#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Uzaylı Değil Dezenformasyon İstilası!

Henüz Yeni Medya dediğimiz ve taraflar arası etkileşimi merkezine alan iletişim aygıtlarıyla ilgili tartışmalar netlik kazanmamışken denkleme eklemlenen yapay zeka teknolojileri ve toplumun buna uyum sağlama süreci, daha derin ve dikkatli tartışmaları elzem duruma getiriyor. İklim krizinin batağından olduğu kadar, yerkürenin her köşesinde devlet şiddetiyle katledilen çocukların kabusundan da insanlığı kurtaracak şey, doğru ve düzenli bilginin doğru ve düzenli bir bilgi akışı şeklinde sunulmasıdır belki de…

Nihat NUYAN

1938 yılının Ekim ayında, henüz 23 yaşında olmasına karşın gelecekte sinema ve radyoculuk tarihine imzasını atacak yönetmenlerden Orson Welles, her zamanki gibi radyo tiyatrosu için mikrofonun başına geçti. CBS Radyo adına yaptığı programa, Cadılar Bayramı nedeniyle seçtiği oyun, Herbert George Wells’in “Dünyalar Savaşı” romanından bir bölümdü. Sesinin bütün ihtişamıyla radyo yayınında tiyatral bir performans sergileyen Orson Welles, uzaylı istilası ile ilgili oyununun bir bölümünde kurgu gereği haber bülteni de sunuyordu. O dönemde adı sanı pek bilinmeyen yeniyetme bir sanatçı olan Welles’in programının pek de dinleyeni olmamasının bir sonucu olarak, haber bültenleri arasında radyo yayınlarını karıştıran bazı dinleyiciler şu şekilde bir anons ile karşılaştı:

“Dikkat, dikkat. Marslılar Dünya’ya saldırıyor. Korkunç bir uzaylı istilasıyla karşı karşıyayız.”

Orson Welles’in radyo oyunundaki bu bölüm bir haber bülteni taşlamasıydı ve yaklaşık 20 kişilik ses sanatçısı ekip; polis sirenleri, patlama sesleri arasında dinleyicinin inandırıcı bulması için sesinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmakta, saldırı altındaki New York meydanlarından muhabir rolünde canlı yayına bağlanıp durumun ne denli korkunç olduğunu anlatmakta ve hatta patlamalar neticesinde ölmekteydi. Amerikalı yetkililerin devreye girdiğini fakat yetersiz kaldığını anons eden Welles için birinci perdeyi bitiren cümle, zehirli gaz saldırısının başladığı yönündeydi…

Kuşkusuz, radyo oyununa denk gelen kimi dinleyicilerin tam da haber bülteni hicviyle konuya müdahil olmaları; Welles ile ekibinin olağanüstü inandırıcılığının bir mükafatı olarak korkunç bir panikle sokağa dökülmeleriyle son buldu. Radyo oyununun ikinci perdesi henüz oynanırken başta New York ve New Jersey olmak üzere birçok Amerikan şehrinde kaos hızla yayıldı. Ne yazık ki ölümler yaşandı ve çok sayıda yaralı kayda geçti. Ertesi gün basında yer alan haberler neticesinde bunun bir radyo tiyatrosu olduğu nihayet anlaşıldı, lakin iletişim tarihine Dünyalar Savaşı olarak geçen bu konu, yüzyıla yakın bir süredir medya kanallarının toplum üzerindeki etkisinin en net örneklerinden biri olarak görülmeye devam ediyor.

Elbette söz konusu olan radyo tiyatrosunun aracı olarak radyo yayınının buradaki hiyerarşik rolünü de göz ardı etmemek gerekir. 1960’lı yıllarda iletişim kuramcısı Marshall McLuhan tarafından ortaya atılan “Araç, mesajdır” (Medium is message) kavramının ifade ettiği gibi; medya aracı, iletinin anlamını belirleyen şeydir. Kabaca gazete ile başlayan ve radyo ile devam eden kitlesel iletişim ağında bilginin yayılma hızı, endişe verici bir düzeyi de işaret ediyordu. Halihazırda tartışılan kavramlardan biri olan “Küresel Köy” de McLuhan tarafından medya araçlarının iletişim kurma ve haber yayma etkisine vurgu yapıyordu. Televizyonun gücünün dorukta olduğu; Neil Postman’ın kaleme aldığı Televizyon: Öldüren Eğlence kitabının henüz başlığının dahi olayın vahametine açıklık kazandırmaya yettiği yıllardı. Medyumu yani aracı kontrol etmek, mesajı kontrol etmek anlamına geliyordu ki iletiler akışını hızlandıran şey 1990’larda yaygınlık kazanmaya başlayan internet olacaktı. Sosyolog Manuel Castells’in adını koyduğu Enformasyon Çağı başlamıştı artık.

Bilginin Kontrolü, Toplumun Kontrolü

Bilgi akışıyla ilgili kuramsal tartışmalar bir yana, bilimkurgunun ve dahi distopyanın yüz yılı aşkın öngörülerindeki haklılık üzerine düşünmek gerekiyor. Postman’ın adı geçen kitabına yazdığı önsözde de vurguladığı üzere; George Orwell, 1984 romanında serbest bilgi edinmenin yasaklandığı bir gelecek tahayyülünde bulunuyordu. Bilgi oldukça değerli haldeydi ve toplumdan gizleniyordu. Kitaplar yasaklanmış, medya araçları diktatoryal güç odağında toplanmış halde idi. Oysaki Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sında bilgi akışı öylesine serbest bırakılmıştı ki, muazzam bilgi ve haber akışı arasında toplumun bilinçsiz bir tekdüzeliği sağlanmıştı… Kuşkusuz günümüzün Yeni Medya araçlarına ve onlardan elde edilen bilgi akışının ulaştığı boyuta bakınca Huxley’in öngörülerindeki haklılığı yadsımamak gerekir çünkü düzensiz ve asimetrik bilgi akışının yarattığı karmaşanın tam ortasında, internet ve yapay zeka teknolojileri tarafından daha da sömürülmüş ve güdülenmiş bir vaziyete gelmemenin mücadelesine girişmek için son aşamada olabiliriz. Zira bütün bir insanlık tarihince teknoloji ve bilişim adına katedilen yolun son birkaç yılda aşkın bir düzeyde yerle bir edilerek geçilmesi, bu endişeyi tetikleyici dinamiklere de sahip.

Orwell ve Huxley’in öngörülerinin dayandığı Yevgeni Zamyatin ve onun Biz adlı romanı, totaliter rejimlerin bugününe aydınlık kazandırırken toplumun denetlenen bilgi akışlarıyla tek tipleştirilmesine odaklanır. Zamyatin’in tek yanılgısının yaklaşık beş yüz yıllık bir hata payı olduğu iddia edilebilir. 26. yüzyıl dünyası tasvirinin 21. asrın gerçekleriyle gittikçe benzeştiğini söyleyebiliriz. Doğadan koparılan insanların “benlik” algıları yok edilmiş, bürokrasi ve teknolojiye teslim olmuş bir “bizleşme” söz konusu haldedir. Artık kişisellik yoktur. Herkesin devletçe belirlenen numaraları vardır. Saydam duvarlar ardında her hareketi ve söylemi iktidar tarafından izlenen, denetlenen ve dahası belirlenen bir toplum inşa edilmektedir… Neticede distopik bir roman. Yaklaşık yüz yıl önce yazıldığını unutmayalım. Çünkü henüz özgür olduğumuzu düşünecek denli iyi niyetli bir umut sarmalında olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmemiz zaman alabilir. Nihayetinde Huxley’in kendi kitabının önsözünde değindiği gibi;

“Tabii ki yeni totaliter sistemin eskisine benzemesini gerektirecek hiçbir neden yok. Polis copu ve idam mangaları, yapay açlık, toplu hapsetmeler ve toplu sınır dışı etmeler yoluyla devlet, yalnızca insanlık dışı değil (bugünlerde buna kimse pek aldırmıyor); açık şekilde yetersizdir – ve ileri teknoloji çağında yetersizlik, Kutsal Ruh’a karşı işlenmiş bir günahtır. Gerçekten etkili totaliter devlet, siyasi patronların ve onların yönetici ordularının tüm güçleri kendisinde toplayan hükümetinin, kölelerden oluşan nüfusu köleler köleliklerini sevdikleri için zor kullanmaksızın kontrol ettikleri devlettir. Günümüzün totaliter devletlerinde köleliği sevdirmek, propaganda bakanlıkları, gazete yayıncıları ve okul öğretmenlerine verilmiş bir görevdir. Ancak yöntemleri halen kaba ve bilim dışıdır.”

Hiç kuşkusuz bugünün hezimetlerini geçmişin kabul görmeyen öngörüleri olarak nitelendirebiliriz. Henüz Yeni Medya dediğimiz ve taraflar arası etkileşimi merkezine alan iletişim aygıtlarıyla ilgili tartışmalar netlik kazanmamışken eklemlenen yapay zeka teknolojileri ve toplumun buna uyum sağlama süreci, daha derin ve dikkatli tartışmaları elzem duruma getiriyor. Bilginin çarpıtılarak toplumun politik algısının yönlendirildiği bir zeminde; doğru bilgiyi oluşturup dağıtmak kadar bilginin doğruluğundan emin olmak ve bilgi akışından kaynaklı düzensizliği gidermenin de araçlarını yaratmak gerekiyor. Her ne kadar Carl Sagan’ın ifade ettiği gibi, bir insanı doğru bildiği şeyin yanlış olduğuna ikna etme çabasının beyhudeliğinde -ki o insan için yanlışıyla yüzleşmektense doğruyu inkar etmek daha pratik ve kurtarıcıdır, kültürel baskı ve denetim mekanizması olarak itaati muştulayan mitlerden olduğu kadar, var olan baskıcı iktidarların sözcülüğüne soyundukları için doğru bilgi diye, dayatılan bilgiyi tekrar eden kanaat önderlerinden de dikkatle imtina etmenin lüzumu ortada. İklim krizinin batağından olduğu kadar, yerkürenin her köşesinde devlet şiddetiyle katledilen çocukların kabusundan da insanlığı kurtaracak şey, doğru ve düzenli bilginin doğru ve düzenli bir bilgi akışı şeklinde sunulmasıdır belki de…

ekoIQ dergisinin 112. sayısını buradan okuyabilirsiniz!

Nihat Nuyan

#ekoIQ Editörü | Politik Kamera