#ekoIQ Özel Sektör Yağmacıdan Kurtarıcıya
Özel Sektör

Yağmacıdan Kurtarıcıya

Yazı: İdil ÇETİN

Ray Anderson, hayatının 54 yılını iş ve endüstri dünyasının içinde geçirmiş bir mühendis ve işadamı. Hikâyesinin neden ilginç olduğunu anlamak içinse en başa dönmek gerekiyor. 1956 yılında Georgia
Teknoloji Enstitüsünden endüstri mühendisi olarak mezun olan Anderson, 14 yıldan uzun bir süre boyunca pek çok şirkette çalışır. 1976 yılında girişimciliğe el atmaya karar verip, işletmeler ve konutlar için modüler halılar üreten şirketi Interface’i kurar. Rekabetin yüksek, kâr payınınsa düşük olduğu bu endüstri dalında, milyar dolarlık bir şirkete sahip olma hayaliyle yola çıkan Anderson o yılları kendisi anlatıyor: “Tek istediğim ayakta kalmaktı. Dünyaya neler yaptığımız hakkında tek bir kere bile kafa yormamıştım.” Halı imalatında dünya birincisi olma hedefinden başka bir şey düşünemez bir halde, üretimin yüzlerce galon atık suya ve çevre kirliliğine yol açan dokuz yüze yakın maddeye mal olmasını pek de umursamaz.
1994 yazında şirketinin çevreye dair vizyonuyla ilgili bir konuşma yapması gereken Anderson, birkaç parlak fikir bulma umuduyla Paul Hawken’ın The Ecology of Commerce (Ticaretin Ekolojisi) kitabını okumaya başlar. Yıllar boyunca dünyanın dört bir tarafında yaptığı yüzlerce konuşmasında bahsettiği, kendi deyimiyle, göğsüne bir mızrak gibi saplanan, gözlerini açan, ayaklarının altındaki toprağı yerinden eden ve bütün hayatını değiştiren kitap işte budur. Hawken’ın argümanının ilk kısmı tanıdıktır: İş ve endüstri dünyası yaşadığımız gezegeni mahvetmektedir.
Argümanın Anderson’ı derinden etkileyen kısmı ise ilkini takip eden cümlede gizlidir: Dünyayı bu karmaşadan kurtarabilecek kadar güçlü olanlar sadece iş ve endüstri dünyasının liderleridir. Hawken kitabında Anderson’ı dünyayı yağmalamakla itham etmekten de geri kalmaz.
Anderson kitabı okuduktan sonra Interface’te köklü bir değişim yapmaya karar verir. 1995’te şirket çalışanlarıyla beraber yeni bir plan hazırlarlar. İşe, Interface’in o zamana kadarki özelliklerini belirlemekle başlarlar. Buna göre Interface, topraktan hammadde çıkaran, “al-yap-israf et” çizgisel işleyişine sahip, fosil yakıtlardan elde edilen enerjiyle çalışan, işgücü verimliliği odaklı bir şirkettir.
Hazırladıkları yeni plana göreyse, Interface’i, topraktan hammadde çıkarmak yerine yenilenebilirliğe yönelmiş, çizgiselden ziyade döngüsel, fosil yakıt enerjisi yerine güneş gibi yenilenebilir bir enerjiyle işleyen, israfta bulunmayan, işgücü verimliliğinin yerine kaynak verimliliğini koyan bir şirkete dönüştürmeye karar verirler. Bütün bu sürecin en ilginç yanıysa, Anderson’ın ve diğer Interface çalışanlarının bir kitaptan bu kadar etkilenip bir hevesle yepyeni bir düzen kurmaya karar veren romantikler olarak kalmaktansa (ne de olsa modern dünyada böylesi çok daha tanıdık bir görüntü), bu planı bunca yıldır uygulamalarındaki ısrar olabilir.

Sürdürülebilirlik Dağı
1995’te hazırlanan yeni planın ardından sürdürülebilirlik Interface için başlı başına bir amaca dönüşür. Anderson, sürdürülebilirliği “yerkürenin hızla ve doğal yollarla yenileyemediği hiçbir şey almamak ve biyosfere hiçbir zarar vermemek” olarak tanımlıyor. Interface’in sürdürülebilirliğe dair ulaşmak istediği ve Mission Zero (Görev Sıfır) olarak adlandırdığı nihai hedef, yerküreye sıfır etkide bulunup, sıfır iz bırakmak. Bu hedefe ulaşmak için belirledikleri yedi aşamalı bir Sürdürülebilirlik Dağı şeması var. Anderson’a göre bu dağ tıpkı Everest’e benzese de, tırmanılması çok daha zor. Dağın ilk aşamasında israfı işleyişin her alanında tamamen ortadan kaldırmak bulunuyor. Bu aşama, kullanılan kaynak miktarının azaltılması ve basitleştirilmesi, böylece daha önceden israf olan şeylerin yeni kaynaklara dönüştürülmesi için, ürünlerin ve üretim süreçlerinin en baştan tasarlanmasını içeriyor. İkinci aşama emisyon hakkında. Bu aşamada ürünler, araçlar ve tesisler, içerdikleri bütün zehirli maddelerden arındırılırken, bacası ve atık su boruları olmayan ve tehlikeli atıklar üretmeyen fabrikalar yapılıyor.

Ticareti Yeni Baştan Tasarla!
Dağın üçüncü aşamasında yenilenebilir enerji var. Interface bütün tesislerini sadece güneş, rüzgâr, çöplük gazı, biokütle, jeotermal, gelgit gibi yenilenebilir enerjilerle işler hale getirmeyi hedefliyor. Döngü tamamlamakla ilgili olan dördüncü aşamayla, sentetik malzemelerin geri dönüşümünü sağlamak, atıkları değerli hammaddeler haline getirmek ve organik malzemeleri, doğal sistemlerine geri dönebilmeleri için saf halde bırakmak amacıyla ürünleri ve üretim süreçlerini yeniden tasarlamak kastediliyor. Beşinci aşama, atıkları ve emisyonları ortadan kaldırmak için kişilerin ve ürünlerin ulaşımını verimli bir biçimde sağlamayı kapsıyor.
Bütün ilgili tarafları konuya duyarlı hale getirmekle ilgili olan altıncı aşama, çalışanlardan ortaklara, tedarikçilerden müşterilere, yatırımcılardan topluluklara herkesin yaşamını iyileştirmek için, sürdürebilirlik ilkeleriyle işleyen bir kültür yaratmayı hedefliyor.
Yedinci ve son aşamaysa, ticaretin yeni baştan tasarlanmasıyla ilgili. Buna göre Interface, kendini bir halı imalatçısı yerine hizmet sağlayıcısı olarak yeniden tanımlıyor ve sürdürülebilirlik temelli bir ticaret oluşturabilmek için müşterileriyle olan ilişkisini yeni baştan şekillendiriyor. Interface’in, ‘sonu olmayan ihtiyaçlar’ algısı yaratmayı hedefleyen klasik bir şirket olmaktan çıkıp, müşterilerinden eski halılarını toplayarak bunlardan yeni halılar imal etmesini buna örnek olarak göstermek mümkün.
Anderson Sürdürebilirlik Dağı’nın zirvesine ulaşıp sıfır iz bırakmakla ilgili amaçlarına ulaşmak için 2020 yılını hedef belirlediklerini söylüyor. Planın uygulanmaya başlanmasından itibaren başarılanlarsa oldukça etkileyici. 1995’ten bu yana yürürlükte olan bu plan sayesinde, su kullanımı yüzde 74, sera gazı emisyonları ton başına yüzde 71, fosil yakıt enerjisi yüzde 60 ve üretim birimi başına toplam enerji kullanımı yüzde 44 azalmış durumda. Bunun yanı sıra, fabrika bacalarının üçte biri ve atık su borularının yüzde 70’i kapatılmış. Üretimde kullanılan toplam enerjinin yüzde 30’u yenilenebilinir enerji kaynaklarından, hammaddelerin yüzde 35’iyse geri dönüştürülmüş malzemelerden sağlanıyor. Çöpe atılan malzeme miktarı ise yüzde 80 oranında düşmüş. Anderson, sıfır israf peşindeki bu yolculukları sayesinde, Interface’in daha önceki işleyişine göre 400 milyon dolarlık sarfiyatı önlemiş olduklarını, bunun Interface’i dönüştürmek için yapılan bütün masrafları karşıladığını, üstüne üstlük satışların üçte iki oranında artması ve kârınsa ikiye katlanması sayesinde, piyasadaki diğer halı imalatçılarının önüne geçtiklerini anlatıyor. Anderson’ın finansal başarısı, çevrecilik ve kazanç arasında tercih yapmakla ilgili miti de böylece yalanlamış oluyor.

Ezber Bozan İşadamı
Ray Anderson’ı, kelimelerin dokunuşuyla bambaşka bir insana dönüşüvermiş, işadamı kimliğini bir kenara atıp ellerini toprağa daldırmış bir çevreci olarak romantikleştirmek pek doğru olmaz. Anderson, Hawken’ın kitabını bitirip kapağını kapattığında hâlâ tam bir işadamıydı, çünkü ilk fark ettiği şeylerden biri halı imalatında ortaya çıkan ve çevreye zarar veren bütün o atıkların aynı zamanda maddi birer israf da olduğuydu. Interface’te gerçekleştirdiği bütün o dönüşümlerin neticesinde kurtulduğu masrafları ve elde ettiği kârları gördükten sonra, sürdürülebilirlik gayretinin sadece yapılması doğru olan değil, aynı zamanda yapılması akıllıca olan şey olduğunu söyleyen de yine kendisiydi.
Ancak, çevrecilikle maddi kazanç arasında kurduğu bu ilişki, Anderson’ın ezber bozan bir tarafı olmadığı anlamına gelmiyor. “Yarının çocukları” tabiri her ne kadar dillere pelesenk olmuş olsa da, kendisi gibi insanların bir gün hapse atılacağını, çünkü hırsızlığın bir suç olduğunu, çocukların geleceğinden çalmanın da bir gün hırsızlık olarak tanımlanacağını söylerken, o çocukların yüzüne bakarak konuşuyor. Bir işadamından hiç beklenmeyeceği üzere, zenginlik ve refah kavramlarının içeriğinin değişmesinin ve “daha az eşyayla daha fazla mutlu olmak” algısının yaygınlaşmasının bütün bir uygarlığı ve ekonomik sistemi nasıl da yeniden şekillendireceğini anlatırken heyecanlanıyor. Bu güzel mavi ve yeşil gezegene yaptığımız kısacık ziyarette ya ona zarar verebileceğimizi ya da yardım edebileceğimizi, meselenin sadece insanlığın sürekliliği değil, bütün bir yaşamsal ağ örgüsüyle ilgili olduğunu üstüne basa basa anlatıyor. Dünyanın ve insanlığın geleceği hakkında söylediği bütün bu güzel sözler, rakipleri arasında birinci sıraya yerleşmiş bir şirketin patronu olarak duyduğu özgüveni gölgelemiyor pek tabii. Günümüzde çevrecilik kimi iş çevreleri tarafından inatla ilerlemenin zıddı olarak algılansa da, Anderson onlarla bir nevi alay ediyor: “Günümüzde etrafa bir göz atmak ve yapmaya çalıştığımız şeyle ilgili rol modelleri bulmak çok zor. Sanırım benim bir rol modeli olmam çok daha muhtemel. Bunu küstahlık olsun diye söylemiyorum; sadece, endüstriyel sistem, etrafınızda görebileceğiniz harikulade modern ürünlere rağmen o kadar çağdışı bir halde ki, herşeyi 300 yıl önce yapıldığı gibi yapmaya devam ediyorlar.”
Paul Hawken ise bir zamanlar dünyayı yağmalamakla itham ettiği Ray Anderson için artık şunları söylüyor: “Bu dünyada umuda ölesiye ihtiyacımız var. Ama eğer umut inandırıcı ve güven verici olmalıysa, gerçeklikle doğrudan temasa geçmelidir. Bunu kimse Ray Anderson’dan daha iyi yapamaz.”

About Post Author