#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

20 Yıllık Bir Güneş Hikayesi: SolarBaba

Güneş enerjisi alanında çalışan herkesin tanıdığı, uzaktan takip edenlerin bile kulağına bir şekilde çalınan SolarBaba ile güneşin bugünü ve geleceğini konuştuk bu sayımızda. İsmi güneşle birlikte anılan Ateş Uğurel, alanın her sorunu üzerine, dinlemeye, anlamaya değer farklı düşüncelerini EKOIQ okuyucularıyla paylaştı. SolarBaba’yı dinleyince, insanın aklından “neden ben de güneşe yatırım yapmıyorum” düşüncesi geçmemesi imkansız gibi… Ne dersiniz?
Yazı: Barış DOĞRU
Fotoğraflar: Özgür GÜVENÇ

Ateş, daha güneş enerjisi Türkiye’de yeniyken bu alana girdiğini biliyorum. Namı diğer SolarBaba olarak 19 yıldır bu ala­na emek harcıyorsun… Bu sene de 20. yılını kutlamaya hazırlanı­yorsun. Ve aslında bu 20 yıl aynı zamanda Türkiye’de güneş enerji­sinin de özeti gibi…
Türkiye’nin bu 20 yıllık hikayesine sayılardan yola çıkarak bakarsak, bugün itibarıyla sadece 250MW ku­rulu güce ulaştığımızı görüyoruz. İçler acısı bir tablo, dünya ile karşı­laştırdığımızda. 19 yıl öncesine, yani 1996 yılında geri döndüğümüzde, yaklaşık 1 watt panelin bedeli yak­laşık 7 dolar civarındaydı. Yani 14 kat daha pahalıydı güneş enerjisi…
O tarihlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde doktora yapıyordum. Bilkent Üniversitesi’ne ve Boğaziçi Üniversitesi’ne internet yeni gelmiş­ti. İlk girdiğimiz sitelerden biri de “YAHOO”ydu ve oradan 21. yüzyı­lın işleri ne olacak diye araştırdığı­mı hatırlıyorum. Orada hemen rüz­gar ve güneş enerjisini gördüm. Ve aslında her şey o linke tıklamamla başladı. O tıklamadan iki ay sonra, o dönemde dünyanın büyük güneş enerjisi şirketi olan -çok ilginçtir- BP Solar’ın Türkiye temsilciliği gö­revini üstlendim.

Gerçekten mi? Mail mi attın BP Solar’a?
Evet aynen öyle; mail attım. Türkiye için birini aradıklarını yazmışlardı. Herhalde Türkiye’nin ne kadar gü­neşli olduğunu, ülke ekonomisinin ne kadar hızla büyüdüğünü, gençnüfusun fazlalığını görünce iyi bir fikir olarak görmüş olmalılar. Bütün bu verilere bakınca, çok hızlı büyü­yecek bir pazar olduğunu düşündü­ler herhalde. Ama zaten iki-üç yıl içinde adamlar güneşi de bıraktılar; Türkiye’yi de… Maceram böyle baş­ladı; BP Solar gitti ama ben kaldım ve devam ettim. O dönem güneşin maliyetinin yüksekliğine rağmen, kendimize ticaret yapabilecek bir alan bulmayı başarmıştık: Elektrik olmayan, götürülmesi çok zor olan yerler…

Yani off-grid iyi bir fırsattı…
Şimdi elektrik hiç yoksa bu durum­da güneş panelinin fiyatı bir şey ifade etmiyor. İnsanlara elektrik getiriyorsun ve muadili yok zaten. Dolayısıyla yelkenliler, Asos ve Kaz Dağları’ndaki ücra çiftlik evlerine off-grid sistemler kurarak başladık işe. EPC firması olarak çalışıyor ve anahtar teslim kurulum yapıyorduk. Yani hiç elektrik olmayan yerlerde, rüzgar ve güneşle elektrik üretip, aküde depolayıp, adamın buzdolabı­nı, televizyonunu, çamaşır makinesi­ni çalıştırmanız insanlara mucizevi geliyordu. O dönemin en güzel yanı da mevzuat olmamasıydı. Ne EPDK vardı, ne TEDAŞ, ne de EDAŞ… Zaten dağıtım şirketleri de özelleş­tirilmemişti, sadece TEDAŞ vardı dağıtım şirketi olarak ama bu konu­lara müdahil değildi. Çok rahattı ça­lışma ortamı; devlet olmayınca hızlı ve çok rahat yol alabiliyorduk. Bu tabii ki “regüle edilmemiş bir pazar, ne güzel” anlamına gelmesin. Ama işini düzgün yaptığında, sen zaten devlet varmış gibi kendi kuralları­nı koyuyorsun. Nasıl monte etmen gerektiğini, hangi kalitede üretmen gerektiğini biliyorsun…

Kendi standartlarını kendin belir­liyorsun…
Bu işin ondan sonraki kırılma nok­tası da zaten mevzuatların çıkması oldu. Lisanssız Elektrik Yönetmeli­ği çıktı; sınır 500Kw idi; ardından 1MW’a çıktı. Ondan sonra da şebe­ke bağlantılı uygulamalar başladı. Biz gerçi Almanya’daki gelişmelere paralel olarak, lisanssız yönetmelik çıkmadan iki-üç yıl önce ilk şebeke bağlantılı sistemleri yapmıştık. Ona da hiç karışan olmamıştı. Aslında hoş bir şey değil tabii ki; hiçbir regü­le olmadan şebekeye bağlanıyorsun. Ancak şebekenin hiç hissetmeyece­ği projelerdi çalışmalarımız. Mesela Toyota’nın Sakarya’daki üretim te­sisine 18Kw’lik tesis kurmuştuk ve olay olmuştu Türkiye’de.
Daha sonra da bildiğiniz süreç baş­ladı. Asıl furya Türkiye’de güneşten üretilen elektriğe 10 yıl boyunca 13,3 cent teşvik verilince başladı. Ve bugünkü ortam ve tartışmalar doğdu. Son üç yıldır hareketlilik başladı aslında…

Sen sık sık “Devlet gölge etmesin, aslında başka bir şeye gerek yok” diyorsun güneş elektriği için… Ama bunu o zaman da söylüyor muydun, yoksa bugün mü söylü­yorsun ya da o zaman teşvikin bir anlamı var mıydı?
Teşvikin tabii ki anlamı var. Baktı­ğın zaman teşvik ilk ivmeyi veriyor; sonra sürecin kendi kendine gitme­sini sağlayamaya yarıyor. Teşvik her ülkede başlangıç için gerekli. Ancak gereklilik şu an yavaş yavaş bitiyor; belki bir-iki yıl sonra Türkiye’nin de çok fazla ihtiyacı olmayacak. Zaten üç-dört yıl önce herkesin çok düşük dediği 13,3 cent teşvik, şu an dün­yaya baktığınızda yüksek kalmaya başladı. Çünkü teknoloji değişiyor, çünkü fiyatlar ucuzluyor. Devlet desteğine olan ihtiyacın yavaş yavaş planlı bir şekilde azaltılması ve kal­dırılması lazım. Şu anda o noktaya geldik.

Sen güneş elektriğinde Türkiye’de en hızlı ilerlemenin öz tüketim modellerinde olacağını düşünüyor­sun. Ben de Türkiye’de sürdürüle­bilirliği odak alan firmaların güneş alanına hızla girmeleri gerektiğini düşünüyorum. Nihayetinde sürdü­rülebilirlik raporlaması yapıyorlar ve karbon emisyonunu düşürmeyi bir görev addetmişler. Ve güneşin maliyetlerinin düşüşüyle birlikte bu firmaların aslında ilk büyük ya­tırımcılar olmaları gerekmez mi?
Şimdi gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklersen hepsi yanlış gider. Lisanssız elektrik üretimi yönet­meliğinin ilk taslağında %50 öz tüketim zorunluluğu vardı. Yani lisanssız elektrik üretimi yönetmeli­ği, aynen Almanya’da, Amerika’da, Japonya’da çatılar nasıl büyüdüyse, Türkiye’de de güneş elektriğinin çatılarda büyümesi içindi. Tabii çatı derken, aşağıda tüketimi olan fab­rikalardan, AVM’lerden, otellerden ve evlerden bahsediyoruz. Sonra ne olduysa sihirli bir el dokundu o yönetmeliğe (kimin dokunduğunu da bilmiyoruz şu anda) %50 tüketim zorunluluğu kalktı. %50 öz tüketim zorunluluğu kalkınca artık herkes araziye güneş tarlaları kurmaya ve devlete 10 sene boyunca satmaya odaklandı. Bir cümle her şeyi değiş­tirdi…

Ama %50 öz tüketim zorunluluğu­nun kalkıp kalkmaması bir şirke­tin buna yatırım yapma kararını değiştirir mi?
Değiştirmez ancak şöyle bir şey olabilirdi. Şimdi “öz tüketim niye yapmasın; şimdi de yapabilir, yasak değil; illa git araziye kur sat” demi­yor kimse. Ama insanlar bir tane daha sayaç alıp %50’sini tüketmek yerine tamamını satmaya çalışıyor. Şu anda maalesef Türkiye’de ister otel, ister ev, ister sanayi olsun, şebekeden alınan elektrik güneşten üretilen elektrikten daha ucuz. Bu­nun sebebi de dolar kuru. Dolarla alınan güneş panelinin fiyatı düşü­yor ama doların fiyatı artıyor. Böy­lelikle fiyatı değişmiyor. Dünyada herkes güneş panelinin fiyatı düştü derken Türkiye bunu söyleyemiyor. Dolayısıyla şu anda bir insanın veya kurumun öz tüketim yapması eko­nomik gözükmüyor… Bu tabii eko­nomikliği nasıl tanımladığına bağlı. Biri, 15 yılda geri dönerse “ne güzel ben doğaya katkıda bulundum” diye düşünür, çok mutlu olur ama başka bir sanayici “üç yıldan fazla olursa yapmam” der.
Öz tüketim doğrudan bir enerji verimliliği uygulamasıdır; sonuç olarak daha ucuza elektrik üretmiş ve tüketmiş oluyorsun. Mantolama doğalgaz için neyse, güneş panelini de elektriğe karşı bir mantolama olarak düşünebiliriz. Burada ekono­mi politikalarıyla ilgili sorunlar var aslında. Elektrik fiyatı durmadan sübvanse ediliyor. Seçimler dolayı­sıyla üç yıldır elektriğe çok büyük bir zam gelmiyor. Ama elektrik üret­tiğimiz kaynak da zamlandı aslında, çünkü doğalgaz ve kömür zamlanı­yor. Elektrik maliyeti gerçekte ciddi biçimde yüksek ama son kullanıcıya yansıtılmıyor…

O herhalde cari açığımızda bir yerlerde duruyor fark. Ancak önü­müze gelecek o fatura bir şekilde…
Belki geliyordur da farkında değiliz­dir. Benzine vergi artmıştır, sigaraya artmıştır, başka bir yerden geliyor­dur o. Sübvanse etmeyi kesse devlet yine serbest ekonominin çarklarını çalıştırmaya başlasa anında bizi vu­racak. Hesaplamalara göre, %15-20 zam gelmesi makul gibi görünüyor. O durumda da güneş elektriğinin maliyetlerinin geri dönüşü sekiz yıl­dan altı yıla düşüverir.

Güneşten elektrik tedariki aynı zamanda bir risk yönetim aracı de­ğil mi? Sabit fiyat garantisi almış oluyorsun… Şirketler maliyetlerini sabit rakamlar üzerinden görmek istemez mi?
Kesinlikle, elektrik girdisi önemli olan bir şirkete 40 yıl boyunca elekt­riği kaç paraya alacağını söylüyor­sun. Bunu kimse söyleyemez, hiçbiri­miz bilemeyiz. O yüzden güneş böyle bir güvenceyi kesinlikle sağlıyor.

Ateş sen güneşin finansmanı ko­nusunda da yeni şeyler söylemeye çalışıyorsun. Biraz o konudan bah­sedebilir misin?
Dünyada paylaşım ekonomisinin başlamasıyla her şeyin alternatifi oluştu. Bu güneşin finansmanı için son derece uygun bir ortam. Aslın­da olay gayet basit: Bir vatandaşı düşünelim, bu vatandaş her ay sabit bir maaş alıyor ve 10 bin dolarlık bir birikimi var diyelim. Parasını de­ğerlendirmek için banka hesabına koyacak; oradan yıl sonunda faiz alacak. Ve bunu yaklaşık 10-15 sene boyunca yapacak. Ama ikinci bir alternatif daha var: Parasını güneş santralına yatırabilir. Güneş santra­lına yatırdığı para, güneş santralının %1’i ise santralın her yıl kazandığı paranın %1’ini alacak.

Bu Amerika’da uygulanan bir şey mi?
Evet, bu Amerika’da “crowdfun­ding”, yani kitlesel fonlama dediği­miz olaydır.

Kimler var mesela bu olayda, ör­nekler verebilir misin?
En iyi örneklerden biri Solar Mosa­ic var ama bu uygulamaya girişen, 50-60 kadar azımsanmayacak kadar çok firma var. Firmalar da küçük, katılımcı da.

Bir yandan da çevre konusunda du­yarlı insanların ve grupların doğru düzgün bir şeye yatırım yapmaktan dolayı duyduğu iç huzuru da var…
Onun da ötesinde Türkiye için ko­nuşmak gerekirse, Türkiye’de GES yatırımı banka faizinden daha iyi para kazandırıyor. Bunu hesapla­yabiliriz. Yeter ki önü açılsın. Ama bunun yasal zemini yok Türkiye’de. Yapmaya çalıştığında Titan (saadet zinciri) muamelesi görüyorsun. Çünkü birilerinden para topluyor­sun; o insanı hiç bilmediği, mesela Antalya’nın uzak bir köşesindeki santrala ortak yapıyorsun ve her yıl­da ona kazanılan üzerinden ödeme yapıyorsun. SPK kitlesel fonlamanın uzun bir süre daha önü açılmaz dedi.

Avrupa’da da bunu enerji koopera­tifleri şeklinde çözme girişimi var. Türkiye için bu bir çözüm olabilir mi?
Enerji kooperatifleri ile ilgili devlet taslak bir sözleşme yayımladı aslında ama cesaret edip bir sonraki adıma geçen yok bildiğimiz kadarıyla. Ko­operatif daha büyük sorumluluk getiriyor, kitlesel fonlama Türkiye için daha rahat uygulanabilir model. İnsanların herhangi bir kuruma üye, ortak vs. olmasına gerek yok orada.

Küçük oyuncuların oyuna girmesi için herhangi bir mekanizma yok yani…
Amerika’daki bütün modellere baktığımızda SolarBaba gibi bir platform görüyorsunuz. İnsanların güven duyduğu, onlara bilgi veren bir kuruluş. Güvenin çok önemli bir şey olduğunu anladım ben. Biz de SolarBaba olarak başka bir şey düşündük: Türkiye’deki yurttaşları, Amerika’daki veya Almanya’daki bir santrala ortak yapabiliriz. Yurt dışı yatırımcısı yapacağız insanları. Kickstarters gibi kuruluşları dü­şün, yapabilirsin. Biz bunu insanlar adına organize edeceğiz; madem Türkiye henüz önünü açmıyor bu işin, biz de insanları yurt dışından doğru yatırımlara yönlendireceğiz. Umarız bir süre sonra tam tersini yaparız.

Bu işe niyetli misiniz?
Çok niyetliyiz. Dışarıda yatırımcı olsun istiyoruz, devlet de utansın, çünkü Türk yatırımcı Amerika’da­ki güneş santralını finanse edecek. Aslında tam tersini istiyoruz biz ama bütün yollar kapalı şimdilik. Aslında düşün, ne kadar hoş bir şey; binlerce on binlerce vatandaşın 5kw’lık 10kw’lık güneş yatırımı yap­ması. Küçük yatırımlar birleştiğinde oldukça büyük bir yatırım haline gelebilir. Hem para kazanırsın hem de güneş enerjisi kurulu gücü hızla artar. Bu sistem bireysel emeklilik ile ortak da çalışabilir.
Bu aynı zamanda da var olan düze­ne biraz çomak sokan bir çalışma. Çünkü bu düzende ortada hiçbir aracı veya banka yok. En büyük sorun olan proje finansmanını orta­dan kaldırıyorsun. GES’in yapılması için gerekli olan finansmanı vatan­daşlar küçük küçük paylaşıyor. Ne bankaya gidiyorsun, ne teminat veriyorsun, ne de ipotek gösteriyor­sun. Ben bugün çokça konuşulan paylaşım ekonomisindeki enerjinin karşılığının güneş enerjisi olduğu­nu düşünüyorum.

UBER ulaşım sektöründe ne anlama geliyorsa GÜNEŞ de enerji sektöründe ben­zer bir anlama gelecek. Paris’te son İklim Zirvesi’nde de güneş için enteresan gelişmeler ya­şandı. Senin kulağına neler çalındı oradan?
Belki en önemlisi Bill Gates’in baş­lattığı girişim. Microsoft, Facebo­ok, Amazon ve PayPall kurucuları bir araya gelmiş, dünyayı değiş­tirmek için temiz enerji teknoloji­lerine yatırım yapacağız diyorlar. Bunun içinde santral yatırımı yap­mak da var; var olan teknolojileri değiştirme, elektrik depolama ya da %30 verimli güneş panelleri­nin gelişimine destek olma gibi inovatif şeyler de var. Gates ile Zuckerberg’i ilk defa aynı karede, temiz enerji fonu yaratmak için el sıkışırken gördük. Google da ken­di stratejilerini açıkladı; Paris’te değildi ama Amerika’dan katıldı ve temiz enerji yatırımlarında 2 milyon doları geçtiklerini açıkladı. Tesla ve SolarCity’nin sahibi Elon Musk, Paris’te karbon vergisinin acilen hayata geçirilmesi ile ilgili önemli bir açık oturum düzenledi.

Bir de Hindistan’ın kurduğu güneş birliği ile ilgili bir gelişme yaşan­dı…
O da çok ilginç. Hindistan 200 gi­gawattlık bir hedef açıkladı hem de çok kısa bir süre için. Bu hede­fe ulaşır mı ulaşmaz mı bilinmez, çünkü çok iddialı bir hedef. Ama asıl önemlisi başbakanları bu hedefi açıkladıktan iki hafta sonra Çinli üreticiler olayın üstüne atladılar, ülkeye güneş paneli tesisi yatırımı yapmak için. Buradan “yerli üretim nasıl desteklenir”e geliyoruz. Gör­düğümüz gibi vergilere, teşviklere falan gerek yokmuş. Sağlam bir dev­let politikası oluşturmak, insanlara burasının iyi bir pazar olacağını gös­terir zaten. Böyle iddialı bir hedef koyduğunuz anda, herkes yatırım yapmaya başlar.

Güneş panelindeki son vergi mev­zuatıyla ilgili konu hakkında da konuşmak istiyoruz biraz. Sektör bu konuda bir çalkantı yaşıyor…
Son derece haksız bir uygulama. 19 Kasım’da gazetede yayımlandı; 19 Aralık’ta yürürlüğe girdi. Beş aylık bir geçmişi vardı bunun ancak o verginin bu kadar çabuk ve kim­seden görüş almadan getirileceğini tahmin etmiyorduk. Buna gözetim vergisi deniyor. Gözetim vergisi şu anlama geliyor: Yurt dışından ithal edilen her güneş panelinden -nereden geldiğine bakılmaksızın-ek KDV almaya başlıyor devlet. Panellerdeki GTİP kodu (Gümrük Tarife İstatistik Pozisyonu) gö­rüldüğü anda neredeyse %100’e yakın bir vergi uygulanacak. Ve işin daha komik tarafı, kilo başına uygulanması. Türkiye’nin mevzu­ atı hep kilo başınaymış. Kilogram başına 35 dolarlık vergi geldi. Hal böyle olunca bir güneş panelinin fiyatı iki katına çıktı. Gözetim bel­gesi alanlar bu uygulamadan muaf olacak ancak bu belgeyi alabilmek için bütün güneş paneli üreticileri hammaddeyi kaça alıyor, kaç işçi çalıştırıyor, ne kadar ciroları var, en ince detaylarına kadar maliyet hesabını devlete vermek zorunda. Devlet altı ay kadar bir sürede in­celeyip süreç sonunda, mesela X firmasının Türkiye’ye maliyetinin %30 altında ürün satmış olduğunu tespit edecek. Birçok başka ürün­de de gözetim vergisi uygulanmış ama gözetim belgesi verilen firma çok az. Nihai amaç Çin firmalarına antidamping uygulanması.
Dünyada gözetim vergisi ve anti­damping gibi uygulamalar mevcut, tek biz yapmıyoruz. Ama güneş enerjisi sektöründe (örneğin Av­rupa, Avustralya, Amerika) alınan bu tip önlemlerin hiçbir faydası ol­mamış, korumaya çalıştığınız yerli üreticiler çok daha zor duruma düşmüş, engellemeye çalıştığınız Çinli üreticiler ise çok daha yüksek kârlarla ürünlerini satmaya devam etmişler. Olan güneş enerjisi sektö­rüne ve bu sektörden ekmek yiyen çalışanlara olmuş, fiyatın yüksel­mesinden dolayı birçok yatırımcı yatırım kararından vazgeçmiş ve pazarda önemli bir daralma yaşan­mış.
Tüm bu örnekler varken hiç ders almadan aynı hatayı bizim de yap­mamız üzücü elbette. Niye böyle bir şey çıkardınız diye soruyoruz, iki cevap veriyorlar: Yerli üreticiyi desteklemek ve ülkemize sadece kaliteli ürünlerin girişini sağlamak. Halbuki bu, iki amaca da hizmet et­miyor ve etmeyecek.
En büyük darbeyi de küçük güneş enerjisi esnafı yedi, onların yatırım teşvik belgesi alma şansı yok, tek yaptıkları küçük güçlerde güneş panellerini ithal edip, aydınlatma-telekom-tarım-hayvancılık gibi elekt­rik hattından uzak uygulamalar için ürün haline getirmekti. Şimdi onlar için güneş panelinin maliyeti iki ka­tına çıktı.
Biz bu konuda çok hızlı hareket et­tik SolarBaba olarak, tebliğin yayın­lanmasından sadece dört gün sonra sektörün çok büyük bir bölümünü temsil eden 130 kişilik bir grupla bir çalışma yaptık ve bir yol haritası be­lirledik. Bu ay Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak birçok üst düzey yetkili ile güneş enerjisi konusunda karşı­lıklı görüşme yapacağız.
Bu tip mevzuat değişiklikleri en çok yatırımcıları vurdu, şu anda benim bildiğim en az 100-150MW gücün­de yatırım yapacak yabancı şirket Türkiye’yi yatırım planlarından çı­kardı (yani kaçıp giden 150 milyon eurodan bahsediyoruz).

Son olarak SolarBaba’yı konuşa­lım. Nereye gidiyor, baştan kurgu­landığınız planın neresindesiniz?
SolarBaba topluma ve tabiri caiz ise son kullanıcıya ulaşmayı çok iyi becerdi. Şu an web sayfamız, sosyal medya kanallarımız, sosyal+solar projelerimiz ve etkinliklerimiz sayesinde yüzbinlerce kişiye ula­şıyoruz her hafta. Nihai hedefimiz sosyal şirket olmak. Amerika’da ve Avrupa’da çok örneği var. Kâr amacı gütmeyen şirket olmak; projelerden elde edilen geliri yine güneş enerjisi sektörünün gelişimiyle ilgili proje­lerde kullanmak temel amacımız. Üyelerimize baktığımızda Türkiye güneş enerjisi sektörünün %92’sini kapsıyoruz, bu rakama ulaşan tek sivil toplum örgütü olmamız bizim için hem önemli bir başarı göster­gesi, hem de önemli bir mutluluk kaynağı. Bir son dakika kararımızı da seninle ve EKOIQ okuyucuları ile paylaşmak isteriz. SolarBaba ça­lışanları da önümüzdeki haftalarda SolarBaba’nın resmi paydaşı ve or­tağı olacaklar. Bu sayede oluşturdu­ğumuz “SolarBaba Ailesi” olgusu­nun daha güçleneceğini ve herkesin misyon ve vizyonumuzu daha güçlü bir şekilde sahipleneceğini ümit edi­yorum.

illi Güneş Paneli Yanlış Plan!
Türkiye’de yerli üretim çok yanlış anlaşılıyor. Makineyi Almanya’dan alıyorsun, camı Çin’den alıyorsun, hücreyi Tayvan’dan alıyorsun, İsviçreli mühendisler sana eğitim veriyor, sonra bunları Türkiye sınırları içinde birleştirip çıkan ürüne yerli diyorsun. En ufak bir Ar-Ge yok, ölçek ekonomisi yok, global pazarda satış şansın sıfıra yakın, çünkü üretim için harcadığın cüzi bedelin dört-beş katını pazarlama için harcaman gerekiyor her sene. İlle ben güneş paneli üreteceğim diyorsan onun da modeli belli, yurt dışından çok güçlü bir markayı yanına alacaksın, %50-50 ortak olup öyle üreteceksin. Bunu şu anda Zorlu Enerji başlattı; takip eden iki-üç firma daha olacaktır. Doğru yöntem bu. Yanına aldığın ortaktan da zaman içinde teknolojiyi öğreneceksin.
Burada üretmek tek başına önemli değil; ürettiğin şeyden katma değer yaratıyor musun, yaratmıyor musun, o önemli. Her şeyi üretiriz; istersek uzay mekiği bile yaparız ancak üretmek anlamlı mı, ona bakmak lazım. Belki onun yerine yerli tarım ya da hayvancılık daha mantıklıdır. Örneğin ülkemizde standart kristal güneş paneli üretmek kadar mantıksız bir şey olamaz. Şu anda o teşvik ediliyor. Güneş paneli tamamen perakende ürün haline geldi, kâr marjı çok düşük. Türkiye eğer üretim yapacaksa yeni teknolojilerle yapmalı. Türkiye 50 yıl öncesinin teknolojileri ile güneş paneli falan üretmesin; o üreteceği parayla kocaman bir Ar-Ge merkezi açsın. İnovasyon yapsın. Neler mi yapsın?

  •  Türkiye çatılarına uygun uygulama çözümleri geliştirsin,
  •  Yerli yazılım yapsın,
  •  Organik, polimer yeni nesil güneş panelleri konusunda yatırım yapsın,
  •  Yerli konstrüksiyon ve güneş takip sistemi geliştirsin,
  •  Güneş paneli kullanan katma değerli ürün geliştirsin,
  •  Hava kirliliği, temizlik ve sıcaklık sorunlarına karşı nanoteknolojik çözüm üretsin,
  •  Ve en önemlisi, mevcut bütün beyin ve sermaye gücünü elektrik depolamaya yönlendirsin.

Her Apartmana 2kW GES Yapsak?
Büyük kentlerde etrafınıza baktığınızda her üç apartmanın birinin yıkıldığı bir ortamdayız. Bu süreçte güneş enerjisinin kentsel dönüşüme entegre edilmemesi büyük hata. Her yeni ruhsat alınacak binanın çatısına en az 2kW gücünde güneş paneli yerleştirebilirsiniz. Bunu mevzuatlara tek bir cümle olarak eklediğinizde büyük bir dönüşüm yaratabilir; çok küçük bir maliyetle insanları güneş elektriğiyle tanıştırabilir ve aynı zamanda sektörün büyümesine katkı sağlayabilirsiniz.

Dr. Barış Doğru

#ekoIQ ve iklimhaber.org Yayın Yönetmeni, Sürdürülebilirlik Uzmanı