#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“Bir Gün Her Ev Kendi Atık Suyunu Arıtabilecek” Biopipe

Türkiye’den çıkan bir icat yavaş yavaş dünyaya yayılıyor. Biopipe, akarsularda suların çamur üretmeden arınması mantığından hareketle atık suyu biyolojik olarak borular içerisinde arıtıyor. Ve yenilikçi sistemiyle de bu yöntemi uygulayan dünyadaki ilk arıtma sistemi olma özelliğini taşıyor. Biopipe, Ocak ayı sonunda gerçekleşen törenle atık su arıtma sektörünün dünyadaki liderlerinden Metito ile işbirliğine giderek Asya ve Afrika pazarlarındaki haklarını Metito’ya devretti. Biopipe teknolojisinin ve bu girişimin arkasındaki isim olan Enes Kutluca, “Artık hedef Amerika ve Avrupa” diyor.
Berkan ÖZYER

Biopipe’ın Metito ile giriştiği bu işbirliği tam olarak ne anlama ge­liyor, ne gibi somut yansımaları olacak?
Biopipe’ı geliştirirken “bir gün her ev kendi atık suyunu arıtabilecek” hayaliyle yola çıktık. Bunu yapma­nın en güzel yolu, ticarileşmesi ta­mamlandıktan sonra ürünü bütün dünyaya yaymaktı. Biopipe’ın çok farklı teknolojisi sayesinde 50’den fazla ülkede patent başvurularını yaptık. Bunların bir kısmında pa­tentimizi aldık, bir kısmında süreç devam ediyor.
Metito ise atık su arıtma sektöründe öncü, yeni teknolojileri Asya ve Afri­ka pazarına sokan ilk firma. Ayrıca Mitsubishi’nin ana hissedarı olan Metito, bölgede çok hızlı büyüyerek dünyanın en büyük su teknolojileri firmalarından biri haline geldi. An­cak sürekli artan rekabetten dolayı onlar da yeni teknolojileri arıyorlar­dı. Bu anlamda onlarla yaptığımız anlaşma daha da önem kazanıyor.
Metito, Biopipe’ın, müstakil evler hariç olmak üzere, Türkiye, Türki Cumhuriyetler ve Rusya hariç bü­tün Asya ve Afrika pazarlarında üre­tim, satış, kurulum ve bakım hakla­rına sahip oldu. Aslında patentimizi onlara lisanslamış olduk ve onlar bölgede tek yetkili haline geldi. Bunun karşılığında da onlarla hem kâr ortağı haline geldik, hem de sa­tışların cirosuna orantılı telif hakkı ücreti alabileceğimiz bir anlaşmaya imza attık.
Bu sayede Biopipe artık çok daha geniş bir coğrafyada satılacak. Yani hayalimizin gerçekleşmesi adına bi­zim için önemli bir adımdı diyebili­rim.

Biopipe’ın ürünlerinin yeniliğini, teknik olarak neyi farklı yaptığını nasıl özetlersiniz?
Biopipe atık suyu biyolojik olarak borular içerisinde arıtan dünyanın ilk arıtma sistemi. Biopipe’ı geliş­tirirken arıtma sürecinin tamamen doğal olması bizim için çok önem­liydi. Bu yüzden doğadan ilham aldık ve doğadaki arıtma sürecinin bir benzerini yapmaya karar verdik. Örneğin bir akarsuya dökülen atık suyun, belli bir süre sonra akarsu içerisinde arıtıldığını gözlemleriz. Bunun nedeni akarsu zemininde bulunan taşların üzerinde yaşayan biofilm bakterileridir. Üstelik atık su arıtılırken ortaya çamur da çık­maz. Biopipe’ta bulunan bütün bo­ rular da aslında tıpkı bir akarsu gibi hareket ediyor ve suyu hiç çamur üretmeden arıtıyor.
Şu anda piyasada bulunan bütün arıtma sistemleri suyu arıtırken bir çamur üretir. Biopipe’ın en temel avantajı çamur ve benzeri bir ar­tık oluşturmaması. Bununla birlik­te sadece borular ve bu borularda suyun devridaim etmesini sağlayan borulardan oluştuğu için Biopipe’ın işletme maliyetleri çok daha düşük. Diğer bütün sistemler, çok fazla pompa, difüzör vb. malzemelerden oluştuğundan hem elektrik sarfiyat­ları yüksektir hem de bakım maliyet­leri. Bir diğer avantaj ise kurulumu­nun, taşınmasının, bakımının diğer sistemlere göre çok daha kolay ol­masıdır. Ayrıca Biopipe’a kapasitesi­nin çok altında su dahi girse gene de bu suyu arıtır. Ancak diğer sis­temlerde dizayn edilen kapasiteye ulaşmadan arıtma başlamaz. Bütün bunların yanında, az yer kaplaması, taşınabilir olması, müstakil evlere dahi uygulanabilen tek sistem ol­ması, atık sudaki ani şok kimyasal artışlarına karşı dirençli olması gibi ek avantajlar da söz konusu.

Bu tarz inovasyonlarda genelde ilk olarak akla tüketicilere yansı­yan maliyet geliyor. Bu konuda Biopipe’ı nasıl konumlandırırsı­nız? Gelecekte maliyette düşüşler öngörüyor musunuz?
Biopipe teknolojik olarak bu ka­dar avantaja sahip olsa da maliyet konusunda müşterilerimizin canını sıkmıyoruz. İlk yatırım maliyeti ola­rak Biopipe, diğer arıtma sistemleri ile rekabet edebilir düzeyde, hatta birçok sistemden çok daha uygun fiyata satılıyor. İşletme maliyetleri olarak ise sadece elektrik giderine bakacak olursak bile diğer sistem­lerin tükettiğinin ortalama üçte biri oranında tüketiyor. Dünyaya yayılma politikamızdan dolayı zaten pahalı satmak gibi bir düşüncemiz hiçbir zaman olmadı. Öte yandan Ar-Ge sürecimiz devam ediyor. Burada elde ettiğimiz öngö­rülere göre, maliyetler daha da dü­şecek gibi.

Atık su ve suyun geridönüşümü konusu iklim mücadelesinde de üzerinde çok durulan bir konu. Özellikle sınırlı kaynaklara ve eski altyapı sistemlerine sahip ülkeler­de bu yatırımlar yapılıyor. Hangi bölgelerin bu tarz yatırımlara, gi­rişimlere daha fazla ihtiyacı var sizce?
Biz aslında Biopipe ile devletlerin altyapı maliyetlerinde tasarruf ya­pabileceğine inanıyoruz. Her evin, mahallenin veya bölgenin kendi atık suyunu arıtmasıyla birlikte de­vasa tesislerin yapılmasına gerek kalmayacaktır. Bu sebeple yeni ge­lişen ekonomilerde, altyapısı henüz oturmamış ama buna yatırım yap­mak isteyen bölgelerde Biopipe bir adım öne çıkıyor. Bununla birlikte bir ülke ne kadar gelişmiş olursa ol­sun su problemi yaşıyorsa, atık su arıtımı daha cazip hale gelebiliyor. Örneğin şu an Kaliforniya’da çok ciddi bir su problemi var ve çözüm arıyorlar. Bahçe sulamak, araba yı­kamak için su harcayan bütün ülke­lerde Biopipe’a ciddi bir ilgi olduğu­nu söyleyebilirim

Atık su konusunda günümüzde araştırmalar hangi konulara odak­lanıyor? Gelecekte hangi başlıkla­ra ağırlık verildiğini göreceğiz?
Şu an büyük yatırımlar deniz su­yunun arıtılıp yeniden kullanılma­sıyla alakalı yapılıyor. Ancak çok pahalı olan bu yöntemlerle ilgili çalışmalarda bunun çok da sür­dürülebilir olmadığı görülüyor. Çünkü sudaki tuzluluk oranını ve dolayısıyla sudaki ekosistemi de bu sayede bozmuş oluyorlar. Ben gele­cekte lokal, yani atık su daha yeni oluşmuşken arıtılmasına yönelik çözümlere daha çok önem verilece­ğini öngörüyorum Türkiye’den çıkan inovatif bir ürü­nün başarılı olması, büyük yatırım­lar alması pek gördüğümüz bir şey değil maalesef.

Siz bu başarı için neyi farklı yaptınız? Ne gibi sorun­ların üstesinden nasıl geldiniz?
Gerçekten de dediğiniz gibi çok faz­la örneği yok. Aslında girişimcilik demek kurduğunuz bir hayale baş­kalarını inandırabilmeniz demek­tir. Başta kendi ekibinizi, yatırım­cılarınızı, malzeme tedarik ettiğiniz firmaları, müşterilerinizi bu hayale inandırmanız gerekli. Bu da yılma­dan çalışmakla olabilecek bir şey. Ortağımla birlikte her gün yılmadan hayalimizi gerçekleştirmek için ça­lıştık diyebilirim.
Bir diğer avantajımız ise ikimizin de bu süreçleri çok iyi bilmesiydi. Ha­zırladığımız iş planlarından finansal tahmin tablolarımıza kadar her şeyi­miz gayet profesyoneldi.

Bu başarının karşılığını Türkiye pazarında gördünüz mü?
Henüz tam karşılığını alamadığımı­zı düşünüyorum. Çünkü biz toplum olarak yeniliğe biraz kapalı bir ül­keyiz. Konuştuğumuz çoğu insana böyle bir yenilik olduğunu söyle­diğimizde genelde şüphe ile yakla­şıyorlar ve önce başkaları denesin diyorlar. Hatta bazı toplantılarda “Siz mi buldunuz bunu?” gibi soru­lar bile duyduk. Halbuki böyle bir Japon, Amerikan, Alman ürününe kimse bu soruları sormuyor.
Başlangıç süreci biraz sancılıydı. An­cak sonrasında sistemlerimiz satma­ya başladıktan sonra inanılmaz bir talep ile karşılaştık. Herkesin sancılı olduğu bir konuda mükemmel bir çö­züm ürettiğimizi düşünüyorum.

Ekibinizi nasıl oluşturdunuz? O süreçte nelere dikkat ettiniz?
Yola çıktığımda yalnızdım. İlk önce ortağım Enver Mısırlı ile tanıştım ve ortak olmamız çok uzun sürme­di. Kendisi de benim gibi genç ol­masına rağmen ticari hayatta çok başarılıydı. Ayrıca karakter olarak bir ortaklıkta olması gereken özel­likleri tamamlıyorduk. Benim için en önemli özelliği ise çok geniş bir vizyona sahip olmasıydı.
Daha sonra mühendislik ve satış kadrosunu ortağımla birlikte oluş­turduk. Genelde zaten tanıdığımız insanlarla yola başladık ve bugün birçoğu ile halen devam ediyoruz. Ekibi oluştururken bizim için dip­loma ve not ortalamasından daha önemli olan, geçmiş tecrübeler, yer alınan etkinlikler ve yabancı dil bil­gisiydi.

Biopipe olarak bundan sonraki he­defleriniz nedir?
Biopipe’ın Asya ve Afrika’da müs­takil evler hariç olmak üzere bütün haklarını Metito’ya verdik. Bundan sonra öncelikli pazarımız Amerika ve Avrupa. Bu yönde çalışmalara şimdiden başladık. Ayrıca Biopipe olarak marka bilinirliğimizi artır­mak bizim için çok önemli. Bundan sonra basında ve çeşitli ortamlarda Biopipe’ın ismini ve başarılarını daha çok duyacağız.

Biopipe’ın büyüme aşaması İsviçre’den aldığınız bir yatırımla sağlandı. İsviçre’nin inovasyon ko­nusundaki yaklaşımını, bu yakla­şımdan Türkiye’ye ne gibi dersler çıkarılabileceğini nasıl özetlersiniz?
Ben Türkiye’yi bu anlamda çok farklı bir konumda tutuyorum. İnovasyon yapılması yönünde firmalara veya gi­rişimcilere çeşitli destekler var. Biz de bu desteklerden bir tanesi ile baş­ladık. Ama bunun yanında bankacılık sistemimizden hukuk sistemimize ka­dar girişimciyi teşvik eden bir siste­mimiz de yok. Bunun yanında Türki­ye’deki yatırımcı kitlesi de yeni yeni oluşuyor. Bizim yatırım aldığımız zamanlarda bilişim sektörü haricinde yatırım yapan bir melek yatırımcı ne­redeyse yoktu. Amerika’da başlayan ve haliyle İsviçre’ye de yayılan melek yatırımcılık kültürünün Türkiye’de henüz başlangıç seviyesinde oldu­ğunu düşünüyorum. Bunun en canlı örneği, Amerika’da bir yatırım firma­sı bugüne kadar binlerce girişimciye fon sağlamış durumdayken, bugün Türkiye’deki yatırım firmaları, en büyükleri dahi 100 yatırım yapma­mıştır.
Türkiye’nin bu anlamda bir dönüşüm yaşadığını düşünüyorum. Bu sürecin de sadece girişimcilere hibe sağla­makla değil aynı zamanda hukuk ve bankacılık sistemlerini girişimcilere göre güncelleyerek geçirilmesinde fayda olduğunu düşünüyorum.

EkoIQ Editör