Neredeyse 80 yıl önce, Anadolu’nun ücra köşelerinde köy çocuklarına ekolojik eğitimin ABC’sinin verildiğini söylesek inanır mısınız? İlkan Türküresin, müfredattan, eğitim kitapçıklarına ve anılara kadar değişik belgelerin izinde, 1940’larda çorak Anadolu toprağında yemyeşil açıveren Köy Enstitüleri’nin hikayesine götürüyor bizi ve soruyor: Bu eğitim devam etseydi, bu kadar ekolojik yıkım yaşar mıydık acaba?
Yazı: İlkan TÜRKÜRESİN
İklim krizinin etkilerini gün geçtikçe daha fazla hissedip ekosistemi bozduğumuzu farkına vardığımız günümüzden çok önce; henüz 1992 Rio Konferansı gerçekleşmemiş, ekosistemi koruyucu birçok uluslararası sözleşme imzalanmamışken; Türkiye’de 1940’lı yıllarda ekolojik bilince sahip köy öğretmenleri yetiştiriliyordu. Hem de bir Dünya Savaşı başlamış, Türkiye’de yeni devrim olmuş ve halk ekonomik olarak zayıf ve okuma yazma oranı çok bilmiyorken. Köy Enstitüleri, doğayla uyumlu bir yaşamın her koşulda bir zorunluluk olduğunu bugün bizlere gösteriyor.
1940’lı yıllarda kurulan köy enstitüleri, köye sadece öğretmen göndererek öğrencileri yetiştirmek, nüfusunun %80’inin köylerde yaşadığı halkı okur-yazar yapmak gibi bir öğretmenden bekleyebileceğimiz amaçları gütmüyordu. Bu sebeple kurumların adı da köy öğretmen okulları değildi. Köyden aldığı öğrencileri köylere öğretmen olarak gönderen Köy Enstitüleri köyü her yönden kapsayıcı şekilde ve köyü kendi içerisinden başlatacağı bir hareketle canlandırmayı amaçlıyordu.
Köy Öğretmenlerine Ekolojik Görevler
1940 yılında çıkarılan kanunla kurulmasından üç yıl sonra, 1943 yılında 4274 sayılı Köy Okulları ve Köy Enstitüleri Teşkilat Kanunu çıkarıldı. Kanun’un 10. Maddesinde köy öğretmenlerinin görevleri düzenlenmiş ve köy öğretmenlerinin görevleri okulla ilgili ve köy halkını yetiştirmekle ilgili olarak iki ayrı şekilde düzenlenmişti. Köy öğretmenlerinin köy halkını yetiştirmeye ilişkin olarak; köy halkının milli kültürünü yükseltmek, onları sosyal hayat bakımından asrın şartlarına ve icaplarına göre yetiştirmek, köyün ekonomik hayatını geliştirmek için ziraat, sanat, teknik alanlarında köylülere örnek olabilecek işler yapmak, kooperatif kurma ve işletme gibi hususlarda köylülerle işbirliği yapmak gibi görevler yüklenmişti. Tüm bunlarla birlikte “neslinin tükenmemesi ve körelmemesi lazım gelen hayvan ve bitki cinslerinin tespiti ve korunmasıyla ilgili işlerde muhtarla, köylülerle ve ilgili diğer kuruluşlarla beraber çalışma”, “ormancılığa ait bilgilerin artırılmasına çalışmak ve ormanların faydalarını ve korunmalarını anlatmak, kurulmuş köy ormanlarının bakımıyla korunmasında ve yeniden kurulacakların kurulmasına yardım etmek” görevlerinin de köy öğretmenlerine verildiği görülüyor.
Yine 4274 sayılı kanunun 1. maddesinde köylerde resmi, mecburi ve parasız ilköğrenim okulları ve kursları düzenlenmiş; bunlar arasında sayılan köy meslek kurslarına ilkokulu bitirdikten sonra yüksek okullara devam etmemiş olan köylülerin devamı mecbur tutulmuştur.
Meslek kurslarında eğitim verilmesi planlanan köy işleri arasında kooperatifçilik, traktör kullanımı, konservecilik gibi köy hayatına ilişkin birçok köy işleri sayılmıştır. Aralarında dikkat çeken köy işleriyse “orman bakımı ve kuruculuğu” ile “köye mahsus hayvan ve bitkilerin koruyuculuğu” olmuştur. Yani yukarıda belirttiğimiz, köy öğretmeninin işbirliği yapacağı köylü, sadece köy öğretmenini izlemeyecek, aynı zamanda bu hususların da eğitimini alacaktır.
Eğiticinin Eğitimi
Peki, böylesine güç görevlerin yüklendiği köy öğretmenleri köy enstitülerinde öğrenciyken nasıl eğitim alıyorlardı? Köy Enstitüleri, kentlerden uzakta çorak araziler üzerinde 1000-2000 dönümlü araziler üzerinde kurulmuştur. Bu yer seçimiyle birlikte, enstitülerde eğitimlerin hemen hepsi zorlu doğa koşulları içinde verildi. Üretim içinde üreterek yapılan eğitimin ders programlarında, öğrencilere verilecek dersler, derslerin içerikleri ve amaçları düzenlenmiş ve yazının konusuyla ilgili olarak tabiat bilgisi ve coğrafya derslerinin, konuları ve amaçları incelendiğinde ekosistemi tanıyan öğretmenlerin nasıl yetiştiği görülebilir.
Coğrafyadan başlarsak bu dersin amacı şöyle tanımlanmış: “Öğrenciye, bulundukları yakın çevreden başlayarak insan topluluklarının içinde doğup büyüdükleri tabiata ne suretle uyduklarını öğretmek, insanla yerküre arasındaki münasebetleri tanıtmak, üstünde yaşadığımız yerküreyi türlü ihtiyaçlarımız için hayat kaynağı oluşu bakımından inceleyerek öğrenciye iyice öğretme”.
Tabiat Bilgisi dersi için ise amaç şu şekilde kayda geçmiş: “Öğrenciye tabiata dair her konu üzerinde birçok incelemeler, gözlemler, deneyler, karşılaştırmalar yapmak suretiyle onlarda görme, düşünme, gördüğünü iyi anlatabilme ve güzel yazabilme ve nihayet bütün bunlardan sonuçlar çıkarabilme, tabiat sırlarını çözebilme yeteneği kazandırmak”.
1940 tarihli “Köy Enstitülerinin Eğitim ve Öğretimle İlgili İşleri” başlıklı ve Hasan Âli Yücel imzalı yazıda ise, her enstitüde o enstitünün bulunduğu bölgeye dahil vilayet, köy, kasaba ve şehirlerden toplanacak tarihi, etnografik, jeolojik ve zirai kıymeti haiz eşya ile bir yurt müzesi tesis edileceği belirtilmiş. Ayrıca bu müzenin bir çatı altında ölü bir halde bırakılmayıp her türlü faaliyette istifade edilebilir bir hale getirilmesi amaçlanmış. Yazının devamında müzede “örnek nebat tohumları gibi maddelerin şişeler içinde kapalı bulundurulmayarak mümkünse müze dahilinde, değilse dışarıda tecrübe saksısı veya tarhlarda yetiştirilmek suretiyle canlı ve etüde müsait bir halde bulundurulmasının göz önünde tutulacağı” ve bu müzenin “Enstitü için sadece eşyası seyredilen bir yer değil, öğretmen, talebe ve muhit halkının bilgilerini kökleştirmeye, artırmaya yarayacak hayati bir laboratuvar olacağı” üzerinde durulmuştur. Köy Enstitülerinin öğrencilerinden ve Hasanoğlan’da eğitim görmüş Abdullah Özkucur, Hasanoğlan’da inşa ettikleri Tohum Saçan Çiftçi Heykelinin altında, yurdun her yerinden getirilecek tohumların burada sergileneceği bir müze oluşturmayı planladıklarını, ancak kapatılmalarının ardından bunun hayata geçmediğini anılarında anlatmıştır.
Tonguç’un Vizyonu
Köy Enstitülerinin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un doğaya ilişkin görüşlerine de burada yer vermek gerekir ki, hem kanunun hem de öğretim programlarının özü daha iyi kavranabilsin. Tonguç’a göre köyde eğitimin önemli görevlerinden biri, doğaya akılcı yoldan yüklenebilecek, verimliliğine zarar vermeden doğadan yararlanabilecek donanımlı insanı yetiştirmektir. Bu ilke evrensel eğitimin olduğu kadar, köyde eğitimin de amacı olmalıdır. Tonguç bu yüzden, öğrencinin doğa ve toplum olaylarının yasalarını bilmesi gerekeceği görüşünü savunur. “Köyde Eğitim” ve “Canlandırılacak Köy” kitaplarında doğaya ilişkin görüşlerini detaylı olarak açıklayan Tonguç’un, “Köyde Eğitim” kitabında, doğa filozoflarının görüşlerine yer verdiği, “orta hadler yasasını” açıkladığı görülüyor.
Köy Enstitülerinin doğayla olan ilişkisi; enstitü mezunlarının anıları, öğrencilerin Hasanoğlan’da çıkardıkları dergideki yazıları, İsmail Hakkı Tonguç’un enstitülerin çevresinin yeşillendirilmesine ilişkin sürekli yazdığı mektupları, öğrencilerin her dersini doğa içerisinde almasını defalarca vurguladığı talimatları, enstitülü öğretmenlerin gittikleri köylerde yaptıkları, enstitülerdeki sorunlara öğrencilerin bulduğu çözümlere bakılarak çoğaltılabilecek çok geniş bir konu. Köy Enstitülerinin, iklim krizinin yaşandığı bugünün eğitimine de toplumsal hayata da ışık tutması gereken noktalarından birisi de budur. Bu yazıda oluşturmaya çalıştığım bu farkındalığa bir anıyla nokta koyalım.
Enstitü eğitim programındaki derslerden birisi olan “Arıcılık ve İpekböcekçiliği” ile ilgili Pakize Türkoğlu’nun “Tonguç ve Enstitüleri” kitabından aynen aktaralım: “Köylünün bin bir güçlükle yaptığı kütük ve kovan arıcılığının sağlam gelenekleriyle, tekniğin yeni olanakları birleştirilerek, uygun enstitülerde çok verimli arıcılık çalışmaları yapılıyordu. Enstitü çiftlikle-rinde arıcılık öğretmenleri, usta öğreticileri ve arıcı öğrenciler bir grup oluşturdu. Kendilerince bağımsız bir arıcılık bölümü yaratanlar olmuştu. Küçük öğrencilerden bile gerçek arıcılar çıkıyor, onlara herkes saygı duyuyordu. Milli Eğitim Bakanı Yücel, Tonguç’la birlikte Kastamonu Gölköy Köy Enstitüsü’ne yaptığı bir inceleme gezisinde bunlardan biriyle karşılaştı. İş ve üretim alanlarını dolaşırken, sıra arıcılık bölümüne geldiğinde, küçük bir öğrenci onlar daha uzaktayken bağırıyor: ‘Yaklaşmayın, sizde kolonya kokuyor. Arılarım hoşlanmaz. Onları dağıtacaksınız, geri çekilin!’ diyor. Büyük adamların geldiğini, enstitüyü gezdiklerini bilmiyor değil arıcı öğrenci. Ama bakan ya da vali gelmiş dinlemiyor, arılarını koruyor. Öğrencinin bu davranışına hayran kalan Yücel, onun-la tanışıyor. Arıcılık odasındaki defterlerini görüp karıştırınca iyice şaşırıyor. Defterinde arıcılık ve bal kültürüyle ilgili birçok bilgi, deyimler ve şiirler görünce hayranlığı artıyor. (s.228-229) Sadece kolonya kokusundan rahatsız olacağı için bakanı arılarına yaklaştırmayan arıcı öğretmenleri yetiştirebilseydik, bugün dünyadaki arıların katili olan tarım zehirlerini (pestisitler) bu kadar rahatlıkla kullanılabilir, ekosistemi bu şekilde bozabilir miydik?
Bizi sosyal medyada takip etmek için tıklayın: LinkedIn | Instagram | Twitter | Facebook