Sivil toplumun yükselen etkisi, gençlerin gücü ve artan küresel farkındalık, umutlarımızı tamamen yitirmememiz gerektiğini de gösteriyor. Belki COP30, nihayet kalıcı ve ölçülebilir bir değişimin başlangıcı olur.
Aynur KOLBAY HÜLYA, MarjinalSosyal Direktörü ve Strateji Departmanı Koordinatörü
Her yıl düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı (COP), dünya liderlerini, uzmanları ve sivil toplum kuruluşlarını (STK) bir araya getirerek küresel iklim kriziyle mücadeleye dair kararların alındığı en önemli platformlardan biri olmayı sürdürüyor. Bununla birlikte hem umut hem de hayal kırıklığı yaratmaya da devam ediyor.
COP29’da Öne Çıkanlar
COP29’un geçen yıl petrol zengini bir ülke olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dubai şehrinde gerçekleştirilmesinin ardından bu yıl da Azerbaycan’da yapılması, hem bölgesel hem de küresel çevre politikalarına dair soruları da beraberinde getirdi. Azerbaycan’ın fosil yakıt ihracatına dayalı ekonomisini dönüştürmek için somut adımlar atmaktan hâlâ çok uzak olması, COP’un amaçlarıyla ev sahibi ülkenin politikalarının örtüşüp örtüşmediği konusunu bir kez daha gündeme taşımış oldu.
Zirve boyunca en çok konuşulan skandallardan biri de 130’dan fazla petrol ve gaz şirketinin üst düzey yöneticilerinin COP29 zirvesine özel davetli olarak katılmaları ve kendilerine başkanlığın konuğu olduklarını belirten özel yaka kartları verilmesi oldu. Bu şirketlerin, karbon nötrlük hedeflerini duyururken aynı zamanda yeni petrol kuyuları açma planlarını sürdürmeleri, “greenwashing” eleştirilerine yol açtı. Ayrıca zirveye katılan bazı hükümet temsilcilerinin kapalı kapılar ardında fosil yakıt lobileriyle görüşmeler yaptıklarına dair haberler ise COP’un şeffaflık sorununu bir kez daha gözler önüne serdi.
COP29’da öne çıkan önemli vaatlerden biri de zengin ülkelerin “Kayıp ve Hasar Fonu” kapsamında yardım miktarını önceki yıllara kıyasla çok daha yüksek seviyelere çıkarma sözü vermiş olmasıydı. Bu finansman, özellikle iklim krizini çok daha derin yaşayan ada devletleri ve Afrika ülkelerinin daha sürdürülebilir bir altyapı inşa etmeleri ve iklim krizine uyum sağlamaları için hayati bir destek sağlayabilir. Ancak her yıl olduğu gibi, “Bu yardımlar gerçekten ulaşacak mı, hangi şartlarda verilecek, adil bir paylaşım mümkün mü?” gibi sorularla birlikte somut bir uygulama planının olmaması gelişmekte olan ülkelerin haklı endişelerine yol açıyor.
Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü
COP toplantılarında alınan kararların uygulanabilirliği büyük ölçüde sivil toplum kuruluşlarının sahadaki çalışmalarıyla şekilleniyor. STK’lar, iklim adaleti, toplumsal bilinçlendirme ve yerel çözümler geliştirme açısından kritik bir role sahip. Ancak bu kuruluşların fonlama eksikliği, yasal engeller ve politika yapıcılara erişim zorlukları gibi sorunlarla mücadele ettikleri de bir gerçek.
Olumlu yanlardan biri, bu yıl ilk kez genç liderlerin ve iklim aktivistlerinin karar süreçlerine daha aktif olarak dahil edilmesiydi. Bu, sivil toplumun sesini masaya taşıyan önemli bir adım olarak değerlendirilebilir. Türkiye ayağında ise iklim alanında çalışan WWF-Türkiye, TEMA Vakfı, Greenpeace Türkiye, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ve YUVA gibi sivil toplum kuruluşlarının dahil oldukları ortak çağrı dikkat çekiciydi.
Sonuç Olarak, COP29 Bir Başarı mıydı?
Peki, yıllardır devam eden bu konferansların sonuçları neden hâlâ yeterince hissedilmiyor?
Çünkü vaatler ve gerçekler arasında tutarsızlıklar var. Liderler büyük taahhütlerde bulunsalar da çoğu zaman uygulamaya geçmekte başarısız olunuyor.
Çünkü özel sektör hâlâ üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmiyor. Şirketlerin çoğu artık düzenli olarak sürdürülebilirlik stratejileri açıklıyor, ancak bunların ne kadar etkili olduğu tartışmalı.
Çünkü toplumsal katılım ve eylem çok eksik kalıyor. İklim krizinin çözümü yalnızca liderlerin değil, bireylerin de katkısını gerektiriyor. Ancak geniş kitleler hâlâ yeterince mobilize edilmiş değil.
COP29’un başarılı olup olmadığını da alınan kararların içeriği değil, bu kararların uygulanabilirliği belirleyecek. Karbon emisyonlarını azaltmak için taahhüt edilen hedeflerin net bir izleme ve hesap verme mekanizmasıyla desteklenmediği her COP sonrası, dünya biraz daha fazla ısınıyor. Dünyanın daha fazla beklemeye tahammülü yok. Herkesin bir şeyler yapabileceği bir dünyada, bizler de üzerimize düşeni yapmazsak, bu konferanslar yalnızca birer diplomasi şovu olarak anılacak.
Sivil toplumun yükselen etkisi, gençlerin gücü ve artan küresel farkındalık, umutlarımızı tamamen yitirmememiz gerektiğini de gösteriyor. Belki COP30, nihayet kalıcı ve ölçülebilir bir değişimin başlangıcı olur. Bekleyip göreceğiz.
Bu yazı ekoIQ’nun 115. sayısında yayımlanmıştır. Dergiye buradan ulaşabilirsiniz.