Sürdürülebilirlik Akademisi tarafından düzenlenen “Yeşil İş – Green Business Konferansı, dördüncü senesini doldurdu. Aralarında sürdürülebilirliğin dünya çapında en önemli isimlerinin de yer aldığı 100’den fazla konuk, 18-19 Ekim’de, İstanbul Swissotel’de, dünyanın geleceği için iş dünyasının ve tüketicilerin neler yapması gerektiği üzerine fikirlerini paylaştılar. Farklı uzmanlık alanlarından gelen konuşmacıların ortak vurgusu ise açıktı: Sürdürülebilir bir dünyaya doğru değişim yeterince hızlı gerçekleşmese bile önemli olan, bu amaç için hiç vazgeçmeden bugünden itibaren değişimin somut adımlarını atmak…
Türkiye’de sürdürülebilirlik hakkındaki farkındalık artık gözle görülür bir biçimde artıyor. Kavram, şirketlerin, STK’ların, resmi kurumların ve hatta tüketicilerin gündelik hayatlarında giderek daha fazla yer kaplıyor. Tabii bütün bu insanların bir araya gelmeleri ve yeni gelişmeleri paylaşmaları ancak belli başlı organizasyonlarla oluyor.
18-19 Ekim tarihlerinde İstanbul Swissotel’de Sürdürülebilirlik Akademisi tarafından bu yıl dördüncüsü düzenlenen Yeşil İş – Green Business ise bu anlamda ülkemizdeki en büyük organizasyon. Sürdürülebilirlik ve yeşil işin dünya çapındaki önemli isimleri, akademisyenler, fikir önderleri STK temsilcileri, şirket yöneticileri ve gazetecilerden oluşan 100’e yakın konuşmacı, iki gün boyunca sürdürülebilirliğin hemen her alanı hakkında 40’ın üzerinde oturumda bir araya gelerek bilgilerini paylaştı. Oturumların ana odağında ise gezegenin geldiği bu aşamada sürdürülebilir dünyaya dair kişisel ve kurumsal sorumluluklar, iş dünyasının inşası için ihtiyaç duyulan sonuç odaklı yaklaşımlar ve yeni iş fırsatları vardı. Paralel oturumlarda ise karbon yönetimi, temiz enerji ve yönetimi, sürdürülebilir belediyeler ve yeşil binalar ile yeşil tesisler kulvarları bulunuyordu.
Konferansın açılış konuşmasını Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız yaptı. Ardından geçilen oturumların ilk gününde, sürdürülebilirlik alanında yaptıkları çalışmalarla dünya çapında tanınan isimler vardı. Sürdürülebilirlik raporlamasına standart oluşturan ve alanında tartışmasız bir biçimde en etkili uluslararası organizasyon olan Global Reporting Initiative-GRI’ın İletişim Direktörü Marjolein Baghuis bu isimlerden biriydi. Baghuis dünya çapındaki tüketimi ve büyümeyi hatırlatarak, şu andaki hızla devam edilmesi halinde 40 yıl içinde ikiden fazla gezegene daha ihtiyaç duyacağımıza dikkat çekti. “Sürdürülebilirlik raporları amaç değil, araçtır. Ayrıca raporlamayı sürdürülebilirlik stratejisinin bir parçası olarak görmeliyiz” diyen Baghuis, veritabanlarında Türkiye’den 30 şirketin yer aldığını, dünyada da 5 bin şirketin gönüllü olarak raporlama yaptığını söyledi. Baghuis, misyonlarının sürdürülebilirlik raporunu standart haline getirmek olduğuna da sözlerine ekledi ve sürdürülebilirlik raporlarının, finansal raporlarla entegre hale gelebileceğini savundu.
Değişimin Önemi
Yeşil İş Konferansı’nın en renkli siması ise, İngiltere’nin en saygın gazetelerinden the Guardian’ın Sürdürülebilir İş Başeditörü Jo Confino oldu. Confino gazetecilik kimliğinin yanı sıra dünya çapında bir tür “sürdürülebilirlik lideri” olarak da tanınıyor neredeyse. Kendisiyle sürdürülebilirliğin geleceği ve bu konuda değişimin nasıl yaşanabileceğine dair yaptığımız röportaja, EKOIQ’nun Aralık sayısında yer vereceğiz. İlk gün planlanan oturumlar dışında kısa bir süreliğine de olsa kürsüye çıkan Confino, ABD’de geçtiğimiz yaz yaşanan kuraklığı hatırlattı. “Önümüzdeki yıllarda da pişman olmamak için şu sıralar yapılacak şeyler çok önemli” diyen Confino, sürdürülebilirliğin henüz ne şirketler ne de tüketiciler tarafından henüz yeterince içselleştirilmediğini söyledi.
Confino bu konuşmanın dışında konferansın ikinci gününde UNILEVER Türkiye’nin Gıdadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Mustafa Seçkin’le Lipton’un Doğu Karadeniz bölgesinde hayata geçirdiği Sürdürülebilir Çay Tarımı projesi üzerine röportaj yaptı. Çay bitkisinin ömrünün 100 yıl olduğunu, Türkiye’deki ekili çaylar 75 yaşına geldiği için önlem alınması gerektiğini kaydeden Seçkin, bölgede yaptıkları toprak analizleri ve çay yetiştiricilerine verdikleri eğitimle tarımsal sürdürülebilirliği sağlamaya çalıştıklarını söyledi.
Confino’nun ikinci röportajı ise BASF’ın Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi Başkanı Volker Hammes’le oldu. Röportajda son yıllara kadar ekoloji adına pek de iyi bir sicile sahip olmayan kimya sektöründe yeni yeni başlayan sürdürülebilirlik çalışmaları ve BASF’ın uygulamaları üzerine konuşuldu.
Yeşil İş Konferansı söz konusu olunca yenilenebilir enerjinin tartışılmaması da düşünülemezdi. Bu konudaki oturumların en dikkat çekici olanı ise, CNN’de yaptığı programlarla ismini duyuran ve güneş enerji çalışmalarına katkısı nedeniyle ABD İklim Enstitüsü Ödülü’nü alan Jeremy Leggett’in de katıldığı Güneş Devrimi Yaklaşıyor adlı oturum oldu. Kadir Has Üniversitesi’nden Prof. Volkan Ediger’in sorularını yanıtlayan Leggett, aynı zamanda İngiltere’nin önemli fotovoltaik şirketlerinden Solarcentury ve iklim değişikliklerine çözüm yolları arayan SolarAid adlı derneğin de kurucusu ve başkanı. 2020’ye gelindiğinde dünya çapında 1000 GW’lık bir güneş paneli potansiyeli oluşacağını kaydeden Leggett, güneş enerjisinin sürdürülebilir bir dünya için fark yaratmanın önemli bir eşiğinde olduğunu söyledi. Değişimin yavaş gerçekleştiğini, nükleer ve fosil yakıt lobilerinin hâlâ çok güçlü olduğunu hatırlatan Leggett, yenilenebilir enerjiye doğru yaşanan dönüşümü yönetebilmek gerektiğine de dikkat çekti. Güneş enerjisi pazarında da bir tür savaşın devam ettiğini belirten Leggett, Çin’in, devlet politikalarının da yardımıyla artık güneş enerjisi pazarının lideri olduğunu söyledi.
“Meğer Oralar Sulak Alanlarmış”
Konferansın en önemli gündem maddelerinden biri Rio+20’nin Türkiye yansımalarıydı. Zira hatırlarsanız Türkiye, 25 en iyi uygulamayla (Best Practice) Rio+20 konferansına katılmıştı. Bu yüzden “Yeşil İş Konferansı”nda bu sürecin nasıl analiz edileceği büyük önem taşıyordu. Bugün Çevre Bilim Küresel Denge Derneği’nde görev yapan Nuran Talu, kendisinin de Çevre Bakanlığı’nda görev yaptığı dönemde katıldığı 1992 Konferansı’ndan bugünlere nasıl geldiğimizi (aslında gelemediğimizi) anlattı. Talu, Sürdürülebilir Kalkınma tanımının aslında 1992 yılında yapıldığını ama gene de 20 senelik bir rötar söz konusu olduğunu vurguladı. Tabii bu noktada, Talu’nun hatırlattığı, dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in “Bataklıkları kurutacağız dedik, kuruttuk. Meğer oralar sulak alanlarmış” sözü salonda gülüşmelere neden oldu. Muhtemelen bu yüzden Ramsar Sözleşmesi’ne ancak 1993 yılında imza atabildik. Nuran Talu’nun da vurguladığı üzere Türkiye’deki sürdürülebilirlik taahhütleri daha önce Çevre Bakanlığı tarafından veriliyordu ama çok uzun yıllar bu taahhütlerin fikri takibi yapılmadı. Bu noktada sürdürebilirlik kavramının sadece çevre konusunu kapsamadığını hatırlamakta tekrar yarar var. Nitekim konferansta da Kalkınma Bakanlığı’nın bütün sektörlere yönelik kapsayıcı rol oynadığının altı çizildi. Daha sonra kahve arasında sohbet ettiğimiz Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Melsa Ararat da devlet katında en iyi hazırlanmış olan kurumlardan birinin Kalkınma Bakanlığı olduğunu vurguladı.
“Bırakınız Yapsınlar Dönemi Bitti”
Hazır kendisini anmışken Rio+20 ve Türkiye süreciyle ilgili en önemli tespitlerden biri de Melsa Ararat’dan geldi. Ararat, “Yeşil iş Konferansı” sırasında “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” döneminin bittiğini vurgulayan belki de ilk konuşmacı oldu. Ararat, dünyada da Türkiye’de de sürdürülebilirliğin nihayet anlaşıldığını söyleyerek, Rio’da ortaya çıkan sonuç bildirgesinde, şirketleri sürdürülebilirlik verilerini genel raporlama sistemi içine dahil etmelerini teşvik eden 47. Maddenin önemine değindi.
Rio+20’de ortaya çıkan en önemli sonuçlardan biri de, iş dünyasının daha proaktif bir rol üstlenmesi gerektiğiydi. Hem Nuran Talu, hem de Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Türkiye Kafkaslar ve Orta Asya Direktöre ve Coca-Cola Türkiye Başkanı Galya Frayman Molinas, ısrarla bu konunun altını çizdiler. Özellikle Molinas, sürdürülebilirlik adımları konusunda özel sektörün daha çevik adımlar atabileceğini açık bir şekilde vurguladı.
1986 yılında Yeşil Tüketici Rehberi’ni yazan Julia Hailes de konferansın önemli katılımcılarından biriydi. Her gün 112 Empire State binası büyüklüğünde atık ürettiğimizi, yılda 7 milyon ton gıdayı da çöp haline getirdiğimizi hatırlatan Hailes, konuşmasında, kendi memleketi olan İngiltere’de tamircilik sektörünün nasıl yok edildiğini ayrıntılarıyla anlattı. Bu arada İngiltere’nin namlı kendin yap mağazalarından birinin, radikal iade politikalarından ötürü iade edilen malları sorgusuz sualsiz parçalarına ayrılıp çöpe attığını anlatan Hailes, elektronik eşyaların ömrünün ise lüzumsuz bir şekilde beş yıldan iki yıla düştüğünü vurguladı.
Gencecik yaşında kurduğu Terracycle şirketiyle atıkları ürüne dönüştürerek insanların çöpe bakış açısını değiştirmesiyle ünlenen Tom Szaky de, konferansın en parlak ve ilgi çekici konuklarından biriydi. Terracycle deneyimini ve çöpün gerçek mahiyetini çok ilginç örneklerle aktaran Szaky, özellikle İspanya ve Türkiye’de atıkların doğrudan dejarjının fazlasıyla ucuz olduğunu vurguladı.
İş dünyasının yeşil rotası ise 19 Ekim günü gerçekleştirilen final oturumunda çizildi. Guardian Sürdürülebilirlik editörü Jo Confino, yazar Julia Hailes, Terracycle CEO’su Tom Szaky, Solarcentury ve Solaraid’in kurucu başkanı Jeremy Leggett, yeşil işe yönelik küresel bir bakış ortaya koymaya çalıştı. Oturumun moderatörü Yar. Doç. Dr. Fatoş Karahasan’ın ilk sorusu, “İnsanlar durumun vahametinin farkında mı?” oldu. Julia Hailes yaklaşık on senedir farkındalığın arttığını ama yöneticilerin ne yapacaklarını tam da çözemedikleri için kaçmaya çalıştıklarını söyledi. Kaçmayan ve pozitif örnek sergilen örneklerden birinin de zemin kaplaması üreticisi Interface olduğunu vurguladı.
Interface’in Avrupa Ortadoğu ve Afrika bölgesi Sürdürülebilirlik Direktörü Ramon Arratia ile yaptığımız röportajı Aralık sayımızda okuyacaksınız. Şimdilik şu kadarını söyleyelim: Anahtar kelimemiz iplik. Interface halılarının naylon iplikleri, Brezilya ve Hindistan bölgesinde, keneotu yetiştiren küçük çiftçiler desteklenerek üretiliyor. Filipinlerde küçük balıkçıların kullandığı ağlar geri dönüştürülüyor. Jeremy Leggett ise bazılarımıza klişe gelen bir realiteyi hatırlattı. Leggett hâlâ petrol lobilerinin yenilenebilir enerji hakkında anti propaganda malzemesi ürettiğini ancak 2020 yılında bizleri büyük bir petrol krizinin beklediğini söyledi. Büyük ihtimalle Jeremy Rifkin’den ilhamla, bir “Üçüncü Endüstri Devrimi”nin gerekliliğini vurgulayan Leggett’a göre, bu devrim, özellikle sosyal medya aracılığıyla spontan bir şekilde gerçekleşecek.
Yeşil Dijital Bahar mı?
İşte tam da bu noktada Julia Hailes, Jo Confino ve Tom Szaky arasında hummalı bir tartışma başladı. Bu tüketimcilik döngüsü nasıl kırılabilirdi? Julia Hailes daha akıllı ve bilinçli bir tüketici tipinin teşvik edilmesi gerektiğini vurgularken, Tom Szaky ise, insanların özünde tembel olduğu vurgusunu yaptıktan sonra, belki de ilk etapta, insanların daha pahalı ama dayanıklı ürünlere yönlendirilmesinin iyi olabileceğini söyledi. Szaky ile beraber Confino da, modüler, güncellenebilir ürünlerin artması gerektiğini vurguladı. Hatta Szaky buna yanaşmayan Apple markasına açık eleştiriler de yöneltti. Julia Hailes ampul örneğinden yola çıkarak konvansiyonel yerine LED aydınlatma sistemi kurmanın ilk etapta 500 punda mal olduğunu ama iki senelik süreç içinde 700 pound’un insanların cebinde kalabileceğini belirterek insanların bu bilgiye sahip olması gerektiğini vurguladı.
Burada görev genel olarak medyaya düşüyor. Confino’nun da belirttiği üzere sosyal medya yavaş yavaş güç dengelerini kırmaya başlıyor. Belki artık Arap Baharı’ndan sonra hakili Yeşil Bahar’ın da zamanı gelmiştir. Ne dersiniz?
EKOIQ Dergisi Kasım 2012 Sayı: 23