Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFİA) Kurucu Direktörü Bengisu Özenç, Yeşil Mutabakat Eylem Planının, mevcut eylem planlarının “yeşil” bir derlemesi özelliğini taşıdığını söylerken, “Plan; enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, döngüsel ekonomi anahtar kelimelerine odaklanan ancak dönüşümün en temel unsuru olan fosil kaynaklardan çıkışa ve emisyon yoğun ağır sanayinin dönüşümüne ilişkin bileşenlere değinmeyen, oldukça eksik bir çerçeve sunuyor” diyor.
YAZI: Bulut BAGATIR
Yeşil Mutabakat Eylem Planı, sürdürülebilir karbon düzenlemelerinden sürdürülebilir tarıma kadar dokuz ana başlık altında toplam 32 hedef ve 81 eylemi içeriyor. Sizce belirlenen bu hedefler ve eylemler Avrupa Yeşil Mutabakatı ile ne derece uyumlu? Neler vadediyorlar? Eksik tarafları neler?
Ticaret Bakanlığı koordinasyonunda uzun süredir yürütülen Ulusal Mutabakat çalışmalarının kamuoyuna sunulan ilk çıktısı söz konusu Eylem Planı oldu. Her ne kadar Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın açıklandığı ilk günlerde Mutabakatın mevcut uluslararası ticaret rejimine ve Gümrük Birliğine aykırılıklarını vurgulayan çıkışlar yapılmış olsa da aradan geçen 1,5 yılı aşkın süreç sonunda tartışmaların Mutabakata uyum çerçevesine evrildiğini görüyoruz. Yeşil Mutabakat, AB’nin üye ülkeler için belirlediği iddialı iklim hedefleri (2030 yılı itibarıyla emisyonlarını 1990 seviyesinin %55 altına getirmek ve 2050 yılı itibarıyla karbon nötr ilk kıta olmak) doğrultusunda hazırlamış olduğu bir politikalar bütünü. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye gibi üçüncü ülkeler için Mutabakata uyum durumu ancak kendisini doğrudan etkileyen mekanizmalar ve bu mekanizmalara ilişkin geliştirilmiş stratejiler çerçevesinden değerlendirilebilir.
Her şeyden önce, Türkiye’nin resmi emisyon azaltım hedefinin, 2015 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne sunmuş olduğu ve maalesef küresel ısınmayı 1,5 derecede sınırlandırma hedefiyle uyumlu olmayan Niyet Edilen Katkı Beyanında sunduğu hedeften oluştuğunu söylemek gerekli. Bu son derece iddiasız hedef, doğal olarak Türkiye’nin kendi düşük karbonlu dönüşüm stratejisini oluşturmasında bugüne kadar teşvik edici bir rol oynamadı. Strateji eksikliği bugün Türkiye’yi, küresel olarak daha sık gündeme gelmeye başlayan, iklim politikası kaynaklı uluslararası düzenlemelere “uyum” sağlamaya çalışan, reaktif bir pozisyona düşürmüştür. Oysa ki Türkiye’nin acilen küresel iklim hedefleriyle uyumlu ve içsel tutarlığa sahip bir politika çerçevesine ihtiyacı var. Açıklanan Eylem Planı böylesi bir yaklaşımdan oldukça uzak. Mevcut eylem planlarının “yeşil” bir derlemesi özelliğini taşıyan Eylem Planının, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji, döngüsel ekonomi anahtar kelimelerine odaklanan ancak dönüşümün en temel unsuru olan fosil kaynaklardan çıkışa ve emisyon yoğun ağır sanayinin dönüşümüne ilişkin bileşenlere değinmeyen, oldukça eksik bir çerçeve sunduğu göze çarpıyor. Avrupa Yeşil Mutabakatı ile ilgili noktalarda ise bir eylem tanımlamaktan ziyade, eyleme hazırlığın ilk adımlarını tarif ediyor.
Tüm bu eksiklerine rağmen, Eylem Planı çalışmaları kapsamında önümüzdeki dönemde oluşturulacak tematik çalışma grupları aracılığı ile takvimin ve somut adımların izlenecek olması, paydaşların sürece dahil olabilmeleri ve daha ilerici bir pozisyon alınması yönünde baskı oluşturabilmeleri açısından bir fırsat olarak görülebilir.
Resmi Gazete’de yer alan Cumhurbaşkanlığı genelgesinde yeşil mutabakat eylem planının 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi ile uyumlu olduğundan bahsediliyor ve her ne kadar eylem planının içerisinde Paris Anlaşması’na yer verilse de, Paris Anlaşması’na atıfta bulunulmuyor? Böyle bir tercihin arkasında yatan neden ne olabilir?
Paris Anlaşması Türkiye açısından bir tabu haline gelmiş durumda. Bugüne kadar iklim müzakereleri daha az sayıda paydaşın ilgi gösterdiği ve Türkiye’nin eklerden çıkma talebini merkeze alan bir çerçevede sürdürüldü. Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın açıklanmasını takiben Türkiye’de iklim politikası tartışmaları bir anda alevlendi. Mutabakatla birlikte ortaya çıkması muhtemel rekabetçilik kayıpları ve bu kayıpları önlemenin/hafifletmenin yolunun düşük karbonlu ekonomi stratejisinden geçiyor olması, iklim politikalarını bugüne kadar bu konuyla fazlaca ilgilenmemiş olan paydaşların gündeminin de tam ortasına yerleştirdi. Aslına bakarsanız iklim politikaları bugün, ekonomiden uluslararası ilişkilere tüm politikaları yatay kesen bir konumda bulunuyor. İklim politikaları bu kadar merkezileşmişken, Türkiye’nin iklim hedefleri konusunda küresel mutabakatı sağlamış olan Paris Anlaşması’nın dışında kalması, günümüz koşullarında değerlendirildiğinde kabul edilebilir durmuyor. Bu yönde artan farkındalık ve hassasiyet, Paris Anlaşması’nın onaylanmasına yönelik taleplerin de farklı kesimler tarafından gündeme getirilmesine neden oldu. Hükümet ise Anlaşmanın onaylanması konusunda bildiğimiz reflekslerini koruyor gibi görünüyor. Avrupa’yı 2050 itibarıyla karbon nötr kıta olma hedefine taşıyacak bir araç olarak tasarlanan Yeşil Mutabakat tam da Paris Anlaşması hedefleriyle ilişkiliyken genelgede böyle bir atıf yapılmamasının, Yeşil Mutabakat gibi Türkiye ekonomisi açısından akut bir tehdit oluşturan ve paydaşların bu konudaki hassasiyetini artıran bir düzenleme ile Paris Anlaşması arasında doğrudan bir bağlantı kurulmasının istenmemesiyle alakalı olduğunu düşünüyorum.
Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın en çok tartışıldığı uygulamalarından biri. Türkiye için yayımlanan planda da 2021’in üçüncü çeyreğinde bu mekanizmaya dair çalışmaların başlayacağını görüyoruz. Bu mekanizmaya dair yayımlanan yol haritasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
SKDM Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın üçüncü ülkeler üzerinde en doğrudan etkilerini gösterecek olan mekanizması. Her ne kadar 14 Temmuz 2021 tarihinde açıklanmış olan resmi metinde tarif edilmiş öncelikli sektörler ürünler bazında listelenmiş ve idari mekanizmaya ilişkin öneriler sıralanmış olsa da uygulamanın bürokrasisinden başlayarak tartışmalı pek çok bileşeni var. Önümüzdeki yıllar bu tartışmaların derinleşerek devam ettiği, SKDM’nın gündemimizden hiç düşmediği yıllar olacak gibi duruyor. Eylem Planında tarif edildiği şekliyle, SKDM’na ilişkin çalışmaların 2021’in üçüncü çeyreğinde başladığı, 2022 yılının ikinci çeyreğinde karbon ve kaynak yoğun öncelikli sektörlere ilişkin etki analizi sonuçlarının ve eylem önerilerinin sunulduğu, dördüncü çeyrekte ise bu sektörler için yol haritalarının oluşturulduğu bir takvimde zaman kaybına bağlı risklerin oluşabileceğini düşünüyorum. SKDM’nın önceliklendirmesi muhtemel sektörler Mutabakatın açıklandığı ilk aylarda gündeme getirilmekteydi. Resmi açıklamada gündeme gelen beş sektör (çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre ve elektrik) beklentilerden çok da farklı olmadı. Yeni başlayacağı söylenen etki analizi ve yol haritası çalışmaları Eylem Planı öncesinde yapılmış, Plandaki eylemlerin bu doğrultuda tanımlanmış olası gerekirken, başta da ifade etmeye çalıştığım gibi, Eylem Planında eyleme hazırlığın adımlarını ifade eden bir çerçeve sunulmuştur. Ağır sanayi gibi, yapılan yatırımların ömrünün en az 30 yıl olduğu bir alanda bugün yapılacak olan yatırımın gelecek 30 yıllık emisyon patikamızı belirlediği düşünüldüğünde, yol haritası belirlenip politikalar bu harita ile eşgüdümlü hale getirilene kadar yapılacak olan yatırımların bizi daha yüksek emisyonlu bir patikaya, üreticiyi ise muhtemel rekabet kayıplarına zorunlu kılması olasıdır. Bu nedenle dönüşümü daha ivedilikle ele alacağımız bir Eylem Planı hazırlığına ihtiyacımız bulunuyor.
Avrupa Yeşil Mutabakatında tanımlanan SKDM’na ek olarak, Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı henüz onaylamamış olması gelecek dönemde Avrupa ile ticari ilişkilerimizi zora sokacak bir pozisyon olabilir. Avrupa Birliği’nin ikili ticaret anlaşmalarında Paris Anlaşması’na taraf olma şartını getirme yönünde arka plan çalışmalarını yaptığını biliyoruz. AB ile Gümrük Birliğinin modernizasyonun gündemde olduğu bir dönemde önümüze gelecek konulardan biri de bu olabilir.