Wikileaks belgelerinden öğrendiğimize göre dünyayı en fazla kirleten ABD ve Çin iklim değişikliği konusunda da süreci kendi çıkarlarına göre şekillendirmek için siyaseten kirli işler çeviriyorlarmış… ki insan buna hiç mi hiç şaşıramıyor. İklim değişikliğiyle ilgili düzenlemeler, bu iki sanayi devinin var olan ekonomik düzenlerini bir şekilde etkileyecek. Hızla büyüyen ve zenginlik biriktiren (büyürken ve biriktirirken de aynı hızla dünyayı kirleten) Çin’in üzerinde büyük bir baskı var ve Çin bu baskılara kulaklarını toptan kapayamaz. Çin’in iklim değişikliği ve çevrenin korunması yönünde atacağı adımları n sebebinin “samimi duygular” olduğuna inanmak pek mümkün değil. Neticede son yıllarda çevre ile ilgili duyarlılıkları artan Avrupalı ve Amerikalı tüketiciler çevreyi umursamayan bir ülkenin mallarını almayı reddedebilir ve bu potansiyel tehlike Çin’i ekonomik kaygılarla bir şeyler yapmaya zorlayabilir. Belgelerden gördüğümüz kadarıyla Çin endişeli ama endişesinin sebebi dünyanın geleceği falan değil. Wikileaks belgelerinin ortaya döktüğü gerçek şu: Bu iki ülke, yani ABD ve Çin, oturup bir kâr zarar hesabı yapıyor ve korkunç bir bencillikle iyi bir şeyler yapıyormuş gibi görünüp dünyayı kandırmaya çalışıyorlar. Hikâye küçük Bush’un başkanlığı döneminde başlıyor. Çin ve ABD, 2007’de bir stratejik ve ekonomik diyalog süreci başlatıyor ve süreç Obama yönetimi zamanında da devam ediyor. 15 Mayıs 2009 tarihli bir ABD elçiliği belgesinde, Hillary Clinton’ın Çin ziyareti sırasında iki ülkenin enerji ve iklim değişikliği konusunda yeni bir ortaklık modeli üzerinde anlaştıkları belirtiliyor. Bu tumturaklı “ortaklık” lafının arkasında yatan gerçek şu: Pekin ve Washington, Kopenhag’da yapılacak iklim değişikliği zirvesinin çıkarlarına zarar vermeyecek sonuçlarla nihayetlenmesi için ortak hareket etme konusunda anlaşıyorlar. Belgelere göre, iki ülke arasındaki bu sıkı fıkı “diyalog” Avrupalı ülkelerin dikkatinden kaçmıyor ve Avrupalılar bu işte bir bit yeniği olduğunu düşünmeye başlıyor.
Çin, çevrenin korunması amacıyla alınacak tedbirlerin maliyetinden kaçınmaya uğraşıyor. ABD ve Çin’in çıkarları bir noktada ortaklaşıyor ve kendileri için en avantajlı durumu yaratmak için beraber hareket ediyorlar. Amerikan diplomatları hazırladıkları bir belgede Çin’in çevrenin korunması için yapması gereken yatırımların miktarının beş yılda 175 milyar dolara ulaşacağını hesaplıyor ve tavsiyeleri de şu oluyor: “Amerikalı şirketler bu yatırımlardan büyük bir pay alabilir”. Bu yüzden, Çin’e ABD’li politikacıların biri gidiyor öteki geliyor ve “ortaklığı” pekiştiriyorlar.
ABD İstatistiklerle Yalan Söylüyor
Yine Wikileaks belgelerinin teyit ettiğine göre “politikacılar yalan söyler”. Eylül 2009’da ABD Dışişleri Bakanlığı elçiliklere bir nevi halkla ilişkiler kampanyası başlatılması emri veriyor. ABD diplomatlarının görevi, Obama’nı n iklim değişikliği konusunda yeni bir yaklaşım benimsediğini, önlerine sera etkisi yaratan gazların salımının yüzde 17 oranında azaltılması gibi bir hedef koyduğunu anlatmak. Fakat bu durum Avrupalıları kuşkulandırır. Çünkü “yüzde 17 hesabını” yaparken ABD, 2005 verilerinden yola çıkmakta ancak kıyaslama 1990 yılına göre yapılmaktadır. ABD’li diplomatlar Avrupalıları ikna etmeye çalışırlar: “Bizim koyduğumuz hedef dünya sıcaklığının 2 Derece artmasıyla ilgili mutabakata uygundur”.
Aralık 2009 Kopenhag zirvesi bu çı- kar çatışmaları yüzünden tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlanır. Avrupalılar olan biteni kenardan izlemekle yetinirler. Çin, Hindistan, Güney Afrika ve Brezilya delegasyonları bir otel odası nda toplanıp ortak tavır benimserler. Ortaya bir anlaşma değil muğlak bir sözleşme çıkar. Belgelerin gösterdiğ ine göre Kopenhag zirvesinden bir ay sonra, zirveye katılan Alman müzakereciler “Avrupalıların, ABD ve Çin arasındaki görüşmelere dahil edilmedikleri için son derece mutsuz” oldukları nı söylemektedir. Anlaşılan Avrupal lar ABD ve Çin arasındaki görüşmelerin gizli olmasından değil kendilerinin niye bu gizli görüşmelere katı-lamadıklarından yakınmaktadır.
Havuç ve Sopa mı, Diplomatik İncelik mi?
ABD’nin iklim değişikliği konusunda oynadığı oyunların haddi hesabı yok gibi görünüyor. Güçlü bir ülke olarak, güçsüzleri ve bağımlıları hizaya çekmek için her yolu deneyebiliyor. Mesela iklim değişikliği konusunda kendi politikalarını desteklemeleri karşılığında geri kalmış ülkelere ekonomik “yardım” yapabileceğini söylüyor. Tabii bu durum dışarıdan “hoş bir ortaklık” gibi görünüyor. İşte bunun bir örneği 26 Şubat 2010 tarihli bir ABD elçilik belgesi. Maldivler’in ABD’deki elçisi Washington’da bir dizi temasta bulunuyor. Amerikan hükümetinin iklim değişikliği müzakerelerini yöneten en tepedeki ismi Jonathan Pershing ile de bir araya geliyor. Hoşbeş ve genel mevzuların konuşulmasının ardından sadede geliniyor. Pershing, Maldivli diplomata “ülkesinin iklim değişikliği programına uyum için nasıl adımlar attığını” soruyor ve “Kopenhag sözleşmesinin ekonomik yardım konusunda bir çerçeve çizdiğini, geri kalanın prosedür olduğunu” ekliyor. Maldivli diplomat mesajı almış olacak ki hemen büyük ülkelerin, Maldivler gibi küçük ülkeleri desteklemesinin ehemmiyetinden başlayıp, kendi ülkesindeki maliyeti 50 milyon doları bulan üç beş projeden bahsediyor.
Pershing, Kongre’den yardımın geçmesi için diplomattan projeleri daha da detaylandırması nı istiyor. Bu destekten mutlu olan elçi Ghafoor, Obama’nın Maldivlere yapacağı ilk ziyaret esnasında iklim değişikliği konusunda dünyaya bir mesaj vermesini teklif ediyor. Hatta Guantanamo’daki bir tutukluyu Maldivlere alma sözü bile veriyor. Böylece ortaya pek hoş bir resim çıkacaktır; ABD çevre ile ilgili sorunları çözmeye çalışan bir ülkeye yardım etmektedir. Bunun karşılığında da Maldivler iklim değişikliği politikalarının oluşturulmasında ABD’ye yardım edecektir. Böyle karşılıklı göndermeli üstü kapalı, hoş sohbetlerin yanında ABD’nin ülkeleri alenen zorladığı durumlar da yaşanmıyor değil. İşte 2 Şubat 2010 tarihli bir ABD elçilik belgesi. Konu 31 Ocak 2010’da Etiyopya, Addis Ababa’da, ülkenin Başbakanı ile ABD misyonu arasında yapılan bir toplantı. Toplantıda ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Otero, Etiyopya Başbakanı Meles’den açıkça Etiyopya’nın Kopenhag sözleşmesini imzalamasını istiyor. Meles, Afrika Birliğini iklim değişikliği müzakerelerinde temsil eden isim. Guardian gazetesinin notu: Kası m 2010 tarihi itibariyle ABD çıkarlarına uygun bir belge olan Kopenhag sözleşmesini desteklediğini açıklayan ülke sayısı 140’a ulaşmıştır.
Hele Bi Sor: “Neden ABD Politikalarını Eleştirmiyoruz?”
Benzer taktiklerin, diplomatik manevraların ve gücün sadece ABD değil AB tarafından da kullanıldığını görüyoruz. Herşey kapalı kapılar ardında ve hiç de demokratik olmayan bir tarzda yürütülüyor. Örneğimiz; 17 Şubat 2010 tarihli bir belge. Konu ABD’nin ulusal güvenlik danışmanlarından Michael Froman’ın Brüksel’deki temasları. Froman, AB’li bürokratlar ve politikacılarla birçok konuyu ele alıyor. Bunların arasında iklim değişikliği ve çevreyle ilgili mevzular da var. Görüşme esnasında AB’nin iklim değişikliği müzakerecisi Hedegaard, Froman’a şöyle diyor “Umarız ki Amerika fark etmiştir, daha yapıcı bir tutum sergileyebilmek için ABD politikalarını eleştirmiyoruz”. Sohbetin bir noktasında Froman, Nikaragua, Küba ve Ekvator gibi iklim değişikliği müzakerelerinde sorun çıkartan ülkeleri devre dışı bırakmanın, marjinal hale getirmenin gerekliliğinden söz açıyor. Hedegaard’ın cevabı şöyle: “Ne kadar ironik değil mi? Bu ülkeler en fazla ekonomik yardı mı AB’den alıyor ama gel gör ki Küba başka ülkeleri Kopenhag sözleşmesini imzalamamaları yönünde ikna etmeye çalışıyor”. Bu noktada Küba’nın Kopenhag ve iklim değişikliği gibi konularda ne düşündüğüne, yine ABD diplomatları tarafından hazırlanan, 7 Ocak 2010 tarihli elçilik belgelerinden bakalım. Eski Küba lideri Fidel Castro yazdığı makalelerde ABD ve dünyanın zengin ülkelerinin Kopenhag zirvesinde yapmaya çalıştıklarının Kyoto anlaşmasının bağlayıcı hükümlerini ortadan kaldırmak olduğunu belirtiyor. Belgelere göre Küba’nın ana itiraz noktası Kopenhag sözleşmesinin özü değil; Küba, Venezüella ve Bolivya gibi ülkelerin müzakere sürecine dahil edilmemesidir. Yine belgelere göre Fidel Castro, iklim değişikliğinin mağdurlarının küçük ve fakir ülkeler, sorumlusunun ise gelişmiş kapitalist ülkeler olduğunu düşünüyor.
Wikileaks’e geri dönelim ve başka ülkelerin de istediklerini elde etmek için rüşveti nasıl kullandıklarını, Hollanda ile ilgili bir örnekte görelim. 28 Şubat 2010 tarihli bir belge. Konu Hollanda’nın Kopenhag sözleşmesine desteği. ABD’li diplomatların hazırladığı belgede, Hollanda hükümetinin iklim değişikliği konularından sorumlu müzakerecisi Sanne Kaasjager’in, kendilerinden ekonomik yardım alan ülkelerde bulunan elçiliklere gönderdiği bir mesajda Hollandalı diplomatların bu ülkelerin Kopenhag sözleşmesine desteğini sağlama yönünde çalışmalarını istediği notu var. ABD’li diplomatların değerlendirmesi şöyle “Bu, Hollanda gibi daha önce ekonomik yardımı siyasi maksatlarla kullanmayı reddeden bir ülke için görülmedik bir durum”. Şubat ayı ortalarında Hollandalı diplomatlara gelişmekte olan ülkeleri iklim değişikliği konularında nasıl yönlendireceklerine dair bir seminer veriliyor.
Dr. Mustafa Jafari’nin Çiğnenen Onuru
2 Eylül 2008 tarihli bir belgede ise ABD’nin, uzman İranlı bir bilim adamının İklim Değişikliği Hükümetlerarası Panel’indeki üst düzey bir göreve seçimini nasıl engellemeye çalıştığı anlatılıyor. ABD’li diplomatlar, konusunda yetkin bir bilim adamı olan Dr. Mustafa Jafari’nin seçilmemesi için Panel’in başkanlığını yürüten Rajendra Pachuri’yi ikna etmeye çalışıyorlar. Diplomatlar ayrıca, Avusturya, Mali ve Arjantin delegasyonları ile de bu konuda temasa geçiyorlar. ABD, böyle bir komitede hem Amerikalı hem de İranlı şahısların görev almasını oldukça “sorunlu” görüyor. Bir pazarlık sürüyor. 15 Ağustos 2008 tarihli belgeye göre Norveç, ABD’nin İranlı bilim adamının seçiminin engellenmesi planını uygun görüyor ama Norveçli adayın desteklenmesini istiyor ABD’den. Neticede İranlı bilim adamı söz konusu bu göreve seçilmiyor. 21 Ocak 2010 tarihli bir Wikileaks belgesi. Konu Vatikan ve Papa’nın Kopenhag planına desteği 20 Ocak’ta yapı lan bir toplantıda Vatikan’ın iklim değişikliği konularından sorumlu görevlisi Dr. Paolo Conversi ABD’li diplomatlarla yaptığı bir görüşmede Papa’nı n Kopenhag sürecinin hızlı ilerlemesi yönündeki dileğini aktarıyor. Conversi, diğer ülkeleri Kopenhag sözleşmesini kabul etmek için gizli ikna faaliyetleri yürüteceklerini belirtiyor. ABD’li diplomatların Washington’a gönderdikleri rapora şu not düşülmüş: “Conversi’nin verdiği destek çok önemlidir. Çünkü Vatikan genellikle lobi faaliyetlerine katılmak suretiyle bağımsızlığından ve elinde tuttuğu ilahi otorite pozisyonundan ödün vermeye yanaşmaz. Vatikan’ın lobi faaliyetlerine desteğinden çok daha önemli olan nokta, Papa’nın sahip olduğu güç sayesinde Katolik ülkeler ve diğer ülkelerde bir kamuoyu yaratılabilecek olmasıdır”.
Dalay Lama: “Çevre Siyasetten Önce Gelir”
Wikileaks’de yer alan Amerikan belgelerinde ilginç notlar da var. Mesela 10 Ağustos 2009 tarihli bir dokümanda ABD’li diplomat Timothy Roemer’in Dalay Lama ile görüşmesi rapor edilmiş. Bu görüşmede Dalay Lama, Tibet’te çevre ile ilgili konuların siyasetten daha öncelikli olduğunu belirtiyor. Dalay Lama, ABD’lilere Çin ile Tibet’teki çevre konularını öncelikli olarak görüşmelerini zira Tibet’te siyasi bir çözüme ulaşılabilmesi için Tibetlilerin 5- 10 yıl daha bekleyebileceğini söylüyor. Lama uluslararası camianın Tibet’teki çevre sorunlarına -buzulların erimesi, ormanların yok olması, madencilik faaliyetleri yüzünden suların hızla kirlenmesi gibi- odaklanması gerektiğini belirtiyor. Daha sadece yüzde bire yakını açılan Wikileaks belgelerinden çevre konuları na düşenler şimdilik böyle. Belgeler açıldıkça, dünyamızın ve çocuklarımızın geleceğine dair kapalı kapılar ardında neler konuşulduğuna dair bakalım daha neler göreceğiz…
Rompuy : “Ne Olacak Bu Kopenhag’ın Hali”
4 Ocak 2010 tarihli bir başka belge. ABD elçisi, Brüksel’de AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy ile kahve içip, Afganistan, Kopenhag Zirvesi gibi konulardan bahsediyor. Belgeye göre Rompuy, Kopenhag Konferansını tam bir felaket olarak değerlendiriyor. Sebebi de Avrupa’nın bu konferansta kenarda bırakılması. Rompuy, Meksika’da yapılacak iklim değişikliği toplantısının da aynı şekilde başarısız olacağını düşünüyor. Rompuy’a göre çok taraşı görüşmelerin iklim değişikliği sorununu çözmeye hiç bir faydası yok ve bu sebeple AB ile ABD arasında bir görüşme ayarlamaya çalışıyor. AB ile ABD arasında bir anlaşmaya varıldıktan sonra Çin’le masaya oturulmasını öneriyor Rompuy. Yani yine her şey gizli kapaklı olsun, diplomatik manevralar yapılsın, alınsın verilsin, kamuoyuna en sonunda açıklamalar yapılsın…