#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
yeni

Yeni Tehditlere Ne Kadar Hazırız?

“Son yıllarda SARS gibi yeni hastalıklar, artan uluslararası hareketlilikle birlikte dünya genelinde hızla yayılma kapasitesine sahip. Batı Nil Virüsü gibi, insanlara sivrisinekler aracılığıyla bulaşan tehlikeli hastalıklar artık yalnızca tropikal bölgelerde değil, İstanbul gibi büyük şehirlerde de görülebiliyor”

Aynur KOLBAY HÜLYA, MarjinalSosyal Direktörü ve Strateji Departmanı Koordinatörü

Henüz üzerinden çok da uzun zaman geçmeyen, çoğumuzun hatırlamak dahi istemediği Covid-19 pandemisi, yalnızca yaşamlarımızı ya da sağlığımızı değil, küresel sağlık sistemlerini de kökünden sarsan bir deneyimdi. Bu süreçte, uluslararası seyahat ve ticaretin virüsleri hızla yayabileceğini ve dünyanın dört bir yanındaki sağlık altyapılarının nasıl zorlandığını hep birlikte gördük ve deneyimledik. Pandeminin etkileri sona ermiş gibi görünse de halk sağlığı hâlâ farklı ve tehlikeli virüslerin tehdidi altında. İşte tam da bu nedenle ilerleyen süreçlerde karşımıza çıkacak yeni tehditlere karşı sağlık sistemlerinin ne kadar hazır olduğunu sorgulamamız gerekiyor.

Son yıllarda SARS gibi yeni hastalıklar, artan uluslararası hareketlilikle birlikte dünya genelinde hızla yayılma kapasitesine sahip. Batı Nil Virüsü gibi, insanlara sivrisinekler aracılığıyla bulaşan tehlikeli hastalıklar artık yalnızca tropikal bölgelerde değil, İstanbul gibi büyük şehirlerde de görülebiliyor. Tüm bunlar küreselleşmenin virüslerin yayılımında ne kadar etkili olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Sınırları aşan bu virüsler, uluslararası seyahat ve ticaret yollarıyla adeta bir zincir misali yayılıyor. Bu durum, sağlık sistemlerinin salgınlara hazırlıklı olmasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Ancak ne yazık ki her ülke aynı hazırlığa sahip değil.

Küreselleşme ve Sağlık Sistemlerinin Dayanıklılığı

Günümüzde, sağlık sistemlerinin virüslerin yaygınlaştığı yeni döneme ne kadar hazır olduğu, tüm dünyada büyük bir endişe kaynağı. Küreselleşme, artan seyahatler ve nakliyat virüslerin yayılma hızını büyük ölçüde etkiliyor. Özellikle seragazı emisyonlarının ve iklim değişikliğinin bu süreçteki etkisini göz ardı etmemek gerek. Ulaşım sektörü, hem seragazı emisyonlarını artıran en büyük aktörlerden biri hem de virüslerin bir bölgeden diğerine hızla yayılmasını sağlayan bir aracı haline geldi. Dolayısıyla sürdürülebilir ulaşım politikalarının geliştirilmesi, yalnızca çevreyi korumak için değil, aynı zamanda küresel salgınların önlenmesi için de kritik bir öneme sahip. İklim değişikliği, aynı zamanda ekosistemleri ve hayvan davranışlarını da değiştiriyor; bu değişimler de daha önceden insanlara bulaşmayan virüslerin insanlara sıçramasına olanak sağlıyor. Örneğin sivrisinekler aracılığıyla yayılan enfeksiyonlar arttıkça, Batı Nil Virüsü gibi hastalıkların da hızla insanlara bulaşması kolaylaşıyor.

Aşılamanın Yeni Virüslerle Mücadeledeki Önemli Rolü

Bu noktada aşılama ve yeni virüslerle mücadeleye hazırlık oldukça kritik bir rol oynuyor. Aşılamanın, virüslerle mücadelede en etkili yöntemlerden biri olduğu artık büyük çoğunluk tarafından kabul edilmiş durumda. Ancak yeni virüslerin ortaya çıkmasıyla birlikte aşı geliştirme süreçlerinin hızlandırılması da büyük bir gereklilik haline geldi. Geleneksel yöntemlerle aşı geliştirme yıllar sürebilirken Covid-19 salgını sırasında mRNA teknolojisi gibi yenilikçi yaklaşımlar kullanılması bu süreci önemli ölçüde hızlandırdı. Bununla birlikte böyle bir süreç, ülkelerin bilimsel altyapısına, finansal kaynaklarına ve politikalarına bağlı olarak değişkenlik de gösterebiliyor.

Bu noktada, 1928 yılında kurulan Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün ülkemiz için ne kadar önemli bir kurum olduğunu hatırlamamız gerekir. Halk sağlığını korumak adına yürüttüğü araştırmalar, ürettiği aşılar ve uyguladığı halk sağlığı programlarıyla Türkiye’nin salgınlara karşı daha hazırlıklı olmasına katkı sağladı. Ancak 2011 yılında enstitünün kapatılması, özellikle yeni virüslerle mücadele konusunda Türkiye’nin zayıfladığı ve hastalıklar karşısında savunmasız kaldığı bir dönemi de başlatmış oldu. Yerel olarak virüslerin tespit edilmesi, salgınlara karşı hazırlık ve aşı üretim kapasitelerimizde büyük bir boşluk oluştuğu net ve bu boşluk, pandemi sürecinde daha da görünür hale geldi. Özellikle pandemi süreci, bu kurumun kapatılmasının halk sağlığına ne kadar zarar vermiş olduğunu bir kez daha açıkça göstermiş oldu. Böyle bir kurumun varlığı, pandemilerle mücadelede büyük bir avantaj sağlayabilirdi.

İklim Değişikliği Yeni Virüslerin de Habercisi

Son zamanlarda karşı karşıya kaldığımız neredeyse tüm sorunlar iklim değişikliği ile ilişkilendiriliyor gibi gözükse de gerçekten de iklim değişikliği ile yeni virüslerin ortaya çıkması arasında güçlü bir ilişki var. Değişen hava koşulları ile birlikte aşırı yükselen sıcaklıklar, hayvan türlerinin göç yollarını etkileyerek, insanların daha önce maruz kalmadıkları patojenlere maruz kalmalarına neden oluyor. İklim değişikliği aynı zamanda, besin kaynaklarının azalmasına, su kaynaklarının kirlenmesine ve doğal afetlerin artmasına da yol açarak, hastalıkların yayılmasını hızlandıran başka koşullar da yaratıyor.

Yaşlanan Nüfus için Sağlık Sistemleri Yeterli mi?

Tüm bu zorluklara ek olarak dünya genelinde hızla yaşlanan bir nüfus gerçeği de var. Dünya üzerinde insanların yaşam süresi uzadıkça, yaşlı nüfusun sağlık ihtiyaçları artıyor. Yaşlı bireylerin sağlık sorunları genellikle kronik hastalıklarla sınırlı değil; bağışıklık sistemlerinin zayıf olması, onları yeni ortaya çıkan virüsler karşısında daha savunmasız hale getirebiliyor. Bu nedenlerle mevcut sağlık sistemleri, yaşlanan nüfusun ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalıyor. Özelleşmiş sağlık hizmetlerinin yaygınlaşmasıyla birlikte herkesin kaliteli sağlık hizmetine erişebilmesi daha da zorlaşıyor. Sağlık hizmetlerinin giderek daha pahalı hale gelmesi, ekonomik eşitsizlikleri derinleştiriyor ve birçok yaşlı bireyin tedaviye ulaşmasını zorlaştırıyor.

Özel Sektörün Rolü: Sosyal Fayda ve İşbirliği Zorunluluğu

MarjinalSosyal olarak her yazının sonunu sosyal faydaya bağlamaya çalışıyor gibi gözüksek de bu sorunları çözmede özel sektörün rolü gerçekten de yadsınamaz. Sağlık sistemlerinin iyileştirilmesi yalnızca devletlerin değil, özel şirketlerin de elini taşın altına koymasıyla mümkün olabilir. Bu nedenle de şirketler, sosyal fayda odaklı projeler geliştirerek topluma katkı sağlayabilirler. Özellikle sağlık teknolojilerinin gelişimine yatırım yaparak, sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırabilirler. Sivil toplum kuruluşlarıyla işbirlikleri gerçekleştirerek toplumun en savunmasız kesimlerine ulaşmak, bu süreçte önemli bir adım olabilir.

Küreselleşen dünyada sağlık sistemlerinin karşı karşıya olduğu tehditler büyüyor. İklim değişikliği, yaşlanan nüfus, yeni virüslerin ortaya çıkışı ve küresel hareketliliğin artması, sağlık sistemlerinin dayanıklılığını test ediyor. Ancak işbirliği ve yenilikçi yaklaşımlar sayesinde bu zorlukların üstesinden gelmemiz mümkün olabilir.

Bu yazı, ekoIQ’nun 114. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.

Marjinal Sosyal

Kolektif Amaç Sorumluluk Projelerinin Geliştirilmesi ve Uygulanması | Marjinal Sosyal