Türkiye’nin COP28’deki müzakerelerindeki tutumu oldukça gizemliydi. Büyük bir sessizlik ve hiçbir işe yaramayacağı açık olan ve adil de olmayan bir finansal yardım talebi. Bu tutumu ancak bir davranış bozukluğu olan pasif-agresif olarak tanımlayabiliyoruz ki bu yaklaşımın insan ilişkilerinde ilerletici bir rol oynadığını sanmıyorum. İklim müzakerelerinde de bir işe yaraması pek mümkün görünmüyor.
Yazı: Dr. Barış DOĞRU
30 Kasım’da Dubai’de başlayan ve 13 Aralık sabahı nihayetlenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi COP28’in sonuçları uzun süre daha tartışılacak büyük ihtimalle. Ama müzakerelere katılan 200 ülke içinde hem sessiz hem de agresif bir ülke vardı ki neyi neden yaptığı ve yapmadığı da gizemini koruyor. Evet, ne yazık ki o ülke, yalnız ve güzel ülkemiz Türkiye…
COP28’de Türkiye temsilcilerinden tek bir açık söz duyuldu. Bu da, asıl olarak en yoksul ve iklim krizinden en çok etkilenen ülkelere yönelik olarak kurulan ve zirve boyunca 700 milyon dolar civarında bir bağış toplanan Kayıp ve Zarar Fonu’ndan yararlanma talebiydi (Bu arada fonda biriken para gelişmekte olan ülkelerin iklim krizi nedeniyle her yıl uğradığı zararların %0.2’sinden bile az). Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki zirve öncesinde COP28 Başkanı Sultan Al Jaber ile bir video konferans görüşmesinde Türkiye’nin iklim değişikliği karşısındaki kırılganlığına dikkat çekerek, “Bizim ‘Kayıp ve Zarar’ fonu içerisinde olmamız elzemdir, kaçınılmazdır” dedi. Ancak Türkiye’nin bu talebi, uzun zamandır bu konudaki tutumuyla çelişmesinin yanı sıra, bilim insanları ve iklim aktivistleri tarafından adil de bulunmuyor.
Diğer yandan resmi olarak açıklanmasa da COP28’in en temel gündemi ve 1,5 derece hedefini tutturmak için kritik bir öneme sahip olan “fosil yakıtlardan çıkış” anlaşması konusunda da Türkiye müzakere heyetinin olumsuz bir tavır aldığı konuşuluyor. Üstelik bu karara ayak direyenlerin, mesela Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ya da ekonomisi büyük oranda fosil yakıtlara dayalı Rusya’nın tersine, kayda değer bir fosil yakıt rezervi olmamasına karşın.
Bu Türkiye’nin iklim müzakerelerine yönelik “agresif” yaklaşımı; tabii işin bir de “pasif” tarafı bulunuyor. Türkiye COP28’in başlangıç gününden son gününe kadar hiçbir deklarasyona, niyet bildirimine ve işbirliğine imza atmadı. Ancak COP28’in resmi olarak devam eden son gününde Türkiye Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı çerçevesinde çalışan İklim Değişikliği Başkanlığı sekiz girişime katıldığını duyurdu.
İklim Değişikliği Başkanlığı’nın sitesinde yapılan açıklamaya göre Türkiye’nin imzacı olduğu girişimler şu şekilde:
- İklim Kulübü
- Kritik Hammaddeler Kulübü
- Dayanıklı Gıda Sistemleri, Sürdürülebilir Tarım ve İklim Eylemine ilişkin Emirlik Deklarasyonu
- Buzul Dostları Grubu
- Çimentoda Atılım
- İklim İçin Mangrov İttifakı
- COP28’de Eğitim ve İklim Değişikliği Ortak Gündemi Bildirgesi
- İklim ve Sağlık Deklarasyonu
- İklim Eylemi İçin Yüksek Hedefli Çok Düzeyli Ortaklıklar Koalisyonu (CHAMP)
Sekiz girişimde imzacı olmasına karşın Türkiye’nin halen imzasını atmadığı pek çok bildiri bulunuyor. İmzalanmayan bildiriler şu şekilde özetlenebilir:
- İklim, Yardım, İyileşme ve Barış Bildirisi,
- Küresel Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Taahhüdü,
- Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Adil Geçiş ve İklim Eylemi Ortaklığı,
- Hidrojen Bildirisi (Not: Türkiye, Hidrojen Teknolojileri Stratejisi ve Yol Haritası’nı bu yıl yayımladı)
- Küresel İklim Finansmanı Çerçevesine İlişkin Liderler Bildirisi
- Küresel Soğutma Taahhüdü (Not: Türkiye, sürdürülebilir soğutma sistemleri için HFC’lerin azaltılmasına yönelik Montreal Protokolü Kigali Değişikliği’ne taraf)
Türkiye’de Mangrov Ormanları mı Var?
Türkiye’nin COP28 sürecinde imza atmaktan imtina ettiği en önemli deklarasyon “Küresel Yenilenebilirler ve Enerji Verimliliği Taahhüdü” (Global Renewables and Energy Efficiency Pledge) idi. Bu çerçevede aralarında Arnavutluk, Zimbabve, Almanya, ABD, Fiji ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin de bulunduğu 130 ülkenin altına imza attığı Taahhüt, “1,5 dereceyi ulaşılabilir kılmak için, farklı başlangıç noktaları ve ulusal koşulları dikkate alarak, 2030 yılına kadar dünyanın mevcut yenilenebilir enerji üretim kapasitesini en az 11.000 GW’a çıkarmak için birlikte çalışma”yı içeriyor. COP28’in Başkanı Dr. Sultan Al Jaber’in açıkladığı taahhüt ayrıca, enerji verimliliğindeki küresel ortalama yıllık artış oranını iki katınaçıkarmanın önünü açıyordu. Türkiye’nin, devasa yenilenebilir enerji potansiyeline rağmen, Çin ve Hindistan ile birlikte bu deklarasyona imza atmadığını biliyoruz.
Peki Türkiye, “Yenilenebilir ve Düşük Karbonlu Hidrojen ve Hidrojen Türevleri için Sertifika Şemalarının Karşılıklı Tanınmasını” talep eden “COP28 Niyet Deklarasyonu”nu (COP28 Declaration of Intent) neden imzalamamış olabilir ki? Bu sefer, aralarında Hindistan’ın da bulunduğu 37 ülkenin imzacısı olduğu bu niyet deklarasyonundan ne gibi bir kaygısı olabilir acaba Türkiye’nin? Üstelik büyük bir yeşil hidrojen potansiyeli olduğu konuşulurken…
Yanıtsız bir soru daha.
Peki “COP28 Cinsiyete Duyarlı Adil Geçişler ve İklim Eylemi Ortaklığı”na (COP28 Gender-Responsive Just Transitions and Climate Action Partnership) ne dersiniz? 69 ülke imza atmış. Üstelik aralarında Çin ve Bangladeş de bulunuyor. Kadın ve kız çocuklarının iklim eylemine dahil edilmesini ve geçiş süreçlerinde mağduriyetlerinin önlenmesini hedefleyen bu ortaklığa imza atmanızı engelleyen ne olabilir?
Tamam belki kadınlar ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin geçtiği bir ortaklık fazla çekici gelmedi Türkiye müzakere heyetine ama COP28’de açıklanan bir başka önemli deklarasyon olan “İklim, Yardım, İyileşme ve Barışa İlişkin COP28 Bildirgesi”ne (COP28 Declaration on Climate, Relief, Recovery and Peace) imza atmamanın nedeni nedir? Temel amacı “İklim Adaptasyonu ve Dirençlilik için Finansal Desteğin Güçlendirilmesi” olarak özetlenen deklarasyona 82 ülke imza atmış. Dünyanın bu kadar barışa ihtiyacı varken, Filistin’deki çatışmalara dair barış çabalarını bu kadar önemli bulurken Türkiye’nin bu deklarasyona imza atmamasının nedeni, uyum finansmanına katkı vermekten çekinmesi olabilir mi? Ama imza atan ülkeler arasında iklim krizinden ağır bir şekilde etkilenen ve ekonomik olarak da oldukça zayıf Bangladeş, Etiyopya ve Sudan’ın olması, bunun bir finansal katkı taahhüdü olmadığını göstermiyor mu? Yine yanıtsız sorular…
COP28’de imza atılan deklarasyonlar geçişini “COP28 Küresel Soğutma Taahhütleri” (Global Cooling Pledge for COP28) ile tamamlayalım. COP28 sırasında AB Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin; 2023’ün altı ayında sıcaklık rekorlarının kırıldığı, 2023 yılının bir bütün olarak gelmiş geçmiş en sıcak yıl olacağı yönündeki araştırma sonuçlarının ışığında, soğutma ihtiyacının giderek büyüyeceği ve buna bağlı emisyonların artacağı açık bir gerçek. Bu emisyonların sınırlandırılması, azaltılması için neleri, nasıl yapmamız gerektiğini söyleyen Deklarasyona 66 dünya devleti imza atmış. Antigua ve Barbuda ile başlayan ve yine Zimbabve ile nihayetlenen listede yine bir ülkenin imzası yok? Bunu tahmin etmeyi size bırakıyorum.
Bir de Türkiye’nin imzaladığını açıkladığı bildirilere bakalım isterseniz. İklim Kulübü, Kritik Hammaddeler Kulübü, Buzul Dostları Grubu, Çimentoda Atılım ve İklim İçin Mangrov İttifakı’nı arasanız da COP28 deklarasyonları içinde bulamazsınız. Biz aradık, bulamadık çünkü bunlar COP27’de imzalanan deklarasyonlar. Yani ne yazık ki, imzalamak için bir yıl beklemişiz. Bu imzaların herhangi bir anlamı olup olmadığını da okurlara bırakıyorum ama kritik bir soru daha var: İklim İçin Mangrov İttifakı. Türkiye’de mangrov ormanları mı var, yoksa biz zararsız alanlarda top mu çeviriyoruz?
Pasif-agresif yaklaşımın, insan ilişkilerinde ilerletici bir rol oynadığını sanmıyorum. İklim müzakerelerinde de bir işe yaraması pek de mümkün görünmüyor. Peki bu davranış bozukluğu olarak görülebilecek yaklaşımın arkasında ne var ya da mantıklı bir açıklama var mı? Ne yazık ki bu sorunun da bizde bir yanıtı yok…
Bu yazı ekoIQ’nün 109. sayısında “Türkiye’nin COP28’deki Pasif-Agresif İklim Politikasına Sorular!” başlığıyla yer almaktadır.