Yeşil patentin sürdürülebilirlik alanında yapılan çalışmaları koruma altına alırken bu alanda yapılacak çalışmaları teşvik ettiğini söyleyen Destek Patent CEO’su Faruk Yamankaradeniz, gelecekte “çevre dostu” olarak kabul edilmek için teknolojilerin hem yasal gereklilikleri hem de çevresel beklentileri karşılaması gerektiğini belirtti.
Elif YAŞAR ÖZYÜREK
Öncelikle Destek Patent’i kısaca tanımak isteriz…
Sınai haklar sektöründe, 1983 yılında faaliyet göstermeye başladık ve bu alanda, vekillik ve danışmanlık hizmetleri sunuyoruz. Türkiye, İsviçre, Kazakistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İngiltere’de ofislerimiz bulunuyor. Buralarda müvekkillerimize global rehberlik sağlıyoruz. Dünya genelinde yaşanan gelişmeleri yakından takip etmekle birlikte 195 ülkede, portföyümüzdeki firmaları temsil ediyoruz. Şu anda sunduğumuz hizmetlerin temelinde sınai haklar alanlarında vekillik ve danışmanlık bulunuyor. Tescil, koruma işlemlerinin yanında araştırma, takip, yorumlama, analiz, karşılaştırma, değerleme, sistem kurma ve geliştirme, eğitim gibi konularda hizmet veriyoruz. Sınai haklar bilincinin artırılması amacıyla yaptığımız çalışmalarla Uluslararası Patent Birliği (UPB), LES Türkiye ve AIPPI Türkiye gibi derneklerin kurucuları arasında yer alıyoruz.
Yeşil patent nedir? Bir markanın, ürünün ya da fikrin yeşil patent alabilmesinin kriterleri nelerdir?
Şayet bir buluş çevre kirliliğini azaltma, doğal kaynakları koruma ve iklim değişikliğini hafifletmeye yardımcı olma temelinde geliştirilmişse o buluşa verilen patent “yeşil patent” olarak adlandırılıyor. Yeşil patentin temel amacı bu gibi çalışmaların dünya ölçeğinde teşvik edilip korunması. “Çevre dostu” diyebileceğimiz bu tip buluşlar, aynı diğer buluşlar gibi yenilik, buluş basamağı ve sanayiye uygulanabilirlik gibi üç patentlenebilirlik kriterlerine uyduğu takdirde tescil edilebiliyor. Çünkü atık azaltma, sürdürülebilir tarım, enerji tasarrufu ve yenilenebilir enerji gibi alanlardaki patent başvuruları, sürdürülebilirlik amacına da hizmet ediyor. Bu bağlamda “yeşil patent”, çevre dostu teknolojilerin önemini vurgulamakla birlikte alandaki patent çalışmalarına değer katıyor.
Sürdürülebilirlik odaklı çalışmalarda yeşil patentin önemini değerlendirir misiniz? Güncel veriler ışığında dünyada ve ülkemizde trendler nasıl bir gidişata işaret ediyor?
Sürdürülebilirlik, geleceğimizi koruma altına alabilmemiz için vazgeçilmez bir unsur ve bu korumayı sağlamada yeşil patentlerin de rolü büyük. Yeşil patentin amacı, tüm dünyada sürdürülebilirlik konusundaki teşviki artırmaktır zaten. Yeşil patentler, sürdürülebilirlik alanında yapılan çalışmaları koruma altına alırken bu alanda yapılacak çalışmaları da teşvik ediyor. Şöyle ki genellikle başvuru tarihinden itibaren 20 yıl boyunca buluş sahibine özel haklar tanıyan bir tür yasal koruma olan patentler, buluşçuların icatlarını ticarileştirmelerine ve yatırımlarından geri dönüş elde etmelerine olanak sağlıyor. Bu durum, alanda çalışma yapmayı düşünenler için ciddi ölçüde teşvik edici bir unsur. Aslında sürdürülebilir teknoloji alanında patentlerin varlığı dahi şirketlerin ve bireylerin mali kazanç potansiyelini görmeleri ve yeni çevre dostu teknolojilerin geliştirilmesine daha fazla yatırım yapmaları için bir teşvik unsuru. Bu arada yeşil patent başvurularının dünya genelinde sürekli bir artış trendi gösterdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çevre dostu teknolojilere ve iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik çözümlere çoğalan ilgi, alandaki patent başvurularının her geçen gün daha da artmasına neden oluyor. Mevcut trend sürdürülebilir inovasyonların gelecekte daha da önem kazanacağını ve yeşil teknolojilere yapılan yatırımların giderek yaygınlaşacağını gösteriyor. Yeşil patent başvurularındaki artış, çevresel sorumluluk bilincinin ve yenilikçi çözümlere olan ihtiyacın ne kadar güçlü olduğunu da ortaya koyuyor.
Hızla değişen ve gelişen dünyamızda hem Ar-Ge hem de inovasyon çalışmaları öne çıkarken dünyadaki patent sayılarını artırma çabası ile uyumlu olarak ülkemizde etkin bir patent stratejisi nasıl oluşturulabilir?
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın verilerine göre, Türkiye’de 1.312 Ar-Ge merkezi var. Bu merkezlerde binlerce çalışan bulunsa da ülkemizde patent başvuru adetlerine baktığımızda kişi başına düşen patent sayısı 0,4. Türkiye gibi 85 milyonluk nüfusa sahip, dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmayı hedefleyen, dünyayla rekabet eden bir ülke için bu rakam yeterli görünmüyor. Uluslararası markaların günlük başvuru sayıları dahi bu sayıdan daha yüksek. Bu 0,4 olarak hesaplanan sayının en az 1 olması lazım. Bunun için de en temel strateji, toplumsal fikri ve sınai haklar bilincinin artırılmasına yönelik çalışmalar olmalı. Patent tescilinin ekonomi için bir nevi “katalizör” olduğunun bilincine varılması gerekir. Bir girişimci, bir buluş sahibi, buluşunu tescil ettirmediği zaman uğrayacağı zararları doğru bir şekilde öğrenemezse yaşanacakları analiz edip tedbir alamaz. Sonuçta o kişinin göreceği zarar, ulusal ekonomiyi de etkiler. Dolayısıyla bu sürece hizmet eden her fikrin, buluşun, projenin mutlaka korumaya alınması ülkemizdeki patent sayısını artıracaktır. Yeşil patent sayısının artması demek de o ekonominin hem doğaya daha saygılı hem de daha kıymetli aktörler kazanması anlamına gelir. Bu nedenle her buluşun, her tasarımın, markanın veya faydalı modelin kesinlikle tescil edilmesinin, üstelik yalnızca ulusal ölçekte değil, küresel ölçekte de tescil edilmesinin bir zorunluluk olduğuna dair bilincin gelişmesi gerekiyor. Bu gelişim ise ancak eğitimle mümkün.
Sürdürülebilir bir patent stratejisi içinde patent okuryazarlığının etkisini değerlendirir misiniz?
Konuya öncelikle patent okuryazarlığının ne olduğunu kavramakla başlamamız gerekiyor. Patent okuryazarlığı demek doğru bir şekilde kapsamı belirlemek ve onu doğru şekilde yorumlamak demektir. Ve bu başlı başına uzmanlık isteyen bir iş. Buluş sahibi olan kişi veya kurumun tek başına hakkaniyetiyle altından kalkabileceği bir bilgi yoğunluğu değil; mutlaka profesyonel destek alınması lazım. “Patent okuryazarlığı, sürdürülebilir bir patent stratejisi için hayati öneme sahiptir” diyebiliriz. Toplumumuzda başta patent olmak üzere fikri ve sınai hakların geliştirilmesi noktasındaki bilinç ve farkındalık artışı, sürdürülebilir ekonomik büyümeyle doğru orantılı. Çünkü fikri ve sınai haklar alanında yapılan tescil başvurularında görülen %11’lik bir artış dahi ülke ekonomisine %1’lik bir artış olarak yansıyor -ki çok ciddi bir rakamdan söz ediyoruz.
Patent okuryazarlığının geliştirilmesi, fikri ve sınai haklar alanındaki bilinç ve farkındalık düzeyinin artırılması amacıyla 2019 yılından bu yana “Fikrine Sahip Çık” adlı kurumsal sosyal sorumluluk projesini yürütüyoruz. Bu kapsamda lise ve üniversite öğrencileri ile KOBİ ve girişimcilere eğitimler veriyoruz. Verdiğimiz eğitimlerle patent okuryazarlığına bir nebze katkı sağlayabiliyorsak ne mutlu bize… Şimdiye kadar tüm gençler üzerinde farkındalık bilincini oluşturmak hedefiyle 15 bine yakın öğrenciye ulaştık.
Yeşil dönüşüm sürecinde yakın gelecekte yeşil patent almamış bir teknoloji “yeterince çevre dostu” sayılabilecek mi?
Gidişat, çevresel sorumluluk ve sürdürülebilirlik konularına verilen önemin giderek arttığını gösteriyor ve teknolojilerin çevre üzerindeki etkilerinin dikkatle değerlendirilmesi gerekiyor. Toplumun ve endüstrinin beklentileri, çevreye duyarlı teknolojilere yöneliyor ve bu eğilimin gelecekte daha da güçlenerek devam edeceğini düşünüyorum. Bir teknolojinin çevre dostu olarak kabul edilmesi için yalnızca yasal kriterleri değil, aynı zamanda genel kabul gören çevresel standartları da karşılaması gerekiyor. Yeşil patent tescili almamış bir teknoloji algısal olarak da “çevreye yeterince duyarlı olmadığı” şeklinde yorumlanabilir. Bu da, teknolojilerin geliştirilmesinde ve uygulanmasında çevresel etkilerin dikkate alınmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor. Bu çerçevede, gelecekte çevre dostu olarak kabul edilmek için teknolojilerin hem yasal gereklilikleri hem de çevresel beklentileri karşılaması gerektiğini söyleyebilirim.