#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey
yok oluş

Yok Oluşa Engel Olmak Mümkün mü?

Başta iklim değişikliği olmak üzere doğal kaynakların verimli kullanılamaması ve sürdürülebilir olmayan kaynaklara yönelme, hızlı nüfus artışı, tarım ve endüstri devrimleri ile birlikte toprak kullanımı ve şehirleşme gibi alanlarda yaşanan ani değişimler biyolojik çeşitliliğin azalmasına ve türlerin yok olmasına neden oldu ve olmaya da devam ediyor. 

YAZI: Aynur KOLBAY HÜLYA, MarjinalSosyal Direktörü ve Strateji Departmanı Koordinatörü

Her şeyin birbiriyle bağlı olduğu yaşamın devamlılığında biyolojik çeşitliliğin önemi oldukça yüksek. Canlılar arasındaki etkileşim ve çeşitlilik besin zincirinden ekonomiye, ilaç sektöründen doğal afetlere kadar pek çok alanda büyük bir role sahip.

Başta iklim değişikliği olmak üzere doğal kaynakların verimli kullanılamaması ve sürdürülebilir olmayan kaynaklara yönelme, hızlı nüfus artışı, tarım ve endüstri devrimleri ile birlikte toprak kullanımı ve şehirleşme gibi alanlarda yaşanan ani değişimler biyolojik çeşitliliğin azalmasına ve türlerin yok olmasına neden oldu ve olmaya da devam ediyor. Yok olan habitatlar, kaybolan hayvan ve bitki türleri dünyanın sürdürülebilirliğine de çok ciddi derecede zarar veriyor. Bu kapsamda dünya üzerinde kayıpların en fazla olduğu yerler Latin Amerika ve Karayipler olarak gösterilirken 1970’ten bu yana bu bölgelerdeki yaşam alanlarının yok edilmesine bağlı olarak hayvan nüfusunda %94’ü bulan ciddi bir azalma da tespit edilmiş durumda. Türkiye özelinde ele alacak olursak coğrafi konumunun uygunluğu, iklimi, toprak ve su kaynaklarının yeterliliği, ekolojik zenginliği gibi pek çok özelliğiyle aslında geniş bir çeşitliliğe sahipken gün geçtikçe riskli bir hal almaya başladığınısöylememiz mümkün.

Gelin hep birlikte durumun vahametini özetleyen çarpıcı verilere bir göz atalım:

  • WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) tarafından yayımlanan “Yaşayan Gezegen 2022” raporuna göre, omurgalı türlerin popülasyonları 50 yıldan daha kısa sürede %69 azaldı.
  • Alfred Wegener Kutup ve Deniz Araştırmaları Enstitüsü tarafından WWF için hazırlanan “Denizlerdeki Plastik Kirliliğinin Denizel Türler, Biyolojik Çeşitlilik ve Ekosistemler Üzerindeki Etkileri” raporundaki bilgilere göre, bugüne kadar 2 bin 144 türün doğal ortamlarında plastik kirliliğine maruz kaldığı saptanırken 297 türde gözlemlenebilir etkiler incelendi; %88’inin olumsuz etkilendiği görüldü.
  • Hükümetlerarası Biyolojik Çeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Bilim-Politika Platformu’nun son raporuna göre, önlem alınmadığı takdirde yakın gelecekte 1 milyon tür yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Türkiye’de ise küresel ölçekte tehlike altında olan tür sayısı son 10 yılda dört katına çıkarak 400’e ulaştı.
  • Yine aynı rapor karasal alanların %75’inin insanlar tarafından önemli ölçüde değiştirildiğinin ve doğallığını kaybettiğinin, deniz alanlarının %60’ından fazlasının yoğun insan etkisi altında olduğunun ve sulak alanların da %85’ini kaybettiğimizin altını çiziyor.
Bireyden Genele Doğru Bir Sorumluluk Yelpazesi

Aralık 2022’de gerçekleştirilen biyoçeşitlilik konulu 15. Taraflar Konferansı Zirvesi’nde (COP15) katılımcı ülkeler 2030 yılına kadar kara ve denizlerin %30’unu koruma alanlarına dönüştürme konusunda oldukça ciddi denebilecek bir anlaşma yaptı. 2050 yılına kadar insanların doğayla uyum içinde yaşamasını hedefleyen anlaşma; sürdürülebilir kaynakların kullanılmasını, doğal kaynaklardan daha fazla yararlanmayı, bu alanda atılacak adımlara daha fazla mali destek ayrılmasını hedefliyor.

Hem verilerin tehlikeli sonuçları hem de Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları çerçevesinde bakıldığında biyolojik çeşitlilik kaybının durdurulması ve tekrar canlandırılmasına yönelik çok büyük hedefler bulunması, bu aşamada bireyden genele doğru yayılan geniş bir sorumluluk yelpazesini karşımıza çıkarıyor.

Etkili politikaların uygulanması, hükümetlere ve farklı sektörlere düşen sorumluluklar, kamu kurumlarıyla kurulacak işbirlikleri ve sivil toplum kuruluşlarının alacağı aksiyonlar ile ekosistemin onarılması belki mümkün kılınabilir. Bu doğrultuda 2024 yılında Türkiye’de gerçekleşecek olan 16. Taraflar Konferansı (COP16)* ise bu alanda Türkiye’nin atacağı adımları görünür kılması adına önemli bir sınav olarak değerlendirilebilir.

Peki, Biz Neler Yapabiliriz?

Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, gerek atılması gereken büyük adımlar gerekse alınacak sorumluluklar açısından değerlendirildiğinde büyük kurumların işiymiş gibi gözükse ve insanlar genelde atılacak adımlarda bireysel ve küçük adımların çok önemli olmadığını düşünse de aslında alınacak her boyuttaki önlem, atılacak küçücük bir adım bile değişimde büyük öneme sahip.

Bu doğrultuda;

  • Öncelikle konuyla ilgili farkındalık ve bilgi sahibi olmanın öneminden yola çıkarak güncel gelişmelerle ilgili bilgi edinmeliyiz. Bunun için alanda çalışan sivil toplum kuruluşlarının raporlarını okuyabilir, sos-yal medya hesaplarını takip edebilirsiniz (Örneğin WWF-Türkiye, TEMA, Greenpeace, Doğa Derneği vb).
  • Çocukları ve çevrenizdekileri bu konuda bilinçlendirmeye çalışabilirsiniz.
  • Doğaya, ekolojik dengeye zarar veren, biyolojik çeşitliliği riske sokan markalarla yan yana gelmemeye, bu markaların ürünlerini tüketmemeye gayret edebilirsiniz.
  • Bireysel atık yönetiminizi geridönüşüme uygun bir şekilde organize edebilirsiniz.
  • Hayatınızdan plastiği ve geri dönüştürülemeyen materyalleri tamamen çıkarabilirsiniz.
  • Doğal yaşam alanlarını tahrip etmemeye dikkat edebilirsiniz.
  • Avcılık ya da balıkçılıkla ilgileniyorsanız aşırı ve kontrolsüz bir şekilde yapmamaya özen gösterebilirsiniz.
  • Sadece bir fidan bile dikerek ekosistemin korunmasına yardımcı olabilirsiniz.
  • Daha az araç kullanarak karbon emisyonunun azaltılmasına katkıda bulunabilirsiniz.
“Harekete Geçmek için Son Bir Şansımız Var!”

Son olarak da biyoçeşitlilik alanında gerçekten çok ciddi adımlar atan, projeler yürüten ve çözümün büyük bir parçası olmaya çalışan WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) Genel Müdürü Aslı Pasinli’nin konuya ilişkin açıklamasını her zaman aklınızın köşesinde tutarak yapabileceklerimize ve değiştirebileceklerimize dair umut ve güç bulabilirsiniz: “Gezegenimizdeki tüm türler ve onların yaşam alanları biyolojik çeşitliliği oluşturur. Dünyamızdaki en küçük mikroorganizmadan en büyük canlılara kadar hepimiz birbirimize bağlıyız. Aldığımız her karar, attığımız her adım doğadaki canlıları ve ortak geleceğimizi etkiliyor.

WWF’in Yaşayan Gezegen Raporu’nun 2022 verilerine göre, 50 yıldan kısa bir süre içinde omurgalı popülasyonlarında %69’luk bir düşüş yaşandı. Bir başka deyişle insan ömründen kısa bir sürede omurgalı yaban türlerinin popülasyonlarında üçte iki oranında keskin bir düşüş görüldü.

Karada, tatlı sularda ve denizlerde birçok bitki ve hayvan türünün doğal yaşam alanlarını yok eden veya parçalayan arazi kullanımı değişiklikleri, doğaya yönelik mevcut en büyük tehdidi teşkil ediyor. Öte yandan, küresel sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlandırmayı başaramazsak, önümüzdeki yıllarda iklim değişikliği biyoçeşitlilik kaybının baskın sebebi haline gelecek. Harekete geçmek için son bir şansımız var!

Ülkemizdeki tüm canlıların yaşam alanlarını korumak için doğanın ve çevrenin korunmasıyla ilgili tüm yasal düzenlemeler etkin uygulanmalı, ihlallere sıfır tolerans gösterilmeli. Biyolojik çeşitliliği korumak için kara, deniz ve tatlı su ekosistemlerinde, korunan alanlarımızın oranı 2030’a kadar %30’a çıkarılmalı.

Doğaya karışan plastik 2030’a kadar sıfırlanmalı. Kayıplarımızı durdurmak ve kaybettiğimiz doğal varlıkları geri kazanmak için bugünden harekete geçmeliyiz. Yaşamın çeşitliliği ve devamı için her bir parçasına ihtiyacımız var!”

* Önemli not: Derginin hazırlanma sürecinde Türkiye, 2024 yılında Türkiye’de yapılması öngörülen Birleşmiş Milletler (BM) Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 16. Taraflar Konferansı’na (COP16) ev sahipliği yapamayacağını bildirdi. Hükümet, konferans başkanlığından çekilme kararına gerekçe olarak Şubat 2023’te meydana gelen ve ülkenin birçok ilinde büyük can ve mal kaybına yol açan depremleri gösterdi.

EkoIQ Editör