#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Yaşanabilirlik ve Kentlerimiz

Sosyal ilişkiler ve bir yere ait olma duygusu, yaşanabilirliğin temel taşlarından. Ama şehirlerimizde ciddi bir kopuş var. Hem birbirimizle hem de çevremizle olan ilişkilerimizde. Şehirlerimiz yurtiçinden ve yurtdışından büyük göç alıyor. Ve yeni gelenlerin yeni ortamın yaşantısına entegre edilmesi için çalışmalar yok denecek kadar az.

YAZI: Sibel BÜLAY

Dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor. Türkiye’de 2016’da kent nüfusu oranı %73,9’du. Bu nedenle şehirlerde yaşanabilirlik yurtiçinde ve yurtdışında gündemde. 2015’te Birleşmiş Milletler’e (BM) üye ülkeler 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi’ne imza attı ve hedeflerin çoğu kent yaşamıyla ilintili. 2016’da BM ülkeleri HABITAT III toplantısında Yeni Kentsel Gündem’i imzaladı. Yaşanabilirlik uluslararası gündemde böylesine önemli bir yerde olunca, bu konuda araştırma da çok oluyor. Bu çalışmalar arasında kentlerin yaşanabilirliğinin karşılaştırmalı değerlendirmeleri önemli yer tutuyor. Örneğin Avrupa Birliği (AB) üç yılda bir Avrupa’nın 83 kentinde yaşanabilirlik anketi yapıyor. Economist Intelligence Unit (EIU) ve Mercer, her yıl dünya kentlerinin yaşanabilirliğini değerlendiriyor. Bunların dışında da çok sayıda değerlendirme yapılıyor. Kimi her yıl, kimi iki-üç yılda bir… Türkiye’de de TÜİK, CNBC-E gibi kuruluşlar Türk kentlerini değerlendiriyor. Uluslararası kuruluşların tümü İstanbul’u değerlendirme listesine alıyor. Ne yazık ki “dünya kentimiz” İstanbul, yaşanabilirlik konusunda dünya standartlarını yakalayamadığı gibi, son yıllarda daha da geriye düşüyor.

AB’nin anketinde “Kentimde yaşamaktan memnunum” sıralamasında İstanbul 2012’de 77. sıradan 2015’te 83’e, yani son sıraya düşmüş. Üç yıl içinde Ankara 46. sıradan 74. sıraya gerilemiş. Bu iki kentin halkı, mahallesinden de yaşantısından da pek memnun değil.

“Yaşadığım yerden (mahallemden) memnunum” konusunda İstanbul 79., Ankara 77. sırada. “Yaşantımdan memnunum” konusunda ise İstanbul 77., Ankara ise 76. sırada. AB anketindeki “Sizin için yaşanabilirlik konusunda en önemli göstergeler nedir” sorusuna İstanbul ve Ankara halkı aynı cevabı vermiş:

  1. Eğitim
  2. Sağlık Hizmetleri
  3. Ulaşım

Eğitim konusunda 2012’den bu yana 83 kent içinde en büyük düşüş İstanbul ve Ankara’da yaşanmış. Sağlık konusunda memnuniyette en büyük düşüş ise açık ara İstanbul’da. EIU ve Mercer, değerlendirmelerine Türkiye’den sadece İstanbul dahil edilmiş. 140 dünya kenti arasında İstanbul 57,8 puanla 113. sırada. Değerlendirmeye göre 50-60 puan arası alan kentlerde “yaşanabilirlik açısından ciddi sorunlar var”. Mercer’in değerlendirdiği 231 kent arasında İstanbul 133. sırada (2012’de 117. sıradaymış). Arcadis’in Sürdürülebilir Kentler Endeksi ise 100 kenti kapsıyor ve üç ayrı konuda değerlendirme yapıyor. İstanbul çevre konusunda 74., ekonomi konusunda 75., sosyal konuda ise 90. sırada.

İstanbul’da yaşayan biri olarak doğrusu bu sonuçlar beni şaşırtmadı ama çok üzdü. Özellikle güven konusu beni dehşete düşürdü. “Dünya Değerler Anketi”ne göre Türk halkının ancak %10’u birbirine güveniyor. KONDA araştırma şirketinin anketine göre ilk tanıştığı insana güvenenlerin oranını %9. Peki biz bu duruma nasıl geldik? Bunun cevabı sayfalar tutar ve benim burada o kadar yerim yok. Ama vurgulamak istediğim birkaç nokta var.

Sosyal İlişkiler ve Aidiyet
Sosyal ilişkiler ve bir yere ait olma duygusu, yaşanabilirliğin temel taşlarından. Ama şehirlerimizde ciddi bir kopuş var. Hem birbirimizle hem de çevremizle olan ilişkilerimizde. Şehirlerimiz yurtiçinden ve yurtdışından büyük göç alıyor. Ve yeni gelenlerin yeni ortamın yaşantısına entegre edilmesi için çalışmalar yok denecek kadar az.

Türkiye’de gelir dağılımı çok bozuk. OECD ülkeleri arasında sondan üçüncüyüz. En zengin %20’lik kesimin geliri en fakir %20’nin gelirinin yaklaşık sekiz katı. Bunun sonucu ise şehirlerimizde ekonomik ayrıştırma gerçeği. Buna kentsel dönüşümün tetiklediği soylulaştırmayı da eklediğinizde İstanbul’da “mahalleler” arası ekonomik uçurumlar oluşuyor. Kentsel dönüşüm aynı zamanda sosyal bağların kopmasına da neden oluyor. Şehirlerimizde komşuluk ve dayanışmanın en güçlü olduğu yerler eski, tarihi mahalleler. Bu mahallelerde kentin göbeğinde olduğundan rant peşinde olanlar için en çekici alanlar. Mahallelerin “dönüşmesi” komşuluk ve dayanışmayı yok ediyor. Kadınlar için yaşanılması zor bir toplum olduk. Bu hafta İstanbul’a yeni bir “En” eklendi. İstanbul’un dünyada kadınlar için “en” tehlikeli 10. megakent olduğunu öğrendik. Torbadan kadınlarımızın mağduriyetini artıracak, toplumu ayrıştıracak, bir konu daha çıktı. Nikahlarımızı müftü mü kıyacak, belediye mi? Sağ olsunlar, her gün halkımızı ayrıştıracak yeni konular buluyorlar. Mahallelerde yaşam tarzı baskı unsuru haline geldi. Bekir Ağırdır, KONDA anketlerinden çıkan ve birbirimize olan tahammülsüzlüğün boyutlarını ortaya koyan bir örnek veriyor. Eşcinsel komşunuz aşure yollasa ne yaparsınız? Üçte birden fazlası “Almam” demiş. Diğer üçte biri “Alırım ama dökerim” demiş.

Kentlerin tarihi, sembolik değerleri bir bir yok ediliyor. Galataport Projesi Karaköy’ün tarihini siliyor. Ayvansaray, Tophane yıkılıyor ve yerine Disneylandvari Osmanlı mahalleleri kuruluyor. Yetmedi, şimdi de Fatih Belediyesi Topkapı Sarayı’nın Hasbahçe’sini imara açmak için harekete geçti. İngilizce’de bir deyim vardır: Is nothing sacred? Yani “Hiç mi kutsalımız kalmadı?” Korumaya değer hiç mi bir şeyimiz yok?

Merak ediyorum: Bu kadar ayrıştırılmaktan, bu kadar içimize kapanmak/kapatılmaktan gerçekten mutlu muyuz? Bir arada yaşamayı bu kadar zorlaştırmak kime ne kazandırıyor? Halkımız gerçekten bunu mu istiyor?

“Nasıl yaşamak istiyorum” konusunu tartışan toplum, çok farklı görüşleri olsa bile, en azından bir araya gelecek; birbirini dinlemeyi öğrenecek, birbirini tanıma fırsatını bulacak. Bu da böylesine ayrıştırılmış bir topluma iyi gelir diye düşünüyorum.

Yönetişim
İlgi alanım olduğu için gezdiğim şehirlerde yerel yöneticilerle konuşuyorum. “En Yaşanabilir Kentler” listesinde adı geçen kent yöneticileri hep aynı şeyi söylüyor: “Başarımızda en önemli etken halkın planlama ve karar sürecine katılımı.” Yerel yönetimler halka en yakın otorite olduğundan, yerel konularda yetkinin onlarda olması yaşanabilirliğin olmazsa olmazlarından. Bu artık tartışma götürmeyen bir gerçek. Ama bizde karar yetkisi yerel yönetimlerde değil, Ankara’da. Ve halkın karar sürecine katılımı yok denecek kadar az.Türkiye’de nüfusu 50 binin üzerinde olan tüm belediyelerin stratejik plan hazırlaması zorunludur. Kentin vizyon ve misyonunu belirleme, bu sürecin ilk adımı. En azından vizyon belirleme süreci halkın katılımıyla yürütülmeli. “Nasıl yaşamak istiyorsun?”, “Nasıl bir yerde yaşamak istiyorsun?” soruları vizyon çalışmasının başlangıcı olabilir. Böyle bir yaklaşım kentlerimizde yaşanabilirliğin iyileştirilmesi yönünde önemli bir adım olur.
Bir araya gelip bu konuları kendi aramızda, diğer paydaşlarla, yöneticilerle tartışmanın karar sürecine katılım dışında da ayrı bir değeri var. “Nasıl yaşamak istiyorum” konusunu tartışan toplum, çok farklı görüşleri olsa bile, en azından bir araya gelecek; birbirini dinlemeyi öğrenecek, birbirini tanıma fırsatını bulacak. Bu da böylesine ayrıştırılmış bir topluma iyi gelir diye düşünüyorum. Ama nedeni ne olursa olsun, bu konuları toplum olarak daha çok konuşmamız gerek. Bizi yönetenler “Mega projelere”, her şeyin “en büyüğünü” yapmaya çok meraklı. Ve bunlara büyük yatırımlar yapılıyor. Ama anketler bu yatırımların insanlarımızın yaşantısını iyileştiren etkili dokunuşlar olmadığını gösteriyor. Mutlu değiliz. Ankara bunu görse artık…

Sibel Bülay

Akıllı Şehirler Danışmanı | Yaşanabilir Kentler