Hayao Miyazaki’nin tuhaf, incelikli ve izleyicisini hem fizikötesi hem de sahici yolculuklara çıkaran fazlasıyla devrimci dünyası, insanoğlunun doğayla etkileşim biçimi üzerine düşünmek için birebir.
Yazı: Mutlu DİNÇER
Genellikle eserlerde “sanat” ve “sinema” terimlerinin biraraya gelmesi izleyicileri uzaklaştırsa da bugün Japon animasyon ustası Hayao Miyazaki’nin filmleri yediden yetmişe herkesin ruhuna dokunuyor ve büyük ustanın her filmi animasyon film yapımında bir zafer olarak görülüyor. Bugün çalışan en iyi animasyon şirketi olan Stüdyo Ghibli’nin kurucularından olan Miyazaki’nin saf sinemasal deneyimi yaşatan şaheserleri Japonya’da gişe rekorları kırıyor; Batı sinemalarında aylarca oynatılıyor. Festivallerden de eksik olmayan bu filmler için Taksim sinemalarının özel gösterim haftaları düzenlemesine bakılırsa, Türkiyeli izleyiciler de bu ilgili kitle arasında yer alıyor. Sınırsız bir ticari ve sanatsal başarı elde eden ve heybetli Pixar’ın dünyalarından tümüyle farklı olan bu filmler, Batı’da genelde basit ve çocuklara yönelik olarak görülen animasyonu yeniden tanımlıyor.
Ana Tema Doğayla İlişkimiz
Yalnızca birer çocuk filmi olmayıp, yetişkin izleyici kitlesine de bir kez daha bir çocuğun gözlerinden bakma şansı veren bu filmlerin ana teması için, insanoğlunun doğayla etkileşim biçimi desek herhalde hatalı olmaz.
Doğayla ilişkimiz, iktisadi büyüme, gelenek ile modernite, zanaat ile teknoloji arasındaki çatışma, insanlık ve sahici toplumsal ruh… Japonya’nın yerel inanç sistemi, animist bir din olan Shinto’dur ve insanın doğal çevreyle uyumu son derece önemlidir. Bu dinin etiğinden ilham alan Miyazaki filmlerinde de çevre, varlıkların canlı bir toplamı olarak kabul edilir.
Yeryüzü genellikle insan cehaleti nedeniyle acı çeker vaziyette gösterilir. Asıl ilgi çekici olan ise, bu yaklaşım hiçbir zaman doğrudan sunulmaz ve bu sonuca farklı açılardan ulaşılır. Yani çevreye dair kaygılar, açık biçimde dile getirilmese de, insanların geçim kaynaklarını etkilemesi, yok olup giden bir ürün vs. yoluyla belirtilir. Örneğin Deniz Kızı Ponyo’da, küçük bir balık, kirlenmiş ve çöple dolu okyanus yatağında bir trol teknesinin ağlarıyla boğuşurken kendini denize atılmış bir kavanozun içinde bulur ve macera başlar.
Rüzgârlı Vadi, küresel kirliliğin yıkıcı sonuçlarını göstermekle kalmaz, aynı zamanda çevreleri için hâlâ sorumluluk almaya yanaşmayan insan gruplarını hikâye eder. Komşum Totoro, çevreye duyulan saygının ödülü nasıl getireceğini gösterirken, Ateşböceklerinin Mezarı, savaşın bir ülke üzerindeki etkilerini sergiler. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’yı kazanan ve Oscar’a layık görülen Ruhların Kaçışı’nda ise kahraman, domuza dönüşen tüketim delisi anne-babasını kurtarmak için, ruhların arındığı bir hamamda çalışmak zorunda kalan bir kız çocuğudur.
Çocuksu Ama Çocukça Değil
Miyazaki filmlerinin başrol oyuncusu, ebeveynlerini çevreleyen materyalizmden azade çocuklar ya da genç yetişkinlerdir. Genelde pasif ya da hülyalı bir ultra dişilik içinde karakterize edilen klasik anime kahramanlarının aksine, Miyazaki’nin kız karakterleri kayda değer ölçüde bağımsız ve aktif olup, neredeyse tipik bir erkeksi eda içinde karşılarındaki engellerle cesurca yüzleşirler. Bu kahramanlar yetişkin olmadıkları için toplumu kontrol edenlerin algılayamayacağı şeyleri algılarlar; genç erkekler olmadıkları için toplumu yönetecek kişilerin göremediği şeyleri görürler. Bu taze ve açık görüşle, dünyanın ne olabileceğine dair yeni olasılıklara karşı gözümüz yavaş yavaş açılmaya başlar.
Animasyon yazarı Suzan Napier’in de dediği gibi: “Sağladığı fantezi alanı, gerçeğin pürüzlü yüzeyleri üzerinde süzülerek, tüm o özgür yalnızlığı içinde zihnin serbestçe oynamasına izin verir.”
Miyazaki filmlerinde gelecek çocukların ellerindedir ve bu filmler izleyicisini asla süt kuzusu yerine koymaz. Karakterler, çocuk filmi piyasasını kaplamış ve artık bıkkınlık getiren karakterlerden ve Disney şirinliğinden uzakta, tamamen inandırıcı karakterlerdir.
Doğası Gereği El Emeği
Mitler, kadim Japon saray öyküleri, bilimkurgu ve elbette peri masalları… Bir siyaset bilimi ve iktisat mezunu olan Miyazaki, aynı zamanda yıllar boyu Ursula K. Le Guin’in kitaplarını uyarlamakla ilgilenmiş, Yerdeniz Öyküleri’nin telifini almasına rağmen iş yoğunluğu yüzünden bu fırsatı oğlu Gorô Miyazaki değerlendirebilmiş.
Yalnızca geleneksel animasyon araçlarını kullanan ve bilgisayar teknolojisine sırt çeviren Miyazaki, büyülü, ruhani ve fantastik olanı, gerçek ve ayrıntılı dünyalara taşımak, yani animasyonun temel işlevi olan gerçekliği değiştirme özelliğini kusursuzca gerçekleştirmeye devam ediyor. Her ne kadar her filminin ardından “emekliliğini” ilan etse de…
Oyuncak Hikâyesi’nin yönetmeni John Lasseter, New York Times’daki bir röportajında konuyu layıkıyla özetliyor aslında: “Animasyon olsun olmasın, salt film yapımı açısından onun sahnelemesi, onun montajı, onun aksiyon sahneleri, filme çekilmiş en iyi eserler arasında. Yaratıcılık güçlüğü çekiyorsanız onun filmlerinden birini izlemek en iyi ilaç. Biz Pixar’da tıkandığımızda gidip onun filmlerini izler ve şuna bak deriz.”