Birbiri ardınca “yeşil” politika benimseyen şirketler bir dizi cephede değer yarattılar. Özellikle piyasa değerlerini artırma, üst düzey yetenekleri işe alma ve koruma, müşteri çekme, halkla ilişkilerini sağlamlaştırma, işletme ve gayrimenkul maliyetlerini düşürme ve verimliliği artırma yeteneklerini büyük ölçüde geliştirdiler.
Artan Piyasa Değeri
Son araştırmalar çevreci konulara eğilen ve bunları iş yapma yöntemleriyle bütünleştiren şirketlerin bunu yapmayanlara oranla performanslarını artırdıklarını gösteriyor. 2008’de The Economist dergisinin Araştırma Birimi, “İyi İş Çıkarmak: Şirketler ve Sürdürülebilirlik Meselesi” adlı raporu hazırlarken 1254 üst düzey şirket yöneticisiyle görüşerek hisse senedi performansının kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) performansıyla bağlantısını araştırdı. Bulgular kurumsal sürdürülebilirlik ve güçlü hisse senedi fiyatı arasında şaşırtıcı bir bağlantı olduğunu ortaya koydu. Araştırmada son üç yılda (2005-2007) en yüksek hisse senedi fiyat artışı yaşayan şirketler sürdürülebilirlik meselelerine daha fazla önem verirken en kötü performans daha az önem vermekle bağlantılı görünüyordu. Doğrudan bir bağlantı saptamak zor; ancak genelde yüksek performanslı şirketler yönetim kurulu seviyesinde sosyal ve çevreci konulara daha fazla odaklanırken düşük performanslı firmalarda sürdürülebilirlik meseleleriyle ilgilenen hiç kimsenin olmaması daha yüksek bir olasılıktı. Görünüşe bakılırsa, hissedarlar işlerini diğer sosyal ve çevreci faktörlere bağlı olarak daha geniş ve kapsamlı bir açıdan ele alan şirketlerle daha fazla ilgileniyorlar. Ayrıca bu meseleleri sadece pazarlama broşürlerinde değil, yönetim kurulu toplantılarında da tartışan kuruluşlarla da daha fazla ilgileniyorlar. Sprint’te gayrimenkul sürdürülebilirlik müdürü olan Alicia Martin’in dediği gibi, “İç ve dış müşterilerimiz sosyal sorumluluk taahhüdü talep ediyorlar; bu, şirketimiz için mutlak bir ihtiyaç.”
İşe Alma ve Tutmada İyileşme
İşe alma cephesinde “Milenyum” nesliyle ilgili çok araştırma yapıldı. 1980 ve 2000 yılları arasında doğan (ve ayrıca Y Nesli olarak da adlandırılan) bu grup savaş sonrası doğan kuşak kadar kalabalık ve yeni yeni işgücüne katılıyor. Özgüvenli, iddialı, dijital konularda son derece bilgili ve yerel ve küresel anlamda kendi toplulukları yla ilgili bir kuşak bu. Yakın tarihte yapılmış bir araştırma genç profesyonellerin neredeyse yarısının sağlam kurumsal sosyal sorumluluk politikaları olmayan işverenleri reddetme ihtimalleri olduğunu gösteriyor. Yeşil bir işyerine sahip olmak yeni insanları işe almanın ötesinde, elinizdeki iyi insanları tutmak için de etkin bir strateji olduğunu kanıtlıyor. İnsan Kaynakları Yönetim Derneğine göre, görüşülen insan kaynakları profesyonellerinin yüzde 61’i çalışanlarının kuruluşlarının yeşil sorumluluk programının bir sonucu olarak işte kalmalarının daha muhtemel olduğunu söylediler.
Tüketiciler Önemser
Karbon Bildirim Projesi büyük kuruluşların sera gazı emisyonlarını açıklamak için hissedarlar ve şirketlerle birlikte çalışan bir sivil toplum örgütüdür. Bu örgüt 2008’de dünyanın en büyük şirketlerinden 1550’sinin emisyon verilerini yayınladı. Yanıt veren şirketlerden yüzde 82’si iklim değişikliğinin hem mevcut, hem de yeni ürün ve hizmetler için ticari fırsatlar sunacağını söylüyordu. Piyasa fırsatı özellikle işgücündeki en genç kuşağa fazlasıyla hitap etmesi açısından anlamlıdır. 2006 Cone Milenyum Kuşağı Amaç Araştırması yaklaşık 1800 milenyum kuşağı üyesiyle görüştü. Yüzde 69’u nereden alışveriş yapacağına karar verirken bir şirketin sosyal ve çevreci politikasını dikkate alıyor ve görüşülen 10 milenyum kuşağı üyesinden neredeyse 9’u bir markadan iyi bir amaca hizmet eden ikinci bir markaya geçmelerinin (fiyatı ve kalitesi eşit olmak kaydıyla) muhtemel ya da çok muhtemel olduğunu belirtiyordu. Yeşil pazardan faydalanma isteği ve becerisi olan kuruluşlar için muazzam fırsatlar var. Trader Joe’s, Aveda, Toyota, Google, Zipcar, American Apparel ve IKEA milenyum nesline ulaşmak için özellikle yeşil değerleri kullanan birçok markadan sadece birkaçı. Bu genç tüketiciler çevre bilinci taşıyorlar ve gelirlerini yeşil nitelik taşıyan şirketlere yönlendirmeye istekliler. Örneğin, Zipcar Kuzey Amerika ve İngiltere’de, 28 kentte 5500’den fazla aracı bulunan bir araç kiralama hizmetidir. Hizmetin üyeleri araçlarının rezervasyonunu internet üzerinden yaptırıyor ve araçlarını kendi mahallerinde teslim alıyorlar. Milenyum kuşağı üyeleri özellikle Mini Cooper, Prius ve Scion gibi az yakıt tüketen otomobil modellerini tercih ediyorlar. Zipcar, araçlarının her birinin 15-20 özel aracın trafikten uzak kalmasını sağladığını ve hizmet alan üyelerinin bu sayede yüzde 90’ının yılda 9000 kilometre ya da daha az yol kat ederek karbondioksit emisyonlarını önemli ölçüde azalttıklarını iddia ediyor. Bu araçların milenyum kuşağına hitap etmesinin nedeni, makul kiralama maliyetleri, kiralama için zorunlu asgari yaşın azaltılmış olması ve bu yolla çevre için doğru bir şeyi yaptıklarını düşünmeleri.
Daha İyi Halkla İlişkiler
İmaj parlatmak ve halkla ilişkileri sağlamlaştırmak da birçok şirketin kurumsal mesajlarına sosyal ve yeşil meseleleri dahil etmesinin güçlü nedenlerinden birini oluşturuyor. Örneğin, perakende devi Wal-Mart’ı ele alalım. Dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Wal-Mart bir yılda Amerika Birleşik Devletleri’ndeki diğer tüm özel kullanıcılardan daha fazla elektrik tüketiyor. 2074 mağazasının her biri yılda ortalama 1,5 milyon kilovat harcıyor ve bu da grup olarak Namibya’ya yetecek miktarda elektrik kullandığı anlamına geliyor. 21. yüzyıla girerken, Wal-Mart’ın mağazalarının ürettiği atık miktarı, tıpkı tartışmalı işçi politikaları ve “daha düşük fiyat için her şey mubahtır” zihniyeti gibi, daha sıkı bir sorgulamaya alındı.
2004’te Wal-Mart CEO’su Lee Scott öncü perakende gemisini savunmacı bir konumdan proaktif ve olumlu bir yöne çevirmek için yenlikçi yollar aramaya başladı. Scott, bir muhafazakâr ve Conservation International’ın ortak kurucusu olan Peter Seligman’la anlaştı. Danışmanlar ve Walton ailesinden oluşan bir dış ekibin de yardımıyla, iki yönetici Wal-Mart’ın küresel etkisi üzerine yıl boyu sürecek bir araştırma başlattılar. Wal-Mart tarım ticaretinden organik giyime her şeyi araştırarak, bir yandan malları düşük maliyetle sunma felsefesini korurken diğer yandan yeni yeşil stratejilerini uygulamanın yollarını aradı. Zaman, sürekli yatırım ve artan bilgi sayesinde, Wal-Mart sürdürülebilirlik girişimlerinde olgunlaşarak yüzde 100 yenilenebilir enerji kullanma, sıfır atık yaratma ve kaynakları ve çevreyi koruyan ürünler satma hedeflerine doğru ilerliyor. Şirketin halkın gözündeki imajını iyileştirme yönünde süregelen savaşında sürdürülebilirlik cephesindeki çalışmaları en güçlü silahlarından biri oldu.
Düşen Maliyetler
Gayrimenkul sektöründe piyasa talebi ve sürdürülebilir malzeme maliyetlerinde yaşanan düşüş yeşil binalar tasarlama ve inşa etmenin ilk Finansal etkisini düşürdü. Davis Langdon’ın 2007 tarihli bir araştırmasına göre, yeşil binaların ortalama inşaat maliyetleri ile yeşil olmayan binalar arasında önemli bir fark yok. Ayrıca yeşil bir tesisin işletme maliyetleri ve piyasa avantajları değerini önemli ölçüde artırıyor. McGraw-Hill yeşil olarak tanımlanan binalar için tüm inşaat sektöründe işletme maliyetlerinde ortalama yüzde 8-9 oranında bir düşüş öngörüyor. İlginç bir şekilde, yeşil tesisler sadece işletme maliyetlerini düşürmekle kalmıyor, aynı zamanda kiracıların yeşil olmayan binalara oranla yeşil binaları tercih etmeleri daha muhtemel olduğu için, bina sahiplerinin gelirlerini de artırıyor. Yeşil binalarla ilgili olarak bina değerlerinin yüzde 7,5, kullanımın yüzde 3,5, kiraların yüzde 3 ve yatırım getirisinin yüzde 6,6 artacağı tahmin ediliyor. Bu artış yeşil binaları işletmenin daha ucuz ve kiralamanın daha kolay olduğu anlamına geliyor ve bu da onları genel olarak daha iyi bir yatırım haline getiriyor.
Gayrimenkul şirketlerinin yöneticileri bu gerçeği biliyor ve işletme maliyetlerini düşürmek için binalarını yeşil binalara dönüştürmenin yollarını buluyorlar. Texas Instruments’ın (TI) sürdürülebilir gelişim müdürü Paul Westbrook Texas Instruments’ın yeşil bina stratejilerini nasıl başlattığını anlatıyor. “Çoğu TI çalışanı mühendislik eğitimi almıştır ve düşünce yapıları mantığa dayalıdır; dolayısıyla doğal olarak ‘atık bir maliyettir’ derler. Sürdürülebilirlik destekçileri atığı azaltma konusunu şirketin üst düzey liderliğine uzun vadeli bir maliyet tasarrufu stratejisi olarak sundular. Şirket perspektifinden bakıldığında atık maliyetinin bir sorun olduğunu ve binalarında ve üretim süreçlerinde atık azalırsa şirketin bir rekabet üstünlüğü elde edebileceğini kabul ettiler. TI daha az enerji ve suyla yarı iletkenler üretebilirse bu bilanço açısından çok faydalı olabilirdi” diyen Westbrook özetle,
“Bunu şirket açısından çok anlamlı olduğu için yapıyoruz ve ayrıca gezegen için de faydalı” ifadesini kullanıyor.
Üretkenlik Artışı
Yeşil işyerleri genel olarak manzara ve doğal ışık, ısı konforu, kişisel ortam kontrolü ve iyi bir iç hava kalitesi gibi, çalışanların özellikle değer verdikleri tutarlı özelliklere sahiptir. Bu özellikler sadece daha mutlu değil, daha üretken çalışanlar yaratır. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1997 gibi erken tarihli bir araştırma, devamsızlık ve hastalıklarda hava kalitesinin iyileşmesinin getireceği azalma sayesinde ciddi üretkenlik artışları elde edilebileceğini öngörüyordu; solunum hastalığı vakalarındaki azalma nedeniyle 6-9 milyar dolar, astım alerjilerindeki azalma nedeniyle 1-4 milyar dolar ve kişinin işyeri ya da konutuna bağlı olan ve “hasta bina sendromu” olarak adlandırılan rahatsızlıklarla ilişkili semptomların azalması nedeniyle 10-20 milyar dolar arasında bir üretkenlik artışı öngörülüyordu.