Sağlık sistemlerinin teknolojik gelişmelere uyumlu hale getirilmesi önem taşısa da bu ilerlemenin nitelikli işgücü ve yerel hizmetlerle desteklenmesi gerektiğini de belirten Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Sağlık Politikaları Danışmanı Prof. Dr. İlker Daştan, birinci basamak sağlık hizmetlerinin salgınlarla mücadelede önemli bir role sahip olduğunun altını çiziyor.
Covid salgını döneminde görüldüğü gibi dünya genelinde sağlık sistemleri olası salgınlarla mücadele etmekte yetersiz kalıyor. Günümüzde SARS ve M-Çiçeği (Mpox) gibi salgınlara karşı DSÖ’den gelen ve tedbirli olunması gerektiği yönünde çağrılar var. Siz, gelişen dünyanın sağlık sistemleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Ülkeler yeni salgınlarla mücadele etmek için yeterli teknolojik donanıma ve uzmanlığa sahip mi?
Covid-19 salgını, sağlık sistemlerinin dayanıklılığı konusunda ciddi zafiyetleri ortaya çıkardı. Salgın boyunca gelişmiş ülkelerin dahi birçok eksiklikle karşı karşıya kaldığını gördük; yoğun bakım yataklarının yetersizliği, sağlık işgücündeki eksiklikler ve tedarik zincirindeki aksamalar bu eksiklerin başında geliyordu. Dolayısıyla yeni salgınlarla mücadele etmek için ülkelerin sadece teknolojik donanıma sahip olmaları yeterli değil. Bir salgınla başa çıkabilmek için sağlık sistemlerinin esnekliği, sağlık işgücü kapasitesi ve hızlı adaptasyon yeteneği gibi unsurların da güçlendirilmesi gerekiyor.
Teknoloji elbette önemli bir unsur. Uzaktan sağlık hizmetleri ve dijital çözümler pandeminin yönetilmesinde önemli roller üstlendi. Türkiye’de e-Nabız gibi platformlar halkın sağlık verilerine erişimini sağlarken hastanelerle vatandaşlar arasındaki iletişimi kolaylaştırdı. Ancak teknoloji tek başına bir çözüm olamaz. Bu sistemlerin etkili olabilmesi için sağlık çalışanlarının bu teknolojiyi kullanabilecek kapasitede olması, altyapının yaygınlaştırılması ve en önemlisi halkın bu hizmetlere erişimini sağlayacak eşitlikçi bir yapı kurulması gerekiyor. Örneğin, pandemide uzaktan sağlık hizmetlerinin birçok ülkede yaygınlaştığını gördük ancak kırsal bölgelerdeki düşük internet erişimi ve dijital okuryazarlık eksikliği bu hizmetlerin etkin kullanımını sınırladı.
Sağlık sistemlerinin sadece teknolojiye değil, güçlü bir birinci basamak sağlık sistemine de sahip olması gerektiği açık. Sağlık sistemlerinin bu anlamda önleyici hizmetleri önceleyen bir yapıya dönüşmesi, ileride karşılaşılacak salgınların etkilerini azaltabilir. DSÖ’nün sürekli vurguladığı gibi, teknolojiyle desteklenen, insan kaynağıyla güçlendirilmiş ve eşit erişim sağlayan bir sağlık sistemi, küresel tehditlere karşı daha dayanıklı olacaktır.
Bir salgının ekonomik maliyetini nasıl hesaplayabiliyoruz? Halk sağlığı hizmetleri genel olarak öngörülebilir sağlık sorunlarına odaklanıyorken patlak veren salgınlar ülke ekonomilerini hazırlıksız yakalayabiliyor. Özellikle gelişmekte olan ülkeler bağlamında bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Salgınların ekonomik maliyetini hesaplamak, sadece sağlık sektörüyle sınırlı değil. Bir salgın, işgücü kaybından üretim kesintilerine, turizmden ticarete kadar tüm ekonomiyi etkileyebilir. Bu nedenle doğrudan ve dolaylı maliyetleri birlikte değerlendirmek gerekiyor. Örneğin Covid-19 sırasında, Türkiye’de yalnızca turizm sektöründeki kayıplar milyarlarca doları buldu, sağlık harcamaları ise hızla arttı. Ancak bu maliyetlerin tam olarak hesaplanması için uzun vadeli bir bakış açısı gerekiyor; salgın sırasında ve sonrasında yapılan harcamaların ekonomik büyümeyi nasıl etkilediğini, toparlanma sürecinde hangi sektörlerin daha hızlı veya yavaş iyileştiğini analiz etmek önemli.
Bu konuda Dünya Bankası, IMF ve OECD gibi uluslararası kuruluşlar, salgınların ekonomik etkilerini ölçmek için çeşitli modeller geliştirdi. Ancak gelişmekte olan ülkelerde bu hesaplamalar genellikle salgın sırasında değil, sonrasında yapılır ve bu durum erken müdahale ve ekonomik toparlanma süreçlerini zorlaştırır. Ekonomik etkileri en aza indirmenin en önemli yolu, sağlık sistemine yapılan yatırımları artırmak ve halk sağlığı programlarına öncelik vermektir. Koruyucu sağlık hizmetlerine yapılacak yatırımlar, ileride oluşacak büyük maliyetlerin önüne geçebilir. Gelişmekte olan ülkeler için bu tür krizler çok daha yıkıcı olabilir çünkü bu ülkelerin ekonomik dayanıklılığı düşük ve salgınlarla başa çıkma kapasitesi sınırlıdır.
Salgınlar, sadece sağlık harcamalarının artmasına değil, aynı zamanda üretim ve tüketim süreçlerinin aksamasına, işgücü piyasasında kayıplara da yol açar. Örneğin, Covid-19 sırasında Türkiye’de ekonomik büyüme %5 oranında küçüldü ve bu da işgücü kayıplarına ve sektörel daralmalara yol açtı.
Bu maliyetleri kontrol altına almanın bir yolu, sağlık sistemine yapılan yatırımların uzun vadeli ekonomik faydalarını göz önünde bulundurmaktır. Güçlü bir halk sağlığı altyapısı, salgınların yayılmasını önlemede ve ekonominin normal işleyişine daha hızlı dönebilmesinde kritik rol oynar. Gelişmekte olan ülkeler, bu yatırımları artırarak salgınların ekonomik etkilerini hafifletebilir ve gelecekte benzer durumlarla karşılaştıklarında daha hazırlıklı olabilirler.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler sağlık sistemlerini reforme etmek için nasıl bir yol haritası izlemeliler? DSÖ’nün, ülkelerin sağlık sistemlerini finansal açıdan düzenlemesinde ne tür politika önerileri bulunuyor?
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin sağlık sistemlerini reforme ederken çok yönlü bir strateji benimsemeleri gerekiyor. Sağlık sistemlerinin dayanıklılığını artırmak için beş ana unsur öne çıkıyor: Birinci basamak sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi, finansal sürdürülebilirlik, sağlık işgücünün artırılması, teknolojinin entegrasyonu ve sağlık hizmetlerine erişimin eşit dağıtımı.
Öncelikle, birinci basamak sağlık hizmetleri bu reformların merkezinde olmalı. Birinci basamak, halk sağlığını korumada kritik bir rol oynar ve sağlık sisteminin yükünü hafifletir. Türkiye’de aile hekimliği ve toplum sağlığı merkezleri bu alanda önemli bir adım olsa da, bu hizmetlerin daha geniş kitlelere ulaşması ve daha etkili çalışabilmesi için yeni yatırımlar ve politikalar gerekiyor. Koruyucu sağlık hizmetlerine yapılacak yatırım, hastane yatışlarını ve yüksek maliyetli tedavileri önleyerek sağlık sistemini daha verimli hale getirecektir.
Finansal sürdürülebilirlik, reform sürecinin kilit noktalarından biri. Türkiye’nin mevcut sosyal güvenlik sistemi (SGK), artan yaşlı nüfus ve sağlık harcamaları nedeniyle ciddi bir baskı altında. Ağırlıklı olarak çalışanların primleriyle sürdürülen bir model, uzun vadede yeterli olmayabilir. Bu bağlamda, genel vergilendirmeye dayalı finansman modelleri Türkiye için değerlendirilebilecek bir seçenek olabilir. Genel vergilendirme, sağlık hizmetlerinin toplumun tüm kesimleri tarafından finanse edilmesini sağlar ve sağlık hizmetlerine erişimi daha eşit hale getirir. DSÖ de bu modeli öneriyor; çünkü sadece sağlık hizmetlerinin maliyetini karşılamakla kalmaz, aynı zamanda toplumun tamamının bu hizmetlere erişimini sağlar.
Sağlık işgücünün güçlendirilmesi ise reformların bir diğer kritik unsuru. Türkiye, son yıllarda sağlık çalışanlarının sayısını artırmış olsa da özellikle kırsal bölgelerde ve dezavantajlı alanlarda hâlâ ciddi bir işgücü açığı bulunuyor. Ayrıca son dönemde Türkiye’den Batı ülkelerine göç eden sağlık çalışanlarının sayısında artış yaşandı. Daha iyi çalışma koşulları ve maaşlar nedeniyle Batı’ya yönelen bu göç, Türkiye’de sağlık hizmetlerinin sunumunu olumsuz etkileyebilir. Durumu dengelemek için Türkiye, sağlık çalışanlarının maaşlarını, çalışma koşullarını ve profesyonel gelişim fırsatlarını iyileştirici adımlar atmalı. Bu şekilde sağlık çalışanlarının yurt dışına göçünü azaltmak ve yerel işgücünü güçlendirmek mümkün olabilir.
Son olarak teknoloji entegrasyonu, Türkiye’nin sağlık sisteminin reformunda önemli bir rol oynuyor. Türkiye, dijital sağlık hizmetleri alanında e-Nabız gibi önemli projeler başlattı. Bu tür teknolojiler, özellikle uzaktan sağlık hizmetleri ve tele-tıp uygulamalarıyla, hem büyük şehirlerde hem de kırsal bölgelerde sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırıyor. Ancak teknolojinin tüm sağlık sistemine entegrasyonu için daha geniş çaplı yatırımlara ve sağlık çalışanlarının bu teknolojiyi kullanabilecek şekilde eğitilmesine ihtiyaç var. Teknoloji entegrasyonu sadece sağlık hizmetlerinin kalitesini artırmakla kalmaz, aynı zamanda olası salgınlar ve krizler karşısında sağlık sisteminin daha dayanıklı hale gelmesini sağlar.
Sonuç olarak Türkiye’nin sağlık sistemi reformları, birinci basamak sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi, finansal sürdürülebilirlik, sağlık işgücünün artırılması ve teknolojinin entegrasyonu gibi temel unsurlar üzerine inşa edilmelidir. Bu unsurlar, sağlık sisteminin verimliliğini artırırken aynı zamanda toplumun geniş kesimlerine daha eşitlikçi ve kaliteli sağlık hizmeti sunulmasını sağlayacaktır. Ayrıca bu reformlar, Türkiye’nin gelecekteki sağlık krizlerine ve salgınlara karşı daha dayanıklı bir yapı oluşturmasına yardımcı olacaktır.
Bu yazı, ekoIQ’nun 114. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.