OECD hazırladığı İyi Yaşam Endeksi’nin “çalışma” alt başlığına göre Türkiye’de çalışma yaşında olanların yarısı çalış(a)mıyor; çalışanlarsa OECD ülkelerine göre çok daha fazla çalışıyorlar. Türkiye, 34 OECD ülkesi ile Rusya ve Slovenya’nın değerlendirildiği endeksin bu alt başlığında krizin vurduğu Yunanistan ve İspanya’nın ardından 34. sırada. İş kazalarını, işçi ölümlerini ve işsizlik verilerini değerlendiren Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Berna Güler Müftüoğlu, “Kaynağını nimetlerin bireyselleştirilmesinden, maliyetlerin ve risklerin ise toplumsallaştırmasından alan bir toplumsal gelişme kabul edilemez” diyor.
Saygın iş dergisi Forbes’un hazırladığı 2015 yılı dünyanın en zenginleri listesinde birinci ve üçüncü sırada Amerikalı, ikinci sırasında ise Meksikalı isimler yer alırken sıralamada Türkiye’den 32 isim yer aldı. Oysa OECD’nin sosyal adalet liginde en son sırada Türkiye yer alırken Meksika sondan ikinci ve ABD sondan beşinci sırada bulunuyor. Bu doğrultuda daha adaletli gelir dağılımına sahip ülkeler (İzlanda, Norveç, Danimarka) dünyanın en zenginleri sıralamasının başında yer almaması şaşırtıcı olmasa gerek. İşin özü: Kapitalist toplumsal gelişme, kaynağını nimetlerin bireyselleştirilmesinden, maliyetlerin ve risklerin ise toplumsallaştırmasından alır.
Dünyada daha fazla üretmek ve rekabetçi olmak; ileri teknolojiyi üretmek, yüksek nitelikli emek gücünü elde etmektir. Türkiye geri ve orta yoğunluklu teknoloji üretirken daha az nitelikli emek gücüne sahip olması ile birlikte rekabetçi olma özelliğini sadece emek yoğun alanlara ve ucuz emek gücünün varlığına dayandırıyor. Öte yandan 2015 Ocak TÜİK verilerine göre işsizlik %11,3 oranına ulaştı. DİSK-Ar’ın araştırmasına göre resmi işsizlere, umudu olmadığı için ya da diğer nedenlerle son dört haftadır iş arama kanallarını kullanmayan, işe başlamaya hazır olduğu halde bu nedenle işsiz sayılamayanlar da (umutsuzlar ve diğer) dahil edildiğinde işsizlik oranı %18,5’e çıkıyor. İşinden memnun olmayan ya da daha fazla çalışmak istediği halde düzgün işler bulamadığı için çaresiz kısa süreli işler yapanlar (eksik ve yetersiz istihdam edilenler) ilave edildiğinde işsizler, gizli işsizler ve çaresizlerin geniş işgücü içindeki payı %22 oluyor. Geçici bir işte çalışıp iş bittiği için işsiz kalanlar, toplam işsizlerin %38’sini oluşturuyor. 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı ise %30.
Türkiye’de haftalık çalışma süresi Avrupa Birliği ülkeleri ile kıyaslandığında 12 saat daha fazla iken beş kişinin yapacağı işi dört kişi yoğun ve sıkıştırılmış saatlerde yapıyor. Öte yandan yaklaşık 15 milyon kişi bankalara borçlu olup kredi kartı yasal takibe girenlerin sayısı geçen yıla göre 15 bin artarak 2,01 milyon kişidir. Asgari ücret Ocak 2015’te net 949,07 TL’dir. Ancak Türk-İş’in yapmış olduğu araştırmada dört kişilik ailenin açlık sınırı 1307 TL olup, yoksulluk sınırı 4259 TL’dir. Yaklaşık 22 milyon kişinin çalıştığı Türkiye’de çalışanların %50’si kayıt dışı çalışırken, sendikal örgütlülük ise %4,5’te kalıyor. İşsizlik, düşük ücret, yoğun ve uzun saatler çalışma, borçluluk; en kötü işlerde örgütsüz ve güvencesiz çalışmaya razı olmayı beraberinde getiriyor.
Emek Kıyımıyla Kalkınma
Diğer yandan ucuz ve en az maliyetle üretim yaparak rekabet koşullarının yaratılması, kötü düzenlemiş çalışma koşullarının oluşturulması önlenebilir iş kazalarına, yani iş cinayetlerine neden oluyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre son 12 yılda 14 bin 455 emekçi hayatını kaybetti. TBMM’nin Nisan ayı raporuna göre yılın ilk üç ayında en az 351, Mart ayında ise en az 139 işçi yaşamını yitirmiştir. Yıllık bazda bakıldığında emekçiler başta inşaat olmak üzere, maden ve tarım sektöründe iş cinayeti nedeniyle hayatlarını kaybetmektedirler. Ekonominin itici faktörü olduğu iddia edilen inşaat sektöründe ve kalkınma yolunda enerji ihtiyacını karşılayan madencilik sektöründe, üretim, insan hayatı hiçe sayılarak bütün hızıyla devam ediyor. Ne yazık ki Soma ve Ermenek gibi maden faciaları unutulmaya yüz tutarken adalet arayan işçi aileleri gerçekleşmeyen adaletin sağlanması için vicdan nöbeti tutmaya devam ediyor. Sözün özü: Zenginleşme ve kalkınmanın bedelinin yoksulluk ve emek kıyımı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Peki ne yapılması gerekir? Üretenin kendisi olan emekçileri yoksulluk ve borçlanma kıskacından kurtaracak, insan onuruna yakışır, yaşam hakkını koruyan ve geliştiren işlerin yaratılmasına ihtiyaç var. Emekçi lerin mücadeleleriyle kazanılmış olan ancak günümüz politikaları ile işlevsizleştirilen sendikaların önündeki barajları derhal kaldırılması gerekir. Örneğin ABD’de işyerlerinde can güvenliği için yapılan iç denetimde sendikaların kontrolü ve eksiklikleri bildirmeleri güvenlik tedbirlerinin alınmasında önemli bir rol oynuyor. Batı Avrupa’da olduğu gibi hak kayıplarının görünür kılınmasında, demokratik baskı gücü oluşturmada gösteri yürüyüşü gibi kitlesel eylemlilik hakkının özgürce yerine getirebileceği yasal düzenlenmelere ihtiyaç var. Sosyal yardımlar ve aile temelli iğdiş edilmiş sosyal politikalara değil, emek eksenli sosyal politika uygulamalarının hayati önem taşıdığı gerçeğini görmek gerekir. 2012 yılında çıkartılan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ile dışardan işçi sağlığı ve iş güvenliği denetiminin satın alınmasına olanak sağlayan Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri derhal kapatılmalıdır. Tehlikelerin erken haber alınmasını ve önlemlerin uygulanmasını sağlayacak olan iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimlerinin, görevlerini ve mesleki bağımsızlıklarını koruyacak iş güvencelerinin sağlaması gerekiyor; ayrıca meslek odalarının sürece katılımı da önemli bir ihtiyaç. Ve elbette devletin denetim mekanizmasını aktifleştirmesi ve demokratik, örgütlenmiş bir toplumu engelleyen bariyerleri kaldırması gereklilik değil, gerçek bir zorunluluk.