#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
vandana shivanin calinan hasadi

Vandana Shiva’nın Çalınan Hasadı

Umut Tohumları ya da VANDANA SHIVA
Biyolojik çeşitliliğin ve geleneksel tohumların, çok uluslu biyogenetik şirketleri tarafından tahakküm altına alınmasına karşı yazdığı “Çalınmış Hasat” kitabı ile hem dünyada hem de Türkiye’de gerçek bir fenomene dönüşen Vandana Shiva, aslında kuantum fiziği üzerine çalışan bir bilim kadınıydı. Ama peşine düştüğü kaderi onu, Hindistan’ın en ücra köşelerinde kaybolmaya yüz tutmuş tohumların peşine düşürdü.
Yazı: Balkan TALU

Yüzyılların İngiltere sömürgesi Hindistan çağ atlıyordu. 1965 yılına kadar kendi kendini besleyemeyen, açlığın kol gezdiği ülke, zirai alandaki teknolojik gelişmelerle tarım ihraç eder hale gelmişti. Yoğun gübre, geliştirilmiş sulama sistemleri ve biyolojik olarak geliştirilmiş yeni tohumlar, verimi kat be kat artırıyor; insanlara yeni bir hayatın kapılarını aralayacak gibi görünen bu teknolojik gelişme, “Yeşil Devrim” ismiyle anılıyordu.
Çalınmış Hasat, Vandana Shiva’nın adını tüm dünyada tanınır hale getiren kitabı oldu.
Doktora tezini Kuantum Kuramı üzerine yapan ama daha çok çevre konusundaki eylemleri, ekoloji ile feminizm arasında bağ geliştirmeye çalışan düşünceleriyle tanınan Vandana Shiva ise başından itibaren Yeşil Devrimin bir aldatmaca olduğunu düşünüyordu. Çiftçilerin refaha kavuştuğu falan yoktu. Tam tersine sonu gelmeyen bir borç batağının içine sürüklenmişlerdi. Shiva’ya göre George Orwell’in 1984 romanı tam da aynı yıl Hindistan’da gerçek olmuştu. Orwell “1984” isimli unutulmaz romanında şöyle yazar: “Sorun, dünyadaki gerçek zenginliğin artmaksızın endüstri çarkını döndürmektir. Üretim sürdürülmeli ama üretilenler insanlara dağıtılmamalıdır. Uygulamada bunun için tek çözüm yolu, sürekli bir savaş durumunda olmaktır.” Aynen Orwell’in romanında ön gördüğü gibi çark dönüyordu ama Shiva’nın ülkesinin insanları bir türlü zenginleşmiyordu.

Orwell’in Kâbusu
Gerçekten de 1984 yılı, Hindistanlılar için savaş ve ölüm dönemiydi. O yıl her şey üst üste gelmişti. Pencap’ta şiddet giderek tırmanıyordu. Sih’lerle Hindular arasındaki çatışmalarda 30 bin insan ölmüştü. Dönemin Hindu kökenli Başbakanı İndira Gandhi’nin askerleri ise misilleme yaparak Sih’lerin en kutsal mekânı olan Altın Tapınak’a girdi. Mavi Yıldız Operasyonunda 100’ü kadın, 75’i çocuk, 800 kişi öldürüldü. O yılın en büyük felaketlerinden biri de Bhopal’daki çevre faciasıydı: ABD menşeli Union Carbide’a ait bir kimya fabrikasında metil izosiyanür gazının sızmasıyla 4 bin kişi uykusunda öldü. Bölgede bugün bile sakat doğumlar devam ediyor. Başbakan İndira Gandhi de aynı sene bir Sih olan koruması tarafından öldürüldü.
Hindistan’ın 1984 karanlığı oldukça uzun sürdü. Ama bu kâbustan bir şekilde uyanmak gerekiyordu. Ve Shiva oturdu, Hindistan’ın en büyük gurur kaynağı olan Yeşil Devrimi yerden yere vurduğu “Yeşil Devrimin Şiddeti” kitabını yazdı. Kitap 1992 yılında yayınlandığında, küresel bilim dünyasında büyük bir sarsıntıya sebep oldu ve Vandana Shiva’ya, 1993 yılında alternatif Nobel Ödülü olarak bilinen “Right Livelihood Award” ödülünü kazandırdı. Artık herkes, akıntıya karşı kürek çeken bu inatçı Hintli kadını tanıyordu. Bu ünü sayesinde Cenevre’de bir biyoteknoloji konferansına davet edildi. Shiva önce “Ben biyoteknoloji uzmanı değilim” dedi ama ev sahibi bilim adamları “Amacımız yeni teknolojilerin envanterini çıkarmak” diyordu. Toplantıda sadece biyoteknoloji uzmanları yoktu ama tuhaf olan bu değildi. Katılan biyoteknoloji uzmanları eski kimya endüstrisinin yöneticileriydi. Aynı isimler şimdi de tohum pazarına girmişlerdi. Suyun başını tutmaya kararlıydılar. Örneğin, tohumların patent haklarını kimselere kaptırmaya niyetleri yoktu. Vandana Shiva sunumları dinledikçe dehşete düştü. Uzmanların niyeti genetik mühendisliği vasıtasıyla insanların temel gereksinimleri üzerinde tahakküm kurmakti. İş planları buydu. Vandana Shiva sonunda söz hakki kendine gelince bu planın bir diktatörlük düzeni olduğunu söyleyiverdi çünkü tohumunu ve biyolojik çeşitliliği korumak isteyen çiftçi hırsız pozisyonuna düşürülüyordu.
Vandana Shiva için, Hindistan’in kurucu önderi olan Mahatma Gandhi’yi hatirlama zamanı gelmişti. Ülkesi kendi pamuğundan üretilen elbiseleri İngiltere’den almaya zorlanirken derme çatma çikriğiyla kendi sarisini kendi dokuyan Gandhi’yi. Ya da İngiltere’ye direnişin fitilini gölden tuz çıkararak ateşleyen Gandhi’yi… Shiva’nın sorusu şuydu: İş dünyasının gelecekteki diktasını engelleyebilmek için nasıl bir çıkrık işe yarardı? Yanıtı “Tohum” oldu. Babası bir orman bekçisi olan Vandana Shiva, babasının ormanları koruduğu gibi tohumlan korumaya karar vermişti. Shiva, yurtdışı gezisinden döner dönmez işe koyuldu ve 1994 yılında dünyanın en büyük tohum koruma hareketi olarak andığı Navdanya’yı kurdu.
“Dokuz Tohum” anlamına gelen ve Hindistan’ın doğal kaynaklarını simgeleyen Navdanya’nın kaynağı, 1982 yılında, yine Vandana Shiva tarafından kurulmuş olan, “Ekoloji, Teknoloji ve Bilim Araştırma Vakfı’ydı.
Shiva kendine örnek olarak Radhelal Herlal Richaria’yı alıyordu. Cambridge Üniversitesinde pirinç üzerine araştırmalar yapan ve Hindistan’ın en büyük pirinç araştırmacısı olan Richaria, köşe, bucak dolaşıp, türleri tek tek tespit etmiş ve yüzlerce tohumu korumaya almıştı. Shiva, Hindistan’da eskiden 200 bin pirinç türü bulunduğunu ilk kez bu saygın bilim adamından duydu. Doktor Richaria, köylülerin gerçek bir bilgeliğe sahip olduğuna yürekten inanıyordu.
Duyduklarından büyük bir heyecana kapılan Vandana Shiva, ailesinin evindeki eski Hindistan botanik kitaplarını ve Himalaya atlaslarını koltuğunun altına alıp erozyona maruz kalmış köylerin yolunu tuttu. Bıkmadan usanmadan köylülere bitki resimlerini gösterip “Bunu yetiştirmeyi hatırlıyor musun?” diye sordu. YerIiIer isimlerini bilmemelerine rağmen fotoğrafIarda gördükIeri bitkileri tanıyorlardı. Ve evet, o bitkileri nasıl yetiştireceklerini biliyorlardı. Navdanya’nın amaçlarından biri de Hindistan’ın sembolü olan o dokuz tohumun mirasını genç kuşaklara taşımak oldu. Navdanya’nın uzun uğraşları sonucu, geçen sene itibariyle, Hindistan’ın dört köşesinde üç bin ayrı tür pirinç yetişebiliyor. 150 çeşit barbunya, elli çeşit buğday, dokuz çeşit hardal tohumu da cabası.

İntihar Tohumları
Navdanya’nın başlattığı Organik Hareketin internetteki tanıtım sayfasındaki başlıkta şöyle yazıyor “İntihar Ekonomisinden Yaşayan Ekonomilere” çünkü Vandana Shiva, GDO’Iu tohumları açık bir şekilde “İntihar Tohumlan” olarak anıyor. Bu adlandırma ilk kez 1997 yılında, ülkenin küresel ekonomiyle en sıkı bağlan olan Andra Pradeş eyaletinde bir çiftçinin intihar haberini okuduğunda aklına gelmiş. Hindistan’da Yeşil Devrimin neden olduğu yoksulluğun binlerce intihara yol açtığı biliniyor. Hayatlarına son veren bu çiftçilerin çoğunun, GDO’lu pamuk üreticisi köylüler olması da herhalde basit bir tesadüfle açıklanamaz.
Peki, ters giden, insanları neredeyse kitlesel intiharlara sürükleyen neydi? Yeni melez tohumlar döl vermiyordu; her sene tekrar satin alınmaları gerekiyordu ve ne yazık ki bunu çiftçilere kimse anlatmamıştı. Terslik buydu. Tek tip tohuma bağimli kilinan çiftçiler sürekli artan bir borç batağina saplaniyorlardi. Ayrica bu melez tohumlarin sağlikli kullanilmasi için çok miktarda ziraat ilaci gerekiyordu ama çiftçilerin o ilaçları alacak paraları da yoktu.
Tek tip tohumlara karşı biyoçeşitliliği savunan Navdanya bu süreçte Hindistan’daki 3 bini aşkın köyü “biyoçeşitlilik” için kayda aldı. Yine Navdanya programi kapsaminda çiftçilerden hükümet yetkililerine kadar 400 bin kişiye eğitim verildi. Shiva’nın savunduğu “biyoçeşitlilik” sadece bir “koruma” işi değil, ayni zamanda “ekonomik yaşamı sürdürebilmeyle” de ilgili. Vandana Shiva, biyoçeşitliliğin önemini şöyle açıklıyor: “Yiyecek için olsun veya ilaç için, enerji için ya da kumaşlar, törenler veya zanaat için olsun, yoksulların yaşamı biyolojik kaynakların zengin olmasına bağlı. Yoksul köylüler bu kaynaklarla çok uzun zamanlardan bu yana tanışıklar ve onları kullanma bilgisine sahipler. Biyoçeşitlilik ne kadar azalırsa yoksulluk da o denli artar.”
GDO ürünlerini de biyoçeşitliliğe karşı bir tehdit olarak gören Shiva’ya göre bu, “İkinci Yeşil Devrim”den başka bir şey değil: “Büyük ‘genetik müdahale’ şirketleri, örneğin genetik olarak değiştirilmiş pirinçte daha fazla A vitamini olduğunu ve nüfusun A vitamini eksikliğini giderdiğini söylüyor. Oysa balkabağı, havuç ve tüm yeşil yapraklı sebzeler zaten mükemmel bir A vitamini kaynağıdır ama bu şirketler böyle söylemeyip, pirinçteki ‘fazladan’ ve ‘doğal’ olmayan A vitamininden söz ediyorlar.”
Daha önce de ayni şeylerin yaşandığını savunan Shiva’ya göre Yeşil Devrim genellikle çok fazla su isteyen kültür bitkilerini ön plana çikararak, kurakliğa ve susuzluğa toleranslı darı gibi bitkilerin tamamen ortadan kalkmasina ve dolayısıyla bolluğun yerini kitlik almasina neden oldu.
İşte Vandana Shiva bu inanılmaz gidişe dur dedi ve intihar kuşağından bir umut tohumlan programı başlattı. Shiva’nin görüşleri açık ve netti: Doğa dediğimiz şey tek tipçiliğe gelemezdi. Tabiat çeşitlilik üzerine kuruluydu. Yeşil Devrimin tek amacı ise daha fazla kimyasal satmaktı. Vandana Shiva, “Biyokorsanlık,” ” Çalınmış Hasat,” “Su Savaşlari,” “Petrol Değil; Toprak” kitaplarında hep bu konuyu işledi. Çeyrek asır boyunca tek tip zihinlere savaş açtı.
Vandana Shiva, dilimize pelesenk olan ama bizim de anlamiı üzerinde çok düşünmediğimiz, “sürdürülebilirlik” kavramını, aynı anda hem insan hem doğa merkezli ele almamız gerektiğini savunuyor. Esas amaç, insanın da doğanın da nefesinin kesilmemesi ve insanların mutsuzluğa mahkûm olmaması. Vandana Shiva, çeyrek asırdiır bir kâbusu rüyaya döndürmeye çalışıyor; intihar tohumlarını kaldırıpp çalınmış hasatlarımızı geri kazanmaya çalışıyor. Nefeslerimizin kesilmemesi için.

EkoIQ Editör