarıyla kurulduğunu belirten WWF-Türkiye İklim ve Enerji Programı Müdürü Tanyeli Behiç Sabuncu, Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik etkin politikaları daha yüksek sesle talep etmek üzere bir araya geldiklerini dile getirdi.
İklim değişikliğinin karmaşık etkilerinin gezegenimiz üzerindeki şiddetinin her geçen yıl artan biçimde kendini gösterdiğini söyleyen Sabuncu, “Bu etkilerin ülkemiz de dahil olmak üzere çeşitli coğrafyalar ve toplumlar üzerinde yol açtığı çok boyutlu sonuçlar bir kriz halini aldı. Ve bizi geri dönülmez bir noktaya doğru götürüyor. Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) verilerine göre geçtiğimiz 10 yıl, kaydedilen en sıcak dönem oldu. 2023 yılında küresel ölçekte yok olan buzulların büyüklüğü Tuz Gölü’nün beş katına eşit” dedi.
“Gezegenimiz Kritik Eşik Olan 1,5 Dereceye Doğru İlerliyor”
Birbirini tetikleyen çok sayıda unsurun her yıl daha büyük kayıplara yol açtığını vurgulayan Sabuncu, “Yalnızca 2024 yılında dünyanın çeşitli bölgelerinde; Avrupa’da, Afrika’da, Güney Amerika’da yaşanan sellerin 7 milyon insanı etkilediği tahmin ediliyor. Diğer yandan küresel ısınma şimdiden 1,2 dereceyi geçmiş durumda ve gezegenimiz kritik eşik olan 1,5 dereceye doğru ilerliyor. 2023 yılında rekor seviyeye ulaşan seragazı emisyonları, 2024 yılında artmaya devam etti. Karbon bütçemiz hızla daralırken ülkenin iklim hedefleri ve politikaları bizi 2,7 derecelik bir ısınma politikasına götürüyor” şeklinde konuştu.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) öngörülerine işaret eden Sabuncu, şunları söyledi: “Böyle bir senaryoda önümüzdeki 25 yıl içerisinde küresel ölçekte tarım alanlarının %10’u kaybedilebilir. 80 milyon insan açlık riskiyle karşı karşıya kalabileceği gibi diğer yandan aşırı sıcaklar, yetersiz beslenme ve bulaşıcı hastalıklar sonucu yılda 250 bin insan hayatını kaybedebilir.”
“İddialı Ara Hedeflere İhtiyaç Var”
Türkiye’nin dünyanın en büyük 20 ekonomisinden biri ve küresel ölçekte en fazla emisyona neden olan 14. ülke konumunda olduğunu ifade eden Sabuncu, bu konunun, hem uluslararası topluma hem de iklim krizinin etkilerine karşı kırılgan grupta olan vatandaşlarımıza karşı çifte sorumluluk içerdiğini sözlerine ekledi.
“İklim krizini kontrol altına almak ve yıkıcı etkilerini önlemek için yapmamız gerekenler belli” diyen Sabuncu; her yıl artmaya devam eden seragazı emisyonlarını mutlak olarak azaltmak, tüm politikalara azaltım hedeflerini dahil etmek, enerji sektöründe kömür başta olmak üzere fosil yakıtları terk etmek, bu kapsamda kimseyi geride bırakmayacak adil enerji geçişini temin etmek şeklindeki önerileri sıraladı.
Sabuncu, Türkiye’nin 2053 net sıfır vizyonunun hayata geçirilebilmesi için iddialı ara hedeflere ve bu hedefleri takip edecek katılımcı, tarafsız ve bilime dayalı yönetişim süreçlerine ihtiyaç olduğunun altını çizdi.
Berna Balcıoğlu: “İklim Krizi Karşımıza Bir Adalet Sorunu Olarak Çıkıyor”
İklim krizinin yalnızca gezegeni ve ekosistemi etkileyen bir sorun olmadığını belirten TEMA Vakfı Çevre Politikaları ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkan Yardımcısı Berna Balcıoğlu, “İklim krizi toplumun tüm kesimlerini, farklı kesimlerini ise farklı şekilde etkiliyor. Hatta kırılgan grup dediğimiz, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine en fazla ve orantısız biçimde maruz kalan kesimlerini orantısız biçimde etkileyerek karşımıza bir adalet sorunu olarak da çıkıyor. Bu noktada Türkiye’nin iklim değişikliği politikalarına etki etmek, bu politikaların geliştirilmesine yön vermek, katkı sunmak amacıyla iklim adaleti temelinde ilerlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve 15 kurum olarak ortaklaştığımız nokta da bu” dedi.
“Türkiye’nin iklim hedefleri doğrultusunda bizim en büyük talebimiz başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan çıkılması” şeklinde konuşan Balcıoğlu, “Fosil yakıt kullanımı seragazı emisyonlarına sebep olmakla birlikte ciddi şekilde hava kirliliğine de neden oluyor. Hava kirliliğinin ciddi halk sağlığı sorunlarına yol açtığını biliyoruz. Ve bu durum toplum sağlığını, insanların barınmasını, gıda hakkını, su hakkını ve yaşam hakkını tehdit eden bir kriz olarak karşımıza çıkıyor” dedi. Bir araya gelmelerinin en büyük sebeplerinden birinin adaletin en temel prensiplerinden biri olan kapsayıcılık ve katılımcılık anlayışı olduğunu vurgulayan Balcıoğlu, 2025 yılında yürürlüğe girmesi planlanan İklim Kanunu taslağını da ele aldı.
“İklim Ağı’nın Etkili Bir Taraf Olacağına İnanıyoruz”
İklim Kanunu taslağının, iklim değişikliğiyle etkin bir mücadele için gerekli azaltım ve uyum hedeflerini içermediği değerlendirmesinde bulunan Balcıoğlu, iklim krizinin çok katmanlı bir sorun olması nedeniyle iklim politikalarının oluşturulma süreçlerinde kapsayıcı yaklaşımların ele alınmasının hayati önem taşıdığını anlattı. Dolayısıyla sivil toplumun sürece dahil edilmesi gerektiğine dikkat çeken Balcıoğlu, bu çerçevede, uzman sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte oluşturulan İklim Ağı’nın Türkiye’nin iklim politikalarının geliştirilmesinde etkili bir taraf olacağına inandıklarını aktardı.
İklim değişikliğinin tüm dünyanın gündeminde olduğuna vurgu yapan Balcıoğlu, gezegenin yok oluşa gitmesi ya da artık bir dönüşümün başlaması gibi bir ikilemle karşı karşıya kalındığını ifade etti. Balcıoğlu, “Unutmamalıyız ki, iklim adaletinin sağlanabilmesi için iklim krizinden etkilenen tüm kesimlerin politika oluşturma süreçlerine aktif olarak dahil edilmesi gerekiyor” diye konuştu.
İklim Ağı’nda bir araya gelen sivil toplum kuruluşlarının kendi alanlarında altyapıları bulunan ve uzmanlaşmış kurumlardan oluştuğunu belirten Balcıoğlu, bu çeşitliliğin, İklim Ağı’nı zenginleştireceğini söyledi.
Panelde, Türkiye’nin İklim Politikaları Değerlendirildi
Konuşmaların tamamlanmasının ardından toplantı “Türkiye’de İklim Politikalarına Bakış: 2024 yılı Değerlendirmesi ve 2025 yılından Beklentiler” başlıklı panel ile devam etti. Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) İklim ve Enerji Politikaları Kıdemli Koordinatörü Özlem Katısöz’ün moderatörlüğünü üstlendiği panelde, Yeşil Düşünce Derneği Proje Koordinatörü Özge Doruk ve Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları (SEFİA) Derneği Analisti Taylan Kurt konuşmacı olarak yer aldılar. Türkiye’nin mevcut durumunun ele alındığı panelde, 2025 yılında açıklanması beklenen ikinci Ulusal İklim Hedefi (Nationally Determined Contribution – NDC) için sivil toplumun talepleri dile getirildi.
Toplantıdan satır başları ise şöyle:
Sivil toplum kuruluşları, COP29’da açıklanan Enerji Dönüşümü Yenilenebilir Enerji 2035 yol haritasındaki güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesinin 10 yılda dört katına çıkarılması hedefini olumlu karşıladıklarını aktardı. Yanı sıra Ulusal Enerji Planı ve 2053 Uzun Vadeli İklim Değişikliği Stratejisi’nde kömür dahil fosil yakıtlardan çıkışın yer almaması ve nükleer enerjinin 2050 yılına kadar üç katına çıkarılması taahhüdü, ulusal politikalara ilişkin endişe verici gelişmeler olarak değerlendirildi.
Net sıfıra giden yolda kömürden çıkışın gerekliliği panelin ana mesajını oluşturdu. Türkiye’nin iklim politikalarının hukuki zeminini oluşturacak İklim Kanunu’nun ise 2030 yılına kadar %35 mutlak emisyon azaltım hedefini içermesi gerektiği açık bir talep olarak paylaşıldı.
Bununla birlikte Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından 2026 yılına kadar açıklanması beklenen ulusal adil geçiş stratejisinin öneminin altı çizildi. Kimsenin mağdur edilmediği, işçilerin güvence altına alındığı, mevcut iş gücünün korunduğu, insana yakışır yeni işlerin sağlandığı hak temelli ve kapsayıcı adil geçiş planlarının hazırlanması talebinin aktarıldığı toplantıda; yenilenebilir enerji projelerinin doğaya saygılı ve halkın katılımıyla planlanması gerektiği de ifade edildi.