#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Türlerin Peşinden, Uçarak Koşarak Gel Bilim Gel

Avrupa Komisyonu tarafından yayınlanan Çevre için Bilim (Science for Environment)’in 5 Haziran bülteninin tematik sayısı; “Biyolojik Gözlem: Yeni Teknolojiler ve Yükselen Sivil Bilim” başlığı ile yayınlandı. Fatma Gül Altındağ, sekiz makalenin yer aldığı bu sayıdan seçtiği üç örnek çalışmayı, tematik sayı ile ilgili verdiği genel bilgilerin ardından bizlerle paylaşıyor…
Fatma Gül ALTINDAĞ

Her Şey Biyolojik Çeşitlilik İçin
Kimin bu konudan ne anladığını ya da ne kadar samimi olduğunu tah­min edemesek de biyolojik çeşitlili­ğin korunması tüm insanlığın ortak derdi gibi; en azından 1992 yılında Rio’da düzenlenen Biyolojik Çeşit­lilik Kongresi’nde söylenen bu. İn­san aktivitelerinin doğada ne kadar büyük zararlara yol açtığı ve aça­cağının masaya yatırıldığı kongre, biyolojik çeşitlilik kapsamında hâlâ karınca hızıyla ilerlediğimiz küre­sel aydınlanma açısından önemli bir dönüm noktası sayılıyor. “Peki, nedir bu biyolojik çeşitlilik?” diye sormak gelse de içimden, çoğunu­zun fikri olduğunun aslında farkın­dayım. Ama bu beni durduramıyor ve bültende yer alan tanımın hoş­luğuna kapılıp minik bir yorumla cevabı hemen şuraya iliştiriyorum: Biyolojik çeşitlilik ya da biyo-çeşit­lilik, gezegen üzerindeki tüm hayat formlarına dair bütün farklılıkların sarıp sarmalanmasıdır.

İşte tematik sayıda konu olarak se­çilen doğanın gözlemlenmesi hadi­sesi, biyolojik çeşitliliğin korunması için Rio’dan bugüne çok yol kate­dilmesine yardımcı olmuş bir araç. “E tabii görmezsek ne haldeler, ne bileceğiz?” ya da “Gözden ırak olan gönülden de ırak olur” diyebilirsi­niz. Avrupa Komisyonu da benzer fikirle aynı önemi vermiş olacak ki organizmaların esas değerlerini, insan türüne sağladıkları faydadan bağımsız olarak tanındığı bu oluşu­ma katkı sağlamak için bu konuyla ilgili çalışmaları bir araya getirmiş. Biz de böylece derya deniz sekiz makalenin yer aldığı tematik sayıya bir göz atma fırsatı buluyoruz.

Tematik sayıda yer alan makaleler­de, doğayı gözlem için kullanılan teknolojilerin yanı sıra sivil bilimin yükselen potansiyeline de dikkat çekiliyor. Hem veri toplama süre­cinde, hem de biyolojik çeşitliliği gözleme sürecinin maliyet ve ve­rimlilik açısından iyileştirilmesin­de yenilikçi gözlem tekniklerinin geliştirilmesi, bu yeni gönüllü olu­şumlar sayesinde tadından yenmi­yor. Avrupa Komisyonu’nun yapım aşamasındaki Kuşlar ve Habitat­lar Yönergesi için bu tip veriler kullanılmaya başlanmış bile. Yine komisyon bünyesinde yer alan 25 eyalette, tarımsal-çevresel göster­gelerinden çiftlik alanı kuşlarının nüfus eğilimi eğrisi için de topla­nan veriler, tamamen gönüllü kim­selerin tuttukları kayıtlar sayesinde elde edilmiş.

Çalışmalar bir araya getirildiğinde hem bu gönüllü katılımlarla hem de yepyeni teknolojilerle daha önce mümkün olması hayal dahi edi­lemeyen bir noktaya gelindiğinin müjdesini alıyoruz. Zengin Avrupa Komisyonu’nun bile sürdürülebilir dev bir fonu olmadığından, gözlem işi için, gönüllülerin topladıkları ve­rilerin kalitesi çok önemli. Bu yüz­den bu gönüllülük esasına dayalı veri toplama işinin ucuz ve kolay bir yol olarak görülmemesi gerekti­ğinin, bu işe vakitlerini ayıran kişi­lerin heveslerinin yüksek tutulması için onlara eğitimlerle, dikkatlice tasarlanmış programlarla destek olunması gerektiğinin açık bir şekil­de altı çiziliyor. Doğayı gözlemleme konusunda fena bir yerde olmadığı­mızı öğrendiğimiz bu sayıda, tanıştı­ğımız sivil bilimci gizli kahramanlar­sa gönlümüze kâr kalıyor.

DNA’larına Gireceğiz Didik Didik Edeceğiz
Gezegen üzerindeki tüm hayat form­larına dair bütün farklılıkların sarıp sarmalanması için şüphesiz önce hangi tür nerede, nasıl yaşıyor, bilme­miz gerekiyor. Diğer organizmaların dengesini hunharca bozuşumuz ken­di hayatımız içinde çok sıradan bir eylemken bu dengeleri geri getirme­ye çalışmak tam da bu nedenle zor oluyor ve türlerin tanınması doğal olarak biyolojik çeşitliliğin korunma­sının merkezini oluşturuyor. Bunu yapabilmek için geleneksel olarak bilinen en yaygın yöntem, türlerin görünürlükleriyle uzmanlar tarafın­dan tanımlanması. Tematik sayıda “DNA barkodlaması biyolojik çeşit­lilik gözlemini güçlendiriyor” (DNA barcoding strengthens biodiversity monitoring) başlığıyla yayınlanan makaleden öğreniyoruz ki “Meta Barkod” isimli yeni bir teknoloji de pekâlâ gözlem için kullanılabilir.

Makalede yer alan bilgilere göre meta barkod, DNA’nın kısa bir sekansı ya da barkodundan bir türü tanımla­manın mümkün olduğu bir teknolo­jiymiş. Bu teknoloji sayesinde DNA örnekleri bir cihazın içine tek seferde koyularak hangi türe ait oldukları, kime yakın kime uzak oldukları ana­liz edilebiliyormuş. Yöntemin faydala­rının başında, sınıflandırmayla ilgili uzmanlığa çok daha az ihtiyaç duyul­ması ve çalışma alanında çok daha kısa sürede daha fazla türün izlenme­sinin sağlanması geliyor. Bu sayede azıcık DNA örneği bile çevresel deği­şimlerin biyolojik çeşitlilik üzerinde­ki etkilerini anlayabilmek açısından güvenli sonuçlar verebiliyor. Bunun yanında standart tekniklerin aksine Avrupa Nükleotid Arşivi veri tabanın­da yapılabildiği gibi, üçüncü kişilerin verileri kolayca gözden geçirilip kul­lanabilmesine de olanak sağlıyor.

Makalede bahsedilen çalışma meta barkod sisteminin ihtiyaç duyulan sorulara güvenli cevap verip vere­mediğini sorgulamak üzere bir nevi test olarak yapılmış. Aynı vakalar için yüksek kaliteli standart sınıflandırma yöntemi de kullanılıp, sonuçların kar­şılaştırmaları yapılmış.

Üç Vaka Çalışması
Vakaların ilki olan “İklim değişikliği biyolojik çeşitliliği nasıl etkiliyor?” sorusu için yarı tropik bir Çin dağının değişik rakımlarında toplanan güve­ler inceleniyor ve benzer sonuçlar or­taya çıkıyor. İkinci soru olan “Hangi ekolojik yöntemler daha etkili?” so­rusuna cevap vermek içinse Birleşik Krallık’ta çimle kaplı ormanların ka­rınca ve örümcek gibi eklembacaklı­lar için fundalık alanlara çevrilebilme­si kapsamında denenen altı değişik yöntem konu ediliyor. Meta barkod yöntemine göre denenen üç yöntem öne çıkarken, toplanılan verinin az olması sebebiyle standart yöntem yal­nız iki yöntem için benzer bir sonuç getirebiliyor.

Son olarak “Tomrukçuluğun biyolo­jik çeşitlilik üzerinde etkisi nedir?” sorusu için Borneo ormanı mercek altına alınıyor. Tomrukçuluğun hiç yapılmadığı alanda, bir kez yapıldığı alanda ve iki kez yapıldığı alanlarda vahşi yaşam inceleniyor. Bu vakada diğerlerinden farklı olarak iki yön­temle farklı türleri inceliyorlar. Meta barkodla uçan haşereleri incelerken standart yöntem kuşları ve bokbö­ceklerini inceliyor. İki yöntemle de ortaya çıkan veriler gösteriyor ki; in­celenen türlerin hepsi iki kez tomruk­çuluk yapılan yerlerde azalıyor. Yal­nız bir kez tomrukçuluk yapılan alan için standart yöntem kuşların yine etkilendiğini ortaya koyarken, meta barkod haşerelerin pek değişikliğe uğramadığını gösteriyor. Bu sonucu, omurgalıların daha hassas olabileceği yorumu ile açıklıyorlar. Daha önemli­si, çalışmanın amacına paralel olarak; meta barkod ve standart yöntemin ikisinin de korunması gerekli alan­ların belirlenmesinde, sistematik bir sonuç vermeleri olduğunun da altını çiziyorlar.
Son olarak harcanan emekten bahse­decek olursak; üç vaka çalışmasında meta barkod yöntemini kullanarak 163 bireyin tanımlanması için 654 adam saat ve ek olarak geçmiş veri analizinde 520 saat bilgisayar saati harcanmış. Standart yöntem için­se 134 bireyin tanımlanması içinse toplamda harcanan vakit 2 bin 505 saatten fazlaymış. Hemen bir de ma­liyetten bahsedip DNA sayfamızı ka­patalım. Makalede meta barkodla her birey için 255-389 arası avro maliyet olacağından bahsedilirken standart yöntemin tam olarak maliyetini tah­min etmenin mümkün olmadığını, bunun çok değişken olduğunu; ama yine de daha az teknolojik bir yön­tem olsa da genelde daha pahalıya patlayacağını söylemenin mümkün olduğundan bahsediliyor.

https://ec.europa.eu/environment/integration/research/newsalert/pdf/dna_barcode_strengthens_biodiversity_monitoring_50si2_en.pdf

İşte Gerçek Bat-man’ler ve Bat-woman’lar!
Gelişmiş teknolojilere verilen ör­neğin ardından gelişmiş insana dair bir örnek verebilmek için “Sivil bilimciler yarasaları başarılı bir şekilde gözlemlediler” (Citizen sci­entists successfully monitor bat po­pulations) başlığıyla yayınlanan ma­kaleyi uygun buldum, böylece hem gerçek gelişmiş insan neler yapıyor, öğrenebilir hem de yarasalarla ilgili bilgilerimizi tazeleyebiliriz.

Dünyanın hemen hemen her yerin­de yaşayabilen yarasa türleri dünya üzerinde yaşayan yaklaşık 4 bin 500 memeli türünün 1000’den faz­lasını oluşturuyor. Demek gezegen için memeli türler arasında çekiliş yapılıyor olsaydı, şüphesiz 5 gram­lık bir cüce yarasanın şansı en zeki insandan daha fazla olacaktı (Neyse ki bizi gezegenin baskın türü haline getiren müthiş zekâmızla gezegeni büyük bir hızla tüketiyoruz da işi­miz böyle şans oyunlarına kalmı­yor). Çok miktarda böcek tüketerek dünyanın dengesini sağlayan yara­salar yağmur ormanlarının dışarı uzattığı dalları gibi, ağaçların polen ve tohumlarını taşıyarak yaklaşık %95’inin çoğalmasını sağlıyor.

15 Yıl Süren Araştırma
Gelin görün ki hemen her türün karabasanı onlara da uğramış ve doğal yaşam alanlarının kaybolma­sı nedeniyle 20.yy’da Avrupa’daki nüfusları büyük düşüş yaşamış. Makalede bu nedenle İngiltere’de hükümet ve sivil toplum kuruluşu ortak oluşumuyla başlatılan “Milli Yarasa Gözlem Programı” kapsa­mında yapılan çalışma yer alıyor. Bu çalışma dahilinde 1997 ve 2012 yılları arasında 3 bin 500’den fazla gönüllünün katkısıyla yaklaşık 4 bin değişik alanda 11 değişik ya­rasa türünün yer aldığı 2 bin’den fazla araştırma yapılmış. Burada yapılan sivil bilimle, eşine az rastla­nır bir şekilde ulusal ölçekte stan­dart yöntemler kullanılarak nüfus değişimlerinin geniş ölçekli mercek altına alındığı bir program ortaya çıkmış.

Program dahilinde değişik yarasa türlerini inceleyebilmek için 4 deği­şik araştırma türü kullanılmış. Ör­neğin cüce yarasaların (Pipistrellus pipistrellus) besin arama aktivite­lerini ve yaz tüneklerini incelemek için yarasa detektörleri kullanılır­ken, at nalı yarasaları (Rhinolophus ferrumequinum) hem yaz tünekle­rinde hem de kış uykusu sırasında incelenmiş. Toplam 11 türün 8 ta­nesi için iki farklı araştırma yöntemi kullanılmış. Çalışmada yer alacak gönüllülere yarasa türleri, tesisatın nasıl kullanılacağı ve farklı türlerin çıkardıkları seslerle nasıl tanınabile­ceği ile ilgili eğitimler verilmiş.

Yapılan çalışmanın sonucu da ken­disi kadar iç açıcı, yarasaların kur­tulduğuna dair ipuçları veriyor. Gözlemlenen tüm türlerin sayıları ya sabit kalıyormuş ya da yükse­liyormuş. Kara şövalyenin namını çoktan elinden alan sevgili şehir bilimcilerinin bu çalışma için har­cadıkları mesai ise yıllık 19 bin sa­atmiş. İşte bizim Bat-man’lerimiz, Bat-Woman’larımız; ihtiyaç duyar­sanız bulutlu gökyüzünün ortası­na hemen bir yarasa sembolü ışığı gönderin, gezegen mevzu bahis ise hemen uçup gelirler.
https://ec.europa.eu/environment/integration/research/newsalert/pdf/citizen_scientists_successfully_monitor_bats_50si5_en.pdf

Objektifler Penguenlerde
İklim değişikliği, yaşam alanları­nın yok olması ve biyolojik çeşitli­liğin azalmasından etkilenen baş­ka bir tür ise herkesin bildiği gibi penguenler. “Penguenler düşük maliyetli kamera ağıyla uzaktan gözlemlendiler” (Remote penguins monitored using low-cost camera network) başlıklı makale araştırma­lar için ayrılan bütçelerin gitgide küçülmesi, daha düşük maliyetli yöntemlerin büyük çaplı gözlemler için kullanılıp kullanılamayacağı so­rusunu akla getirmiş. Onlarca yıldır küçük ölçekli araştırmalar için kul­lanılan fotoğrafçılık da bu kapsam­da daha büyük ölçekli araştırmalar için makalede yer alan çalışmayı yapan Avustralyalı ekibin ilgi alanı­na girmiş. Ekibin gözlemlemek için yola çıktığı türse Antarktika kıyı şeridinde en fazla yavrulayan deniz kuşu türü olan “Adélie” pengueni (Pygoscelis adeliae).

Araştırmacılar penguen nüfusunu gözlemlemek için Devlet Bahçeli’yi aratır bir hesapla; Antarktika’nın doğusunda, 4 bölgeye, 8 yavrulama mevsimi boyunca, 12 yavrulama alanını içine alacak şekilde güneş enerjisiyle çalışan 21 kamera yer­leştiriyorlar. Her bir kameranın 30-50 yuvayı izlemesi amaçlanıyor ve kameralar hırçın havalardan zarar görmemeleri için kılıflarla kaplanı­yor. Yılın 4 ayında günde bir kez fotoğraf çekmeye programlı her bir kamerayı, araştırma ekibi yılda bir kez ziyaret ediyor, böylece hem ba­kımları yapılıyor hem de hafıza kart­ları değiştiriliyor.

Çalışmanın sonunda tüm bu fo­toğraflar, penguenlerin yuvalama alanlarına girmesi ve ilk yumurtayı bırakması esas alınarak yavrulama zamanının analiz edilebilmesi için kullanılıyor, ek olarak da yumur­taların başarılarını ölçebilmek için yavru sayıları inceleniyor. Çekilen toplam 5 bin fotoğrafın %99,3’ü analize uygun bulunuyor. Toplamın %71’inde kar fırtınaları nedeniyle kı­sıtlı görüşü olsa da fotoğraf çekilen alanlardan üçü aynı zamanda insan­ların direkt gözlem yaptığı alanlar, dolayısıyla güvenilirliği artırmak için karşılaştırma imkanı doğuyor.
Karşılaştırmaların sonucunda, fo­toğrafla yapılan analizlerin direk gözlem verilerine göre penguenle­rin yuvaya gelişlerinde 0,9 gün geç sonuç verdiği ortaya çıkıyor. İlk yu­murtanın bırakılmasında ise bu fark 2-6 güne çıkıyor. Bu gecikmelerin çok büyük olmadığı ve ilginç bir şekilde yıllar içinde de tutarlı oldu­ğunu görünce, bu farkın kısıtlı gö­rüş nedeniyle olabileceği yorumunu yapıyorlar. Keza yavru sayıları da pek uyuşmuyor, fotoğraflara göre yavru sayıları aynıyken direkt göz­lem rakamlarına göre yavru sayıları azalıyor.

Yavruların çok küçükken fotoğraf­ta görünmelerinin zor olması, Ocak ayında özellikle ebeveynlerin onları aşırı koruma altına alması nedeniy­le; yavrular biraz daha büyüyünce ve annelerinden babalarından ayrı takılmaya başladıklarında ölçsek, as­lında daha tutarlı sonuçlar alabiliriz, diyorlar. Sonuçta çok küçük detayla­rı direkt gözleme göre daha az edi­nebilsek de, bu uzaktan kameraların değişimi gözlemlemek için iş gör­düğü sonucuna varıyorlar ve zaten devamında bu çalışmayı uçan deniz kuşları için de yapmaya başlıyorlar.

Kaç para kaç’a gelecek olursak; 3 bölgede 20 kamerayı 10 sene prog­ramlamak tahmini 144 bin avro tutuyor. Bu paranın içinde perso­nel, makine, tesisat her şey var. Bu maliyet 1,4 milyon avro gerektiren direkt gözlem için devede kulak kal­dığından, bu küçük farklar yok olup gidiyor ve objektiflerimiz başka tür­lerin peşine düşüyor.
https://ec.europa.eu/environment/integration/research/newsalert/pdf/remote_penguins_monitored_low_cost_camera_network_50si3_en.pdf

EkoIQ Editör