Kültür

Yıl: 1972 Yer: Menekşe Koyu

Bir yandan balıklarımız nereye gitti sorusunu tartışıyor, bir yandan da balıkçılıkla ilgili yeni yapılan düzenlemeleri tartışıyoruz. Gırgır reisleri isyanlarda. Halbuki Yaşar Kemal’in “Denizler Kurudu” röportajını bir okusalar. Tarih, 1972 yılında Menekşe Koyu’nda gizli. Hazır Yaşar Kemal’in son romanı ” Çıplak Deniz Çıplak Ada” kitapçıların raflarını süslerken biz de ustayı tekrar bir analım dedik. 

Balkan TALU

“Balıklarımız Nereye Gitti” sorusunu yıllardır duyuyorduk. İstanbul ve Marmara çevresinde artık karagöz, kofana yok. Balık pazarlarında uzun zamandır barbun diye tekir satılıyor zaten, yerseniz. Geçen ay itibariyle nihayet devletimiz hayırlı bir iş yaptı. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yayınladığı yeni bir tebliğle gırgır teknelerinin avlanmaları için derinlik sınırını 18 metreden 24 metreye çıkardı. Kalkan için 45, levrek için 25 ve sinarit için de 35 santimetre avlanma boyu kararı alındı. Adalar ve çevresinde gırgır yasaklandı. Yasaya, bir defada 300-400 ton balık avlayabilen gırgırcılar tepki gösteriyor. Benim aklım ise yıllar önce okuduğum “Denizler Kurudu” başlıklı Yaşar Kemal röportajına gidiyor. Hikâye, 1972 yılında Küçükçekmece’yi Marmara Denizi’ne bağlayan Menekşe koyunda geçiyor. Henüz daha 1972 yılında Menekşe balıkçılarından Nuri Koçer bağırıyor:
“Denizi kuruttular denizi. Ne oldular? Onlar da bizim gibi kurumuş denizin karşısına geçmişler, elleri göbeklerinde kurumuş denize bakıyorlar. İyi mi ettiler? Eeey Reisler! Eeey tırolcular, Eeey gırgırcılar, Eeey lambacılar, eeyy radarcılar, iyi mi, iyi mi ettiniz? Alın işte kuruttuğunuz denizi”.
Daha o zaman anlatıyor Nuri Koçer, Sarıyerli Ahmet Ateş, Topal Hasan Marmara’nın nasıl kurutulduğunu. O zaman öğreniyoruz, Topal Hasan’ın 23 santim olmayan barbunu denize geri attığını. Buradaki püf noktası barbun 23 santimden ne kısa olacak ne de uzun.
Tatar Ali ise tırollerin tarihini anlatıyor:
“Önce tırolü İtalyanlar buldu. Ben ilk tırolleri gördüm. Akdeniz’i bu sebepten kuruttular. Akdeniz’de balık denecek balık kalmadı. O koca denizde bile. Sonra tırol Yunanlılara geçti. Daldılar Ege denizine. İlk yıllarda motor azdı. Tırolleri yelkenle çekiyorlardı. Yelken ne kadar çekecek, o kadar zararlı olmuyordu. Sonra 1928’lere doğru Yunanlı tekneler motorlandılar, başladılar Ege denizinin altını üstüne getirmeye…” Sonra Tatar Ali Yunan hükümetinin ne yaptığını anlatıyor:
“Adamları alıyorlar, bütün tekneyi denizin ortasında ateşe veriyorlar. Ellerinde silah, tekne tamamen kül olunca kadar başında bekliyorlar, adamları alıp doğruca hapishaneye sokuyorlar. Dinamitçilere gelince, onlara hiç insaf yok”.
Tamam, belki tekneyi ateşe verme kısmı biraz abartılı ama Yunanistan’ın bu işi 1920’lerin sonunda çözdüğü, hatta bizim balıkçıların Marmara’da avlanamayınca Ege’ye doğru göç ettiği de aşikâr.
Peki, gırgırcılar ne diyor? Gırgırcılara bakarsanız ilim ve fen diyor ki denizleri kirleten fabrikalar bitirdi denizlerin bereketini. O dönemde Balıkçılık Enstitüsü’nde görev yapan İlham Artüz ve Tekin Mengi ise Marmara’nın bir üreme yatağı olduğunu, Ege ve Karadeniz balıklarının da yumurta dökme yeri olduğunu anlatıyorlar. Hatırlarsanız İlham Artüz’ün oğlu MAREM Başkanı Levent Artüz de Marmara’nın nasıl bir foseptik çukuruna dönüştüğünü anlatmıştı EKOIQ okurlarına… Balıkçılarla İlham Artüz ve Mengi’nin birleştiği nokta ise yumurtlama mevsiminde balıkçılık yapılmaması.
Menekşenin balıkçıları 197 2 yılından itibaren dert yanmaya başlıyor. Tatar Ali ağcılığa başlıyor; Fehmi Çanakkale’de balıkçılık yaparken ölüyor. Bizim ise aklımız başımıza 2012 senesinde geliyor. Gırgır reisleri yasanın geri çekilmesi için bastırıyor. Biz de diyoruz ki YKY tarafından basılmış olan “Bir Bulut Kaynıyor” kitabını alın, Denizler Kurudu röportajını bir okuyun. Balıklarımız nereye gitti sorusunun cevabı Menekşe koyunda yatıyor.

About Post Author