Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 1990’dan bu yana iklim değişikliği üzerine son derece kapsayıcı ve bilimsel raporlar hazırlıyor. Beşinci ve son raporsa 2014’te yayınlandı. IPCC 5. Değerlendirme Raporu, Ana Yazar Grubu Üyesi Doç. Dr. Barış Karapınar, raporun ve IPCC’nin iklim değişikliği ve çatışmalar ilişkisine dair pozisyonunu EKOIQ’ya yorumladı.
Doç. Dr. Barış KARAPINAR, Boğaziçi Üniversitesi
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2014 yılında yayınladığı “Etkiler, Kırılganlıklar ve Uyum” raporunun 12. Bölümü “İnsan Güvenliği” konusunu ele alıyordu. Söz konusu bölüm, iklim değişikliğinin insan güvenliğini tehdit eden faktörler arasında önemi artan bir şekilde yer aldığını açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu etki alanı, dört temel mekanizma üzerinden ortaya çıkıyor. Birincisi, geçim kaynaklarının iklim değişikliği etkisiyle zarar görmesi; ikincisi, yerel kimlikler, kültür ve bilgi birikiminin yıpranması ve bağlantılı uyum kapasitesinin zayıflaması; üçüncüsü, iklim-göç etkisi üzerinden güvenlik sorunlarının ortaya çıkması; dördüncüsü, iklim değişikliğinin yarattığı etkiler nedeniyle devletlerin güvenlik için gerekli koşulların sağlanmasına yönelik görev ve sorumluluklarını aksatmasıdır.
IPCC raporu, iklim değişikliği ile çatışma ve savaşlar ilişkisinde doğrudan nedensellik saptaması yapmak için yeterli kanıt ve bilimsel oydaşmanın olmadığının altını çiziyor. Ancak ülkeler içinde şiddetli çatışma riskini artıran faktörlerden bazılarının iklim değişikliğine duyarlı olabileceğini belirtiyor. Yoksulluk, gelir ve kaynak dağılımındaki eşitsizlikler, ekonomik krizler, siyasi, sosyal ve ekonomik olarak ötelenmiş/dışlanmış sosyal grupların varlığı ve devlet kurumlarının işleyişindeki sorunlar, iç çatışma riskini artırıyor.
Bu faktörlerin bazıları iklim değişikliği etkilerine oldukça duyarlıdır. Örneğin iklim değişikliğinin gıda fiyatlarını artırıcı etkisi, özellikle gıda güvenliğinin yetersiz olduğu kentsel alanlarda yoksullaşmaya neden oluyor. Aynı şekilde su, toprak gibi temel kaynakların dağılımının adaletsiz olduğu kırsal alanlarda, bu kaynaklara erişimi yetersiz olan sosyal gruplar iklim değişikliğinin etkilerine karşı daha kırılganlar. Devlet kurumlarının bu sosyal gruplara sağladığı temel hizmetlerde siyasi tercihler ya da kapasite eksikliği nedeniyle yetersiz kalması, siyasi ve fiziksel çatışma riskini artırıyor.
Ayrıca iç çatışmaların ötesinde, iklim değişikliğinin neden olduğu önemli fiziksel etkiler bazı ülkeler için önemli ulusal güvenlik sorunlarına neden olabilir. Deniz seviyesinin yükselmesi, kasırga ve seller gibi aşırı iklim olaylarının sıklığının ve yoğunluğunun iklim değişikliği nedeniyle artması, özellikle bazı küçük ada ülkelerini varoluşsal derecede derin toprak bütünlüğü sorunlarıyla karşı karşıya bırakıyor. Yine özellikle kuzey yarımküredeki buzulların erimesi ve bunun su yolları ve enerji kaynaklarına erişimine etkisi, ülkeler arasında ortak kullanılan su kaynaklarında ve balık türlerinin göçlerinde yaşanan değişiklikler, uluslararası ilişkilerde gerilimlere neden olabilir.
IPCC raporu, aynı zamanda çatışma ve savaşların, toplumları iklim değişikliği etkilerine karşı kırılganlaştırdığının altını da çiziyor. Büyük ölçekli şiddet ve çatışmaların her türlü altyapıyı, geçim kaynaklarını, insani ve sosyal birikimleri ve kurumları yok etmesi, etkilenen toplumların iklim değişikliğine karşı uyum kapasitelerini de yok ediyor. Örneğin 2013-14 yılında Suriye’de yaşanan yeni kuraklık, savaşın etkisiyle zaten kırılganlaşan toplumu iklim etkilerine karşı tamamen çaresiz ve savunmasız bıraktı. Rapor, bu alandaki nedensellik ilişkisini daha güçlü bir şekilde ortaya koyuyor.
Özet olarak, iklim değişikliğinin doğrudan bir iç çatışma ve savaş nedeni olmaktan çok, var olan sosyal kırılganlıkların ve gerilimlerin üzerine eklemlenerek risk artırıcı etki yarattığını belirtebiliriz. Bu risklerin ne kadar yüksek olduğu ve ne zaman gerçek bir çatışmaya giden eşik değerin geçileceğini, yine birçok siyasal ve sosyal etkileşimle birlikte iklim değişikliğinin şiddeti, etki alanları ve yaratacağı kırılganlıklar belirleyecektir. İklim değişikliğine karşı yapılacak uyum çalışmalarıyla, beklenen etkilere karşı kırılganlığı yüksek toplumsal katmanlara destek olarak, kaynak kullanım alanında eşitlikçi ve adil dağılım sağlayacak kurumlar geliştirerek, kamu hizmetleri ve sosyal destek ağlarını güçlendirerek, çatışma durumunda barışçıl ve diyaloğa dayalı çözüm süreçleri oluşturularak, bu riskler önemli derecede azaltılabilir.