Yerel Seçimler için “Sürdürülebilir Kentler Şartı”

Bu ay Türkiye bir yerel yönetim seçimi yaşayacak. Ulusal politikadaki çalkantılar, her ne kadar yerel yönetimin içsel sorunlarını perdelese de, yerel yönetimlerin, ülkenin “büyük” sorunlarının giderilmesinde de önemli işlevleri var aslında. Bu kargaşada, gündemin arka sıralarına doğru süpürülmeye çalışılsa da, hem demokrasi, hem de sürdürülebilirlik çabaları açısından “İklim Dostu Belediyecilik” yaklaşımının temel ilkelerini duyurmayı bir yurttaşlık görevi kabul ediyoruz. 

Yeni Bir Şey Söylemek Mümkün mü?
Artık yaygın olarak kabul edildiği gibi, iklim değişikliğinin kontrol altına alınması için ortalama küresel sıcaklık artışlarının 2 oC ile sınırlı kalması gerekiyor. Bu da gelişmiş ülkelerde seragazı salımlarının en az %80 oranlarında düşürülmesi, gelişmekte olan ülkelerin de esas olarak ‘sıfır salım’a yol açacak ekonomik büyüme sağlamaları anlamına geliyor. Yıllardır sürdürülen hükümetlerarası görüşmelerin büyük hayal kırıklıkları ve ‘çok laf az iş’ ile sonuçlanmasına bakarak mevcut siyasi, ekonomik ve teknik kilitlenmenin kolay çözülmeyeceğini öngörmek zor değil. Buna karşılık son yıllarda giderek daha çok ön plana çıkmaya başlayan ‘yerel inisyatif’ ya da ‘kentsel, yerinde çözüm’ seçenekleri, özellikle Türkiye’de yaklaşan yerel yönetim seçimleri dolayısıyla daha yakından bir bakışı hak ediyor.
Kentleşme olgusu, tüm olumlu-olumsuz nitelikleri ile dünyanın 21. yüzyılına da damgasını vuracak gibi görünüyor. Ancak günümüzün kentleşmesi, kapitalizmin merkez ülkelerinin ilk kentleşme dalgasından hem ölçek hem de özellikleri itibarı ile muazzam farklılıklar içeriyor. Başta Çin olmak üzere, sistemin hızlı yayılma bölgelerinde, büyük yıkımlar ve doğal felaketler eşliğinde gerçekleşen bu yeni kentleşme dalgası, iklim değişikliği ile ve iklim değişikliği ile başa çıkma girişimleriyle yakından ilgili. Kentler ve kentsel bölgeler, nüfusları, ekonomideki ağırlıkları, 30-40 yıllık neo-liberal politikaların alabildiğine şiddetlendirdiği iktisadi, bölgesel eşitsizlikleri ve yüksek-karbon gelişme doğrultularına kilitlenmiş olmaları nedeniyle, iklim değişikliği ile mücadelenin de sıklet merkezi olarak kabul edilmeliler.
2008 yılı itibarı ile dünya nüfusunun çoğunluğu artık kentlerde yaşıyor. Yerkürenin toplam alanının yalnızca %2’sini kaplayan kentler, toplam enerjinin yaklaşık dörtte üçünü tüketirken, seragazı salımlarının da yine yaklaşık dörtte üçünden sorumlu. Dünyanın kırsal nüfusunu, ekonomisini, doğal alanlarını her yönden yıkarak ilerleyen kentleşme dalgasının ortaya çıkardığı yeni kent morfolojisi, habis sınıfsal, ekolojik, ekonomik fiziksel özellikleri ile dikkat çekiyor. Enerji ve iklim krizlerinin bir numaralı tehdit öznesi mega-kentlerin doğal ya da insan icadı kriz ve felaketlerle başa çıkma becerileri ise büyüklükleri oranında yetersiz… Buna karşılık, büyük kentlerin her türden yoğunlaşmaların merkezi olarak, yaratıcı çözümlerin de potansiyel odağı olmaları mümkün görünüyor.

Kentsel Gelişme, Sürdürülebilirlik, İklim Değişikliği
Hükümetlerarasımiklim görüşmelerinin fiyaskolarla sonuçlandığı son 20 yılda yerel yönetimlerin, kentlerin, kendi hükümetlerinden çok daha ileri siyasi ve toplumsal programları benimseyebildiklerini, 20-30 yıllık geleceklerine yönelik kimi ciddi adımlar attıklarını görmek mümkün. Yerel yönetimlerin oluşturdukları şemsiye kurum ve kuruluşlar; ICLEI’nin dünya çapında Dünya Belediye Başkanları ve Yerel Yönetimler İklim Koruma Anlaşması (World Mayors Council on Climate Change ve Mayors Climate Protection Aggreement), ABD’de Belediye Başkanları İklim Koruma Anlaşması ve Yerel Hükümetler İklim Yol Haritası (ICLEI Local Government Climate Roadmap), Avrupa Birliği ülkelerindeki Belediye Başkanları Sözleşmesi (Covenant of Mayors, CoM) bu alandaki başlıca örnekler.
AB’nin Başkanlar Sözleşmesi, 5300’den fazla kent yönetiminin taraf olduğu en geniş tabanlı yerel yönetimler anlaşması. AB Çerçeve Programları ve başka AB esaslı politikalarla entegrasyonu nedeniyle de tercih ediliyor. AB’nin Belediye Başkanları Sözleşmesi esas olarak, AB’nin 2008 yılında tek taraflı olarak kabul ettiği AB İklim ve Enerji Paketi’ne dayanıyor. 20-20-20 planı olarak da bilinen bu program AB çapında seragazı salımlarını 2020 yılına kadar %20 düşürmeyi, verimlilik artışı ile % 20 enerji tasarrufu gerçekleştirmeyi ve enerji sepetindeki yenilenebilir payını %20’ye çıkarmayı ve taşıt tüketimlerinde %10 biyoyakıt payını hedeflemekte. AB’nin Enerji Verimliliği Eylem Planı, yerel ve bölgesel ölçekte yerel yönetimlerin liderliğinde bir Belediyeler Sözleşmesi de önermekteydi. Sözleşmeye taraf belediye başkanlarının sergiledikleri ve AB’nin Leipzig Şartı, Aalborg +10 Taahhütleri ve Gündem 21 ile çerçevesini çizdiği kentsel sürdürülebilirlik konusunda öngörülen kapsamları da aşan bu politik kararlılık, hükümetlerarası görüşmelerde hayal kırıklığı yaşayan dünya kamuoyuna umut vermişti.

Kentleşme İklim Değişikliğine Karşı
Günümüzde özellikle Türkiye ve benzeri ülkelerde sürmekte olan kentleşme biçimlerinin, iklim değişikliğinin talep ettiği gelişme modellerinin çok uzağında olduğu rahatlıkla söylenebilir. Buna karşın, artan bir uluslararası ilişkiler literatürü, kentler ve kent yönetimlerinin global iklim değişikliği politikaları ile vazgeçilmez bağını güçlendirmeye devam ediyor. Evet, mevcut uluslararası anlaşmalar kent yönetimlerini doğrudan ve bağlayıcı şekilde muhatap almıyor ama bu eksiklik gerçek durumun henüz bu konudaki uluslararası anlaşmalarda tam olarak temsil edilmemesinden kaynaklanıyor. Gerçek şu ki, kentler ve kent yönetimleri, idari sorumlulukları altındaki alanlar ve sektörler itibarıyla, yalnızca kritik seragazı salım kaynakları ve odaklarından ‘sorumlu’ olmakla kalmıyorlar (örneğin ulaşım ve yerine göre enerji tedariki), iklim risklerine karşı en önemli politika araçlarını da kontrolleri altında tutuyorlar (örneğin, mekansal düzenleme, planlama, zonlama, afet hizmetleri vs.). Başka önemli bir nokta, yerel yönetimlerin, halka merkezi yönetimden daha yakın olması itibarıyla, halkın ve örgütlü kesimlerin taleplerine karşı daha hassas ve hesap verebilirliğinin daha yüksek olması. Daha küçük idari ölçeklerin, değişen duruma uyum gösterme konusunda esneklik sağlaması, daha hızlı karar alabilme potansiyeli vs.
Buna karşılık kamu yönetimi literatürü, yerel yönetimlerin iklim politikası geliştirmesi ve uygulaması konusundaki açık engelleri de ortaya koyuyor; kısa vadeye odaklanma, yetersiz finansman, insan kaynağı ve yetki.
İklim değişikliği politikaları konusunda çalışan sosyal bilimler disiplinlerinin başlıca ortak vurgularından biri iklim değişikliği meselesinin sosyal bilimler jargonu ile bir ‘habis sorun’ teşkil etmesi (wicked problem), hatta ‘habis sorunların’ şahikası olması! Çok sayıda, birbirinin içine geçmiş kamu ve özel paydaşların, her düzeyden ulusal ve uluslararası politikanın doğrudan etkisi altındaki bu ‘sorun’, yerel yönetimlerin iklim politikası tesis etme ve uygulama yeteneklerini adamakıllı sınayacak bir alan. İklim değişikliği ve küresel ısınmanın bizatihi kendi doğasından kaynaklanan nitelikleri de cabası. Örneğin, iklim bilimi, küresel ısınmadan kaynaklanan iklim değişikliğinin ekolojik sonuçlarının her geçen gün ağırlaşmakta olduğunu açıklayadursun, “Küresel Kuzey’de” yaşayan insanların arasında hâlâ gıda ve su krizlerinin, siyasi huzursuzlukların ve diğer doğal felaketlerin “gözden ve yaşanan andan ırak olduğu konusunda sessiz bir mutabakat var gibi görünüyor. Bu tepki ahlaki olarak kabul edilemez olsa da, anlaşılmaz değil. Bu durum küresel ısınmanın, deyim yerindeyse ‘çıkardığı seslerin’, eş zamanlı olmayan iki farklı ritimden oluşmasından kaynaklanıyor. Arka planda usul usul yükselen deniz seviyelerinin ve artan gıda fiyatlarının belli belirsiz işitilen fonu önünde, her yıl sıklığı ve şiddeti artan aşırı hava olaylarının kreşendoları! Yalnızca son birkaç yılda Pakistan’daki tarihte eşi benzeri görülmemiş seller, Avustralya ve Rusya’da önü alınamayan orman yangınları, sıklıkları ve şiddetleri artan tayfunlar ve şiddetli fırtınalar, ikiye katlanan tahıl fiyatları, sürekli ve öngörülemez kıtlık ve kuraklık…
Bütün bu olumsuzluklar ve zorluklara karşın, kentler ve kent koalisyonlarının iklim değişliği politikaları konusunda gösterdikleri büyük başarı yine de kayda değer. Kentsel iklim politikaları konusunda çalışanlar ve kuramcılar, asıl sürücünün, global ağların oluşması ve yaygınlaşması olduğu konusunda hemfikirler. Gerek farklı ülkelerde gerekse uluslararası ölçekte faaliyet gösteren kentsel iklim mücadelesi ortaklıkları/birliktelikleri, iklim politikasının her alanında standartlar yaratarak, en iyi uygulamaları paylaşarak ve taleplerine ulusal ve uluslararası kurumlar nezdinde destek yaratarak ilerliyor.
Türkiye’nin kentleri de, tarihi rotası kendisine benzeyen ülkelerin kentlerine benzer şekilde, iklim politikaları kulvarına büyük dezavantajlarla giriyor, yılların ekonomi politikalarının üzerine neoliberal küreselleşmenin yarattığı büyük mekansal ayrışmalar, bölgesel eşitsizlikler, kent toprağı yağmasından beslenen iktisadi büyüme, ezici çoğunluk açısından sürdürülemez tüketim ve ulaşım alışkanlıkları, kamusal alan düşüncesinin imhası. Bu olgu, yerel yönetimlerde iklim politikası çerçeveleri açısından, ‘Kuzeyli kardeşlerine’ göre farklı öncelikler de dayatıyor.
Farklı toplumsal grupların çelişen toplumsal, iktisadi ve mekansal taleplerinin hem çatışma hem uzlaşma “yeri” olan kentlerde iklim politikaları olasılıklarına, North Carolina Üniversitesi Kent ve Bölgesel Planlama Bölümü öğretim üyesi Emeritus Prof. David Godschalk’ın 2004’te kurguladığı ve dört farklı merkezin birleştiği ‘sürdürülebilirlik prizması’ içinden bakalım.
Godschalk’ın sürdürülebilirlik prizması, kentin yaşanabilirliğini, eşitlik-ekonomi-ekoloji üçlüsünden oluşan bir temel üzerine kurulmuş. Bu merkezlerin her birinin arasında mevcut olan kesintisiz çatışma hali, uzun vadeli (ama süreli) bir denge halinin inşa edilmesine engel olmuyor ya da böyle bir olasılığı bertaraf etmiyor. Gelişmekte olan ülke kentleri için hayli kullanışlı olan bu modelin iklim politikası da içeren sürdürülebilir kentsel gelişmede nasıl kullanılabileceğini irdeleyelim isterseniz.
Bir başlangıç noktası olarak örneğin “Aalborg Taahhütleri” listesinden başlamak faydalı olabilir. Aalborg Taahhütlerinin temelini teşkil eden Aalborg Sözleşmesi, Danimarka’nın Aalborg kentinde ilk kez 1994 yılında toplanan Avrupa Sürdürülebilir Kentler ve Yerleşimler Konferansı’nın sonuç bildirgesi aslında. Rio 92’nin Yerel Gündem 21 ve Avrupa Birliği’nin Çevre Eylem Planı’ndan esinlenen Sözleşme, izleyen yıllarda, en şöhretlisi ‘Başkanlar Sözleşmesi’ CoM olan çok sayıda Avrupa çapında koalisyon, eylem planı ve ortaklığın da ebesi olmuş. ‘Aalborg Taahütleri’nin 10 temel bileşeni var ve yerel yönetimlerce yapılması gerekenleri ifade ediyor. Şimdi tek tek bu maddelerin üzerinden geçelim.

Yönetim

  • Ortaklaşılmış, uzun vadeli bir vizyon oluştur.
  • Hem yerel yönetimin kendi içinde, hem de toplumda katılımcılığı ve becerileri yükselt.
  • Kararlara tüm yerel paydaşların etkin katılımını sağla.
  • Kararların saydam, hesap verilebilir olmasına çaba göster.
  • Bu alandaki deneyimi tüm kentler ve yerleşimlerle paylaş.

Sürdürülebilirlik Yolunda Yerel Yönetim

  • Yerel Gündem 21 ilkelerini yerel yönetimde hayata geçir.
  • İhtiyat ilkesini öne alan entegre ve AB kriterlerine uygun bir politika benimse.
  • Hedefler ve zaman planları ile Aalborg Taahhütleri için bir izleme sistemi yarat.
  • Kentsel karar mekanizmalarının ekseninde ‘sürdürülebilirlik’ ilkelerinin yer almasını sağla, kaynak aktarımını bu ilkelere göre yap.
  • Daha geniş ağlar ve koalisyonlarla işbirliği yap.

Ekolojik Müşterekler

  • Enerji kullanımını azalt, yenilenebilir enerji kullanımını arttır.
  • Su kalitesini arttır ancak kullanımını azalt, verimli kullanımını sağla.
  • Biyoçeşitliliğin azalmaması ve artması için gerekli önlemleri al, kentsel yeşil alanları genişlet.
  • Toprak kalitesinin artmasına yardımcı olacak önlemleri al, ekolojik olarak verimli alanları koru, ekolojik ormancılık, tarım ve hayvancılığı destekle.
  • Hava kalitesini arttır.

Sorumlu Tüketim ve Yaşam Tarzı Seçimleri 

  • Atık üretimini en aza indir, geridönüşümü ve yeniden kullanımı azamiye çıkar.
  • Atık yönetiminde en iyi uygulamalara uygun çözümler geliştir.
  • Enerjide son kullanım verimliliğini azamiye çıkar.
  • Tedarik politikalarında sürdürülebilir seçenekleri kullan.
  • Temiz üretim ve toplumsal olarak adaletli üretim ilişkilerini öne çıkar ve destekle.
  • Yerinde, ekolojik üretimi, adil ticareti destekle.

Kent Mekânının Planlaması ve Tasarımı 

  • Kullanılmayan, dokusu bozulmuş alanların yeniden kazanımı ve rejenerasyonu ilkelerini öne çıkar.
  • Yeni gelişme bölgeleri yerine kazanılmış bölgelerde yerleşim planlama, kentsel yoğunluğu yayıcı değil (urban sprawl) toplayıcı planlama yap.
  • Kent merkezlerinin konutlar ve yerleşim için kullanılmasını sağla, çok işlevlilik, kentsel dokunun bu yolla zenginleştirilmesini sağla.
  •  Kentsel mirasın yeniden kazanım, restorasyon ve çok işlevli kullanım yoluyla korunmasını sağla.
  • Tüm mimari ve inşaat projelerinin hangi teknolojik seviyede olursa olsun, sürdürülebilir uygulamaları esas almalarını sağla.

Daha Kaliteli Ulaşım (mobilite), Daha Az Trafik 

  • Otomobil kullanımını en aza indirecek ve herkesin kullanabileceği seçenekleri yarat.
  • Toplu taşıma, yürüme ve bisikletin toplam ulaşımdaki paylarını sürekli arttır.
  • Araçlarda düşük-karbon teknoloji seçeneklerini yaygınlaştır.
  • Sürdürülebilir, düşük-karbon ulaşım mastır planları hazırla ve uygula.
  • Ulaşımın halk sağlığı ve doğal çevre üzerindeki etkilerini sınırlandır.

Sağlık için Yerel Eylem 

  • Halk sağlığının ana unsurlarının yaşanılan çevre olduğundan hareketle bu konuda en geniş farkındalığı yarat.
  • Kent yönetimi ve halk sağlığı arasındaki ilişkiyi temel kent politikası eksenlerinden biri haline getir, bu alanda stratejik planlama yap.
  • Yoksulluk ve gelir eşitsizliklerinin sağlıkta da eşitsizlikler yarattığı bilinciyle politika geliştir, gelişimi izle.
  • Her tür ekonomik faaliyetin halk sağlığı üzerindeki etkisinin değerlendirilmesini şart olarak yerleştir.
  • Kentin mekânsal planlamasında halk sağlığı mülahazalarının yer almasını sağla.

Canlı ve Sürdürülebilir Yerel Ekonomi 

  • Yerel ekonomik gelişme, istihdam ve katma değer yaratılmasını politika ekseni haline getir.
  •  Yerel iş dünyasının ortak gelecekte paydaş olmasını ve azami katkı yapmasını sağla.
  • Tüm özel sektör için yerel sürdürülebilirliğin en başta yer almasını sağla.
  • Yerel, yüksek kalite ürünlerin pazarda yer almaları için destekleyici politikalar geliştir.
  • Yerel, sürdürülebilir turizmi destekle.

Toplumsal Adalet ve Eşitlik

  • Yoksulluğu azaltacak ve giderek yok edecek politikalar geliştir.
  • Kamu hizmetlerini, özellikle eğitim, meslek edinme, sağlık hizmetleri, bilgiye ulaşım ve bireysel, toplu kültürel gelişim doğrultusunda fırsat eşitliği yaratacak şekilde sağlanmasını güvenceye al.
  • Toplumsal dışlanma, cinsiyet ve diğer eşitsizlikleri azaltacak politikalar uygula.
  • Yerleşim yerlerinin güvenli mahaller haline gelmesini sağla.
  • Toplumsal dışlanmayı engelleyen, yoksulluğu azaltan barınma ve temel yaşamsal gerekleri sağlayacak politikalar geliştir.

Yerelden Globale

  • Topluluğun barış, adalet, eşitlik, sürdürülebilir gelişme ve iklim değişikliğiyle mücadelede global sorumlulukları olduğu farkındalığını geliştir.
  • Kentsel anlamda stratejik, bütünlüklü bir iklim politikası oluştur, uygula.
  • Tüm kentsel politikaların ama özellikle enerji, ulaşım, tedarik, atık, tarım ve ormancılık alanlarındaki politikaların yukarıdaki stratejik iklim planına uygun olmalarını güvence altına al.
  • İklim değişikliğinin nedenleri ve etkileri konusunda toplumsal farkındalığı artıracak eylemlere öncelik ver.
  • İklim adaleti ilkesini benimse, toplam seragazı ayakizini azalt.
  • Bu alandaki uluslararası işbirliklerini geliştir.

Taahhütlerin kapsamı, kolayca görülebileceği üzere, dünya ekonomik krizi sonrası uluslararası kurumlarda izlenen “Kamusal’ın yeniden keşfi”ne dair izler taşıyor. Özellikle “Sağlık için Yerel Eylem” ve “Toplumsal Adalet ve Eşitlik” başlıklarında 80 ve 90’larda kaybolan bazı unsurların yeniden belirdiğini söylemek mümkün. Bununla birlikte Taahhütlerin, gelişmekte olan ülke kentlerinin mevcut sorunları açısından daha fazla ‘toplumsal’ bileşene sahip olmaları gerektiği de iddia edilebilir. Kente hızlı göçün yol açtığı muazzam genç işsiz nüfusu, kentsel suç oranlarının yükselmesi ve yüksek yoksulluk düzeyleri, sağlığa benzer bir şekilde eğitim konusunda da yerel kamusal müdahaleyi gerekli kılıyor. Dolayısıyla bu programı, genel olarak gelişmekte olan ülkeler ve özelde de Türkiye için iki madde daha eklenmesi önemli.

1. Eğitim için Yerel Eylem

  • Her yaştan kent sakinlerine uygun, meslek edindirme, yeni beceriler sağlama, ekoloji-dostu yaşama biçimleri gibi işlevler görecek eğitim koşullarını oluştur.
  • Tüm mevcut yerel eğitim programlarının ekolojik-sürdürülebilir yaşam, yeryüzüne ve doğal yaşama dair ahlaki, etik davranış konularında donanımlı olmalarını sağla.
  • Yerel basın yayın organlarının ve medya kurumlarını bu alanda ciddi ve bilgilendirici davranmaları için destekle.
  • Eğitimde fırsat eşitliği ve kalite için her türlü yerel desteği sağla, eğitim kararlarında yerel katılımcılığı ve demokratik karar alma süreçlerini destekle.

Acımasız rekabet ve tüketime dayalı bireyci haz duygusunun başat olduğu günümüz kent kültürünün yerini dayanışmacı, farklılıklardan zenginlik üreten, sürdürülebilir, iklim ve ekoloji dostu bir yaşam kültürünün alması nasıl sağlanabilir? İşte toplumsal kültürün bu dönüşümdeki vazgeçilmez rolü nedeniyle, ‘Yerel Sürdürülebilirlik Kültürü’ de yerel yönetim taahhütlerine eklenecek önemli başlıklardan biri haline geliyor.

2. Sürdürülebilirlik Kültürü için Yerel Eylem

  • Kültürel parametreleri her tür yaşamsal ekonomik faaliyetin içine dahil et, bu parametreler için kavramsal ve yöntemsel standartlar belirle, kamusal politikaların oluşumunda bu standartları dikkate al.
  • Geniş tabanlı bir toplumsal uzlaşı kültürünün ilke ve pratiklerinin geliştirilmesine destek ol.
  • Yerel yönetim pratiğinin ve kültürünün özyönetim potansiyellerini azamiye çıkaracak şekilde dönüşmesini sağla.
  • Mevcut kültürel alan ve uygulamaların azami sayıda kullanıcıya (finansal, fiziksel ve sembolik bakımlardan) ulaşabileceği şekilde örgütlenmesini destekle, bu alanları çoğalt.
  • Yerel toplumda farklılıkları gözetecek, koruyacak kültürel üretimi cesaretlendir.

Türkiye ve İklim Dostu Belediyeciliğin Ayakizleri 
Türkiye’nin hemen her gün değişen siyasi gündemi içinde, ‘iklim değişikliği ile mücadele’, gerek ulusal düzeyde gerekse yerel düzeyde ne yazık ki fazlaca bir yer tutmuyor. Mart ayındaki yerel seçimlerde de, adayların seçiminde temel bir parametre olarak görülmeyecek.
Ama bu konuda harekete geçenler, yerel yönetim ve iklim değişikliği meselesini, yerel seçimler vasıtasıyla gündeme getirmeye çalışanlar da var. Kasım 2013’ün sonlarına doğru Ankara’da toplanan Sivil İklim Zirvesi, sonuç bildirgesinde, yaklaşan yerel seçimlerle ulusal iklim değişikliği politikaları arasında doğrudan bağlantıyı kurarak ‘iklim dostu belediyeciliğin’ yerel seçimlerin en öncelikli gündemi olması gerektiğini vurguladı ve yalnızca Türkiye için değil, yerel yönetimler için de talepler içeren bir metin yayınladı:
Türkiye, 2011 yılına göre 2020’de seragazı salımlarını %15 azaltmalıdır.
Yerel yönetimler, öncelikle kentsel sera gazı envanterlerini çıkararak, bu ulusal hedefe paralel 2020’ye kadar %15 azaltım hedefi koymalıdır.
Her alanda, hem ulusal hem yerel planda, fosil esaslı enerji tedarikinin yerli yenilenebilir kaynaklarla ikame edilmesi, enerjinin etkin kullanımının sağlanması ile bu hedeflerin gerçekleştirilebilir olduğu vurgulanmalıdır.
Yerel yönetim seçimlerinde ‘iklim dostu belediyecilik’, başta gelen seçim gündemlerinden olmalı, partiler ve adaylar bu konudaki görüşleri ve taahhütlerini ‘seçim beyannamelerine’ koymalıdır.
Türkiye’de de bu konuda bir hareketlenmenin işaretleri var. Gerek kamuda başlatılan girişimler, gerekse tek tek kent yönetimlerinin yürütmeye başlattıkları projeler (özellikle Avrupa Birliği’nin çeşitli sürdürülebilir kent koalisyonlarına katılım), kentsel iklim politikaları alanında yavaş da olsa bir yönelim, bir ilgi artışı ifade ediyor. Ancak, Türkiye’de yüksek enerji ve seragazı salımı yaratan kentleşme temposu (kısaca yüksek-karbonlu kentleşme diyelim), ülkenin makro-ekonomik siyasi tercihleri, siyasi-kültürel kodları ile öylesine içiçe geçmiş, her düzeyde öylesine benimsenmiş durumda ki, bu kilitlenmeyi salt iklim değişikliği ile mücadele ekseninde çözmek kolay görünmüyor. Ancak dünyanın dört bir yanında farklı ülkeler ve kentlerde yürütülen toplumsal mücadelelerin, giderek iklim değişikliği politikaları ile doğrudan ilişki kurmaya başladıkları açık. Hatta şöyle de denebilir, sürdürülebilir, iklim dostu kentsel gelişme hedeflerini gerçekleştirmede en başarılı kentler esasen bunu çok daha geniş siyasal, ekonomik eşitlik ve katılımcılık talepleriyle birleştirebilenler.
O zaman yeniden başlığa dönüyoruz; evet bu konuda yeni bir şeyler söylemek mümkün!

Dr. Baha Kuban

Önerilen makaleler