Tabiatı seven bütün insanlar şüphe yok ki yeşil renkten hoşlanırlar. Yeşilin hakim bir renk olarak kırları kucaklaması gönlümüze ümit ve neş’e verir. Yeşil rengi demirbaş olarak muhafaza eden ve her sene hayatından verdiği canlılık ve tazelikle kendini bezeyen, mevcudiyeti insanlık ve medeniyet alemine hizmet etmekten başka bir maksat taşı- mayan ve yıllar boyu bize çeşitli ürün ve bedii zevkler sunmakla faydalı olan yeşil orduyu, yani ağaç ve ormanları sevmeyen kimse bulunur mu?”
Bu satırlar “Yeşil Türkiye” gazetesinin Mart 1951 tarihli ilk sayısından. Dergiyi Yeşil Türkiye Orman Mühendisleri Muavinleri Cemiyeti çıkarmış. Mesleki bir gazete olmasının yanı sıra Türkiye’nin belki de ilk çevre gazetesi. Belki diyoruz çünkü Türkiye’de çevre tarihi üzerine maalesef çok az araştırma var.
Yeşil Türkiye, İstanbul’da Hüsnütabiat Matbaası’nda 750 adet basılıyor ve 1952 bütçesi 3384 lira. Yazı işleri müdürlüğünü Ahmet Yaman yürütmüş. Aylık gazetenin fiyatı 10 kuruş. Cemiyetin bir bürosu olmadığı için çalışmalar Sirkeci’deki Emek Palas’tan yürütülmüş. Yazışma adresi ise İstanbul- Bakırköy Posta Kutusu No: 12. Cemiyetin yöneticilerinin yazdığı dergide dönemin tanınmış yazarlarının konuyla ilgili yazılarına da yer verilmiş. Cumhuriyet’ten Falih Rıfkı Atay’ın “Ormanlarımız”, Yeni İstikbal’den Bedii Faik’in “Orman” yazıları 6. sayıda yer alıyor. Gazetenin ana sloganı “Yurt yeşil olduğu zaman vatandır”. Türkiye’nin o yıllardaki nüfusu 21 Milyon, 18 milyonu tarım ile uğraşıyor. Radyoların kasabalardan köylere yeni yeni yayıldığı yıllar. Cemiyet, Türkiye çapında 2000 kişi olduğu düşünülen Orman Mühendis muavinlerinin “hergün biraz daha artan ıztıraplarından, istikbal endişelerinden, yıllardır değişmeyen ve değişmesi de kimsenin aklına gelmeyen adlarından doğmuş”. Şöyle ki Orman Fakültesi mezunlarına Yüksek Mühendis unvanı verilirken, Orman Mektebi mezunlarına Mühendis Muavini deniyor. Yüksek Orman Mühendisleri bölge şefi yardımcılığından Orman Genel Müdürlüğüne kadar yükselirken Orman Mühendis Muavinleri aynı mevkiden ancak bölge şefliğine yükselebiliyorlar. Cemiyet mesleki anlamda orman mühendis muavinlerinin de mühendis unvanını alarak bu eşitsizliğin giderilmesi için faaliyette bulunuyor. Temel aldıkları ve Yeşil Türkiye dergisinde sürekli yer verdikleri kaynak da İsveç Orman Araştırma Enstitüsü Müdürü Profesör Naslund’un Tarım Bakanlığına verdiği rapor. “Orta orman tahsiline ait ders programları o kadar yüklü ve o kadar ağır bir şekilde tanzim edilmiştir ki netice itibariyle memlekette yetiştirilen iki sınıf ormancı (Orman Yüksek Mühendisi ve Orman Mühendis Muavini) arası nda tahsil terbiyeleri bakımından hemen hemen pek az bir fark bulunuyor.
İlkeler “Yeşil Kitap”ta
Yeşil Kitap”ta Cemiyet bugünkü kullandığımız anlamda bir lobi faaliyeti içerisinde. Cemiyet yetkilileri Orman Genel Müdürlüğü, Orman Fakültesi yetkilileriyle görüşüyor, Başkan TBMM’de vekiller ile temasa geçiyor ve “Mesleki müktesebatlara nazari ve ameli bilgi ve görüşlerini ve ormancılık aleminde en ileri milletlerin ormanlar hakkında vaaz eyledikleri esasları” Yeşil Kitap adı altında bir araya getirerek dönemin milletvekillerine iletiyorlar. Dönemin Zafer, 14 Mayıs, Hürriyet ve Ulus gazetelerinin muhabirleri ile yemekli toplantılar düzenleyerek, basının desteğini almaya çalışıyorlar. Dönemin siyasal yaşamına dair izler de bulmak mümkün Yeşil Türkiye’de. Yazılarda sık sık ormancılık mesleğinin siyasal tartışmalarda her zaman hor görüldüğünden ve CHP’nin ormancıların taleplerine kulak vermediğinden bahsediliyor. 1950 yılındaki genel seçimlerle çok partili hayata geçiş ormancıların da seslerini duyurmaları için bir fırsat yaratmışa benziyor. Dergide yazanlar Demokrat Parti Hükümetine büyük umut bağlıyorlar ve seçim sonrası ortamı “Demokrasi bayramı”, “Demokrasi Güneşi”, “İleri Demokrasi” olarak tanımlıyorlar.
Cemiyetin bir diğer amacı da ağaç ve orman sevgisini yaymak. Gazetenin ikinci sayısından itibaren cemiyetin faaliyet haberleri azalırken Orman Kanunu, Ormancılık Teşkilatı ve orman sorunları üzerine yazılar artmış. O dönemde çıkması beklenen yeni Orman Kanunu münasebetiyle “Milli Orman Kanunu” yazısında Ahmet Yaman, Menderes’in ilk kabinesinde yer alan Ziraat Bakanı Eğriboz’un orman mevzuatı nı değiştirmek için çok uğraştığını; tetkik gezileri yaptığını, memur ve halkla görüştüğünü, Orman Fakültesi heyetleriyle bir kongre topladığını ve meslek uzmanları ve ilim heyetleri görüşlerine dayanarak bir tasarı hazırlattığı nı anlatıyor ve yeni bakan Nedim Ökmen’den de aynı çabayı beklediğ ini belirtiyor. Başka bir yazıda ormanların korunması için şunlar öneriliyor:
• Orman sınırlarının tespiti
• Tarla açılmasının engellenmesi (Gecekondu kelimesi geçiyor)
• Orman mıntıkalarında insan, hayvan ve araç geçmesinin izne tabi tutulması
• Vatandaşı uyarıcı ve bilgilendirici levhalar olması (Vatandaş bu Orman senindir; Bu orman senin sıhhatinin, ziraatinin bekçisidir; Ateş yakanları ayıpla, onlara mani ol; Bu orman hepimizin harpte de, sulhte de çok lüzumludur.)
Son olarak ikinci sayıdan ilginç bir yazı/öneriyle bitirelim. Nuri Alpay imzalı yazıda, “Ağaç Dikme Mükellefiyeti” kanunun çıkarılması öneriliyor: “21 milyon nüfusumuzun 10 milyonu 10 sene için bu mükellefiyete tabi tutulduğ unu kabul edersek, halkımız beher sene için 10 ağaç dikmeye mecbur tutulursa, 10 sene zarfında bunun yarı sı kurusa dahi en az 50 milyona ağaca sahip oluruz ki bu da azımsanamayacak bir rakam olsa gerektir”. “Yeşil Türkiye” her ne kadar orman mühendisleri muavinlerinin mesleki problemlerini çözme amacıyla yayın yapsa da ele aldığı ormancılık konuları itibariyle 60 yıl öncesinde de çevre yayıncılığının varlığını bize gösteriyor. Türkiye’de çevre yayıncılığının tarihi araştırılmayı bekleyen dosyalar arasında. Tarihçilere duyuralım.
Sellerin Sebebi!
“Ormanlarımızın harap oluşuna memleketimizde düzenli bir iskan sisteminin mevcut olmaması da sebep olmuştur. Rus Harbi neticesinde Kafkasya’dan, Birinci Cihan Harbi’nde Rus işgaliyle Doğu Karadeniz illerinden göç eden vatandaşlarımızın hiçbir kayda tabi olmaksızın kendilerine mekan seçtikleri yerler Bolu, Kocaeli, Bursa, ve civar illerimizin en verimli orman sahaları üzerindedir. Vaktiyle düzenli bir iskan siyaseti mevcut olsaydı bu yerlere taşınan kişiler daha müsait yerlere, ovalara yerleştirilseydi, ormanlar tahrip edilmekten kurtulabilirdi. Şimdi bu mıntıkalardan gelen seller Akyazı, Adapazarı, Düzce ve diğer ovalarda her sene milyonlarca zarara sebep olmakta ve bu yerlerde iskana imkan vermemektedir. (Ziraat, Orman ve İskan hakkında düşünceler; Ali Hadi Alkan)
7323 Orman Yangını
1949 yılından 1950 yılına kadar memlekette 7323 orman yangını olmuş ve bu yangında 5 milyon 754 bin 916 ağaç yanmıştır. 1950’den 1952 Mart ayına kadar ise yine bütün memlekette 1615 yangın olmuş ve 957 bin 444 ağaç yanmıştır. Bu suretle son 4 sene içinde vuku bulan orman yangınları neticesinde 88 milyon 640 bin 243 liralık zarar kaydedilmiştir. (Ankara Hususi)