#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

Yeni Yangın Rejiminde Ormanlarımızı Nasıl Koruyabiliriz?

YAZI: Prof. Dr. Doğanay TOLUNAY, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Orman Fakültesi, Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı

Ülkemiz için 2021 yılının Temmuz ve Ağustos ayları bir yandan orman yangınları, diğer yandan seller açısından oldukça yıkıcı oldu, onlarca insan hayatını kaybetti. Diğer yandan Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) verilerine göre Doğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Batı ile Antalya, Muğla, Aydın Denizli, Konya ve Karaman illeri Nisan-Haziran ayları arasında şiddetli kuraklıkla karşı karşıya kaldı. Bütün bu aşırı hava olayları da akıllara öncelikle iklim değişikliği etkisini getiriyor. Nitekim yine MGM verilerine göre Temmuz 2021 son 50 yılın en sıcak 2. ayı oldu. Cizre’de en yüksek sıcaklık 49,1ᵒC olarak ölçüldü. Ağustos ayında Marmaris’te orman yangınları devam ederken 45,5ᵒC ile en yüksek sıcaklık rekoru kırıldı. Küresel olarak da ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi (NOAA) de kuzey yarımküredeki sıcaklıkların uzun yıllar ortalamasının 1,54ᵒC üzerine çıktığını ve 142 yılın rekorunun kırıldığını açıkladı. Her ne kadar bu sıcaklıklar ya da sellere yol açan şiddetli yağışlar tek tek incelendiğinde çeşitli atmosferik olaylar ile açıklanabilse de uzun dönemli bir değerlendirme de ülkemizdeki yağış ve sıcaklık rejimlerinin değiştiği çok sayıda araştırma ile ortaya kondu. Bu değişikliklerin etkisiyle gelecekte aşırı hava olaylarında artış olacağı öngörülüyor. 9 Ağustos tarihinde açıklanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 6. Değerlendirme Raporu’nda da bu yönde uyarılar yer alıyor.

Ülkemizde halihazırda da aşırı hava olaylarının sayısında önemli artışlar yaşanıyor. Son 30 yılda 1990’lı yılların sonundan başlayarak aşırı hava olayları neredeyse her yıl rekor kırarak bine yaklaştı. 2001-2010 yılları arasındaki yıllık ortalama aşırı hava olayı sayısı 309 iken, 2011-2020 yılları arasında bu sayı ikiye katlanarak 614’e yükseldi. Bu aşırı hava olaylarının yaklaşık üçte biri seller ve aşırı yağış. Bunları fırtına ve hortumlar ile dolu izliyor. Orman yangını sayılarının oranı ise MGM verilerinde %1 olarak gösteriliyor.

Şekil 1. MGM verilerine göre 1990-2020 yılları arasındaki aşırı hava olayları sayısı

Orman Genel Müdürlüğü (OGM) verilerine göre ise ülkemizde orman yangını sayıları artarken yanan alan miktarları fazla değişmemiş. Ancak 1970’li yıllardan itibaren yangın sayılarında bir artış eğilimi olduğu biliniyor. Yangın sayısı artışının özellikle son 20 yıl içinde insan orman etkileşiminin artmasına bağlı olduğu söylenebilir. Bu etkileşimde artan nüfus ile birlikte yerleşim, rekreasyon gibi amaçlarla ormanlara daha fazla insan girişinin katkısı bulunuyor. Benzer şekilde özellikle son 10 yılda orman alanlarında bazıları yangın riskini de artıran maden, yol, enerji tesisi ve nakil hattı ve çöplük gibi alanlara izinler de çoğaldı. Diğer yandan kırsal nüfusun azalması, terk edilen alanların ormanlaşması ile ormanların genişlemesi ve ormanlardaki bitkisel kütle miktarının artması da yanıcı madde yükünü artırdı. Diğer yandan 1990’lı yılların sonlarından itibaren yıllık ortalama sıcaklıkların neredeyse sürekli olarak uzun yıllar ortalamasının üzerinde olduğu da görülüyor. Örneğin 2020 yılı uzun yıllar ortalamasından 1,5ᵒC üzerinde gerçekleşti. Bütün bu gelişmeler yangın riskini artırdı ancak yanan orman alanı miktarı uzun yıllar yıllık 8-10 bin hektar civarında kaldı. Ancak 2019 yılındaki İzmir yangını 2020 yılında Hatay’daki yangınlar ve 2021 yılındaki Antalya ve Muğla’daki yangınlar ile geniş orman alanları yandı. Resmi verilere göre Antalya, Muğla, Adana, Mersin, Denizli ve Isparta Orman Bölge Müdürlüklerinde 133 bin ha orman, 26 bin ha tarım alanı yandı. İki bin ha kadar olan ağaçsız orman alanı ile birlikte toplam yanan alan 161 ha kadar. Yanan ağaç serveti ise 12,1 milyar m³ kadar. Bu değer 2020 yılında tüm ülkeden üretilen odun miktarının yaklaşık yarısı kadar.

Şekil 2. OGM verilerine göre 1937-2020 yılları arasındaki orman yangınlarının sayısı ve yanan orman alanı miktarı

Orman yangınları kamuoyu tarafından hep dramatik olarak algılanır. Son orman yangınlarının geniş alanlara yayılması, 15 günlük sürede tüm ülkede 300’e yakın yangın olması bu yangınların kasıtlı olarak çıkarıldığı düşüncesine de yol açtı. Bu yangınların çıkmasında iklim değişikliğinin rolü ise çok gündeme gelmemiş ya da hatalı değerlendirmelerle doğrudan iklim değişikliğinin yol açtığı şeklinde yorumlandı. İklim değişikliğine bağlı olarak giderek şiddetlenen ısınma, buharlaşmayı, buharlaşma da bazı bölgelerde kuraklaşmayı, bazı bölgelerde ise şiddetli sağanak yağışları beraberinde getiriyor. Bu nedenle dünyanın farklı bölgelerinde orman yangınları sayısında artış ve mega yangın olarak adlandırılan geniş alanlarda etkili olan yangınlar ile sıkça karşılaşılıyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi Avustralya’da 2019 yılı sonunda ve 2020 yılı başında yaşandı. Önceki yıllarda da ABD ve Rusya olmak üzere çeşitli ülkelerde yüzbinlerce hatta milyonlarca hektar orman yandı. 2021 yılında da ülkemizle aynı zamanlarda İtalya, İspanya ve Yunanistan ile Arnavutluk ve Bosna-Hersek gibi Balkan ülkelerinde geniş alanlar yandı. Cezayir’deki yangınlarda ise onlarca insan hayatını kaybetti. Bu nedenlerle etkisi giderek şiddetlenen iklim değişikliğinin orman yangınlarına etkisinin anlaşılması ve yangınlarla mücadele stratejilerinin değiştirilmesi gerekiyor.

En Ufak Bir Kıvılcım Kolayca Büyüyebilir

İklim değişikliğinin orman yangınları üzerindeki etkisine geçmeden önce yangınların nasıl çıktığının anlaşılması yerinde olacak. Bir yerde yangın çıkması için üç şart gerekiyor. Bunlar oksijen, yanıcı madde ve ateş. İklim değişikliği bunlardan yanıcı madde miktarını arttırıcı yönde etki yapıyor. Ayrıca yıldırımlı hava şartlarının artmasıyla yıldırım kaynaklı yangın sayılarında da artış beklenmeli. Ancak genellikle yıldırımlı havalarda aynı zamanda yağış da olduğu için çıkan yangınlar fazla büyümüyor. İklim değişikliğinin yanıcı madde yükünü artırıcı etkisi ise değişik şekillerde oluyor. Özellikle sıcak hava dalgalarında ve uzun süre devam eden kuraklıklarda orman altındaki otsu türler ve çalılar kuruyor. Ağaçlarda ise kurak şartlarda zamanından önce yaprak dökülmeleri yaşanıyor ve bunlar toprak üzerinde birikiyor. İklim değişikliğine bağlı olarak artan sıcaklıklar ve kuraklıklar ormanlarda çeşitli böcek, mantar ve diğer hastalıkların da artmasına yol açıyor ve bu zararlılar da ağaçların kurumasına ve dolaylı olarak yanıcı madde yükünün artmasına neden oluyor. Artan buharlaşma nedeniyle toprak nemi oldukça azalırken, toprak üzerinde biriken kuru yaprak, ot, dal gibi yanıcı maddelerin tutuşma sıcaklığı ve süresi de oldukça düşüyor. Böylece en ufak bir kıvılcım kolayca büyüyebiliyor. Özellikle ince yapraklar ve otsu materyaller odunsu materyallere göre daha çabuk tutuşabiliyor. Toprakta su olmadığı ya da oldukça azaldığı için canlı bitki örtüsünün de su içeriği oldukça düşüyor ve böylece örtü yangını olarak adlandırılan ve toprak üstündeki kuru yaprak ve otlardan başlayan yangınlar kolayca ağaçların tepe tacına çıkıyor, sonrasında rüzgarın da etkisiyle hızlıca büyüyor. Ülkemizde özellikle sıcak ve kurak iç bölgelerden denize doğru esen, yüksek dağları aştıktan sonra deniz doğru inerken ısınan Akdeniz’de poyraz ve Karadeniz’de lodos rüzgarları da oldukça kuru ve önce kuru ot ve yaprakların nem içeriğinin daha da düşmesine, sonrasında ise çıkan yangınların büyümesinde oldukça etkili olabiliyorlar.

İklim değişikliğine bağlı olarak değişen yangın rejiminde işte bu ilişkiler oldukça etken ve bu ilişkilerin anlaşılması yangınlarla mücadele için alınacak önlemlerin belirlenmesinde kullanılabilir. Örneğin çeşitli nedenlerle (izmarit, araçların frenleri, mangallardan uçan korlar vb.) oluşan kıvılcımlar önceleri büyümeden kontrol altına alınabilirken, değişen iklim koşulları nedeniyle artık hızla büyüyor ve müdahale edilene kadar büyük yangınlara dönüşüyor. Hem iklim değişikliğinin hem de insan-orman etkileşiminin artmasıyla ülkemizde ve dünyanın diğer ülkelerinde aynı anda çıkan yangıların sayısı artıyor ve bu durum da yerden ya da havadan müdahale gücünün zayıflamasına yol açıyor. Yeni yangın rejiminde dikkat çeken diğer bir konu ise giderek büyüyen yangınların rüzgarla korların taşınması ya da ışınım ile yeni yangınları tetiklemesi. Nokta yangınlar olarak adlandırılan bu yangınlar da yangınların daha hızlı olarak genişlemesine katkı yapıyor. Diğer yandan yangınlar hızla ilerlediklerinden yerleşim alanlarına ulaşabiliyor, orman içindeki ya da yakınındaki tesisleri tehdit eder hale gelebiliyor. Bu durumda söndürmede öncelik yerleşim alanlarına ya da tesislere verildiğinde orman yangınları daha da geniş alanlarda etkili olabiliyor. Ülkemizdeki son yangınlardaki durum tam da bu şekilde gerçekleşti.

İklim değişikliğinin diğer bir etkisi de orman yangınlarının çoğunlukla yaşandığı yangın mevsimi olarak adlandırılan sürenin uzaması. Ülkemizde yangın mevsimi 1 Mayıs-1 Kasım tarihleri arasını kapsıyor. Yangınlarla mücadeleye hazırlık bu tarihlerden önce yapılıyor, örneğin helikopterler sadece bu 6 aylık dönem için kiralanıyor. Bu dönem içinde ise özellikle Temmuz ve Ağustos ayları en riskli aylar. Ancak yeni yangın rejiminde en riskli ayların Haziran-Ekim arasına genişlemesi, aynı zamanda da Mayıs ayı öncesi ya da Kasım ayı sonrasında da yangınlar çıkması olasılığı giderek artıyor. 2020 yılında Eylül ve Ekim aylarında Hatay ilindeki yangınlar buna örnek olarak verilebilir. Gelecekte yazın yeşil olan otların kuruyarak yanıcı madde yükünün arttığı Karadeniz Bölgesinde yangın mevsimi dışında yangınlar çıkması olasılığı giderek yükseliyor. Son olarak da iklim değişikliğine bağlı olarak orman yangınlarının çoğunlukla çıktığı yükseltilerin yukarılara doğru kayması beklenmeli. Çünkü ülkemizde orman yangınları çoğunlukla Ege ve Akdeniz’de daha sıcak ve kurak olan denize yakın olan, çoğunlukla 700 m’den alçak yükseltilerde çıkıyor. Daha yüksek yerlerde hava sıcaklığının düşük ve kıyılara göre daha yüksek yağış olması nedeniyle yangınlara daha az rastlanıyor. Bu nedenle yanıcı maddelerin nem içeriği ve tutuşma sıcaklığı da yüksek. Ancak giderek artan sıcaklıklar yüksek bölgelerinde ısınmasına ve kuraklaşmasına, dolayısıyla yangın riskinin yükselmesine neden olabilir.

Yangınlar Engellenemese de Risk Azaltılabilir

Orman yangınları Ege ve Akdeniz Bölgesinin bir gerçeği ve ülkemizde her zaman orman yangınları çıkacak. Orman yangınları engellenemez ama önceden alınacak çeşitli önlemlerle risk azaltması yapılabilir. Bunlardan ilki yangın öncesi dönemlerde çıkan yangın sayısını azaltmaya yönelik adımlar atılması. Ülkemizde orman yangınlarının %89’u insan kaynaklı ve bunların önemli bir bölümü de ihmal ve kaza sonucunda çıkıyor. Bunun için anız yakma, izmarit, mangal gibi nedenlerle çıkan yangınların insanların bilinçlendirilmesi ile azaltılması mümkün. Orman ile iç içe olan bölgelerde orman yangınları ile farkındalık çalışmaları yapılarak hem yangın öncesinde hem de yangın esnasında ve sonrasında yapılabilecekler konusunda eğitimler verilmeli. Ek olarak orman içinde bulunan çeşitli tesisler (yol, enerji nakil hattı, çöplük, turizm tesisi, madenler vb.) yangın öncesi dönemlerde mutlaka denetlenmeli ve buralardaki personel eğitilmeli. Yangın riskinin yüksek olduğu zamanlarda uyarılar yapılması, ormanlara giriş çıkışın yasaklanması ve bu yasağın denetlenmesi de etkili bir önlem olacak. Ayrıca ormanlardan verilecek yeni izinler de mutlaka yangın risk değerlendirmesi yapılmalı ve yüksek riskli tesislere ormanlara ve hatta yakın bölgelerine bile izin verilmemeli. İzin verilmiş olan tesislerde ve mevcut yerleşim alanlarında orman ile konutlar ve tesisler arasında ağaçsız bir tampon alan oluşturulması, bunların bahçelerindeki yangın şiddetini arttıracak bitki örtüsü ya da patlayıcı/yanıcı maddelerin uzaklaştırılması sağlanmalı. Hatta bu konut ve tesislerde binalarda yangına dayanıklı malzeme kullanılması zorunluluğu getirilmeli. Bu görevlerin bir kısmı OGM’nin bir kısmı ise belediyelerin sorumluluk alanına giriyor. Dolayısıyla bu kurumlar arasındaki işbirliği de arttırılmalı. Örneğin işbirliğiyle yangın esnasında insanların ve hayvanların tahliye planları oluşturulmalı. OGM’nin ayrıca insan hareketliliğinin fazla olduğu örneğin yollar, tarım alanları ya da mesire alanlarının çevresinde denetimli yakma olarak adlandırılan kuru yaprak ve otları kış ve bahar aylarında yakması uygulamasına başlaması da gerekli. Ayrıca bu gibi alanlarda yangın emniyet yol ve şeritleri de oluşturulabilir.

Kurutucu rüzgarların estiği yönlere dik olarak rüzgar perdeleri oluşturulması da alınabilecek diğer önlemler arasında. Yangınlar sonrasında yanan alanların yeniden ormanlaştırılmasında panik halinde bir an önce ağaçlandırılması yönünde kararlar alınmamalı, yanan ağaçlar kesildikten sonra buralardaki kızılçam ağaçlarının tohumlarından gençleşmesi beklenmeli, gerekiyorsa yöreden toplanan tohumlarla tohum takviyesi yapılmalı. Maki bitki örtüsü ve dere içlerindeki yapraklı türler ise sürgün verebildikleri için birkaç yıl içinde yeniden yeşerecek. Bu nedenle buraların korunması yeterli olacak. Dikkat edilmesi gereken bir konu da yangınlardan sonra sel riskinin artması. Çünkü bitki örtüsü yandığı için yüzeysel akışa geçen yağış miktarı artar ve bu durum erozyon ve sellere yol açabilir. İklim değişikliği de sel riskini artırıyor. Bunun için yanan alanlarda sel riski değerlendirilmeli, eğimli alanlarda teraslar oluşturulması, toprak yüzeyinin kesilen ağaçların dalları ile örtülmesi, dere yataklarına sel kapanları kurulması, ahşap ya da taştan duvarlar örülmesi, rusubat barajı olarak adlandırılan selle taşınan taş ve kayaları tutan yapıların oluşturulması önerilir. Sel riskine karşı belediyelerin selden etkilenebilecek yerleşimleri belirlemesi, buraların sel ikazı geldiğinde boşaltılması yönünde planlar hazırlaması, selin yerleşim alanlarına ulaşmaması için önlemler alması da oldukça önemli.

Sonuç olarak sadece orman yangınları ile değil diğer aşırı hava olayları da gelecekte iklim değişikliği etkisiyle giderek daha da şiddetlenecek. Bu aşırı hava olaylarının daha az yaşanması için seragazı emisyonlarını azaltmamız ve afetlerin etkisini azaltmak için iklim değişikliğine uyum olarak adlandırılan ve çoğu afet risk azaltma kavramı içinde değerlendirilen önlemlerin bir an önce alınması gerekiyor.

EkoIQ Editör