Gıda

Katkısız “Taze Kuru” ile Sağlıklı Beslenme ve Doğaya Katkı

Bugün, başta ABD olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinden, sayıları gün geçtikçe artan birçok girişim ve şirket, sadece faaliyet gösterdikleri sektörün en iyisi olmak ve yüksek kâr sağlamak için değil, faaliyet gösterdikleri topluluk, ülke ve dünya için en iyisi olmak hedefiyle çalışıyor. Bu hedef çerçevesinde şirketlerin gönüllü olarak katıldığı bir topluluk olan B Corp Topluluğu, sosyal ve çevresel alanlar ile kurumsal yönetim konusunda herkes için değer yaratmak hedefiyle çalışan şirketlerden oluşuyor. Türkiye’den bu gruba katılan son şirket, kuru meyve üretimi yapan Taze Kuru oldu. S360’tan Ü. Simge Aydın ve Erman Fermancı, şirketin İcra Kurulu Başkanı N. Erinç Yurter’den dinledikleri hikayesini EKOIQ okurlarıyla paylaşıyor…
Erman FERMANCI, Ü. Simge AYDIN

Taze Kuru’nun hikayesinden bah­seder misiniz? Markayı oluşturur­ken yola çıkış noktanız neydi?
Aslında Taze Kuru’nun hikayesi, yola daha en başından bir amaç ile çıkmamızla başlıyor. Bunun, bizi farklılaştıran en önemli şey olduğu­na inanıyoruz. Çünkü 2009 yılın­da kurulduğumuzda, daha işin en başında bir amaç belirleyerek, bir misyon edinerek doğduk ve üretim araçlarımızı, kaynaklarımızı, tedarik zincirimizi ve sosyal katkımızı bu ek­sende kurguladık. Ürettiğimiz kuru meyvelere “sağlıklı atıştırmalıklar” adını vererek amacımızı markamı­zın varlığıyla birleştirdik. Hedefimiz sadece kaliteli ve iyi ürünler satmak değil, herkesin iyi bir yaşam tarzı be­nimsemesi, bilinçli üreticiler ve tüke­ticiler haline gelmelerini sağlamak.
Türkiye bir meyve sebze ülkesi; faz­lasıyla üretiyoruz ve ihraç ediyoruz. Fakat bu fazlaca üretimin diğer yü­zünde satılamayan, tarlada kalan mahsuller var. Bunun yanı sıra tek israf edilen çiftçinin emeği ve tarla­da kalan ürün değil. Aynı zamanda bir ürün üretilirken harcanan su, enerji ve yapılan maliyetler de israf olarak değerlendirilebilir. Türkiye ile ilgili yaptığımız bu gözlemler hi­kayemizde de belirleyici oldu.

Gözlemleriniz doğrultusunda iş modellerinizi farklılaştırdınız, so­ runları fırsata ve bir işe çevirdiniz. Sizi farklı kılan bu iş modelinizi anlatabilir misiniz?
Taze Kuru olarak, az önce bahset­tiğim iki büyük soruna karşı çö­züm olabiliriz fikriyle kurulduk. Faaliyet gösterdiğimiz bölge olan Kızılcahamam, ülkemizin jeoter­mal kaynaklar açısından en zengin bölgelerinden biri. Ancak tıpkı ta­rım mahsulleri gibi maalesef jeo­termal enerjiyi de israf ediyoruz. Jeotermal enerji, evlerin ve seraların ısıtılmasında kullanılıyor fakat bu kullanımlarda yüksek dereceli sular depolarda bekletilip soğutuluyor ve bu durumda enerji kaybı çok yüksek olduğu için sistem kendini sürdüre­miyor. Enerji kaybı yaşayan suyu tekrar kaynağına veremiyorsunuz; bu sefer hem enerjiyi değerlendire­meyip israf etmiş oluyorsunuz, hem de içerisinde ağır metaller bulunan kullanılmış jeotermal suyu derelere, denizlere aktararak başka ekosis­temleri bozuyorsunuz. Taze Kuru olarak hedefimiz, kurduğumuz fab­rikalar ile satılamayan ürünlerin üretimde değerlendirilerek, enerji ve su israfının önüne üretim anında ve üretim yerinde geçilmesini sağla­mak; böylece, harcanan fakat aslın­da tüketilmeyen tüm bu kaynakları ekonomiye kazandırmak.

Sizin üretim sisteminizde kaynak kaybı yaşanmıyor mu?
Fabrikalarımızda biz jeotermal suyu alıyor, kullanıyor ve kaynağa geri veriyoruz. Kaynak ise bu suyu tek­rar kullanabiliyor. Enerji kaybı ise minimum düzeyde oluyor. Suyun taşıdığı enerjiden faydalanıyoruz ve suyun kendisini kaynağına geri ve­riyoruz.

Kurduğunuz sistemde meyveler herhangi bir şekilde zarar görüyor mu?
Gerçekleştirdiğimiz Ar-Ge çalışma­larından sonra gördük ki, kurduğu­muz sistem ile kuruttuğumuz meyve ve sebzelerin tadı, rengi, kokusu ve besin değerleri azami düzeyde koru­nuyor. Üretim süreçlerinde yalnızca jeotermal enerjiden faydalanıyoruz ve ürünlerin hava ile temas etmediği ortamlarda herhangi bir koruyucu madde, kimyasal eklemeden üretim yapıyoruz. Üretimde fosil yakıt kul­lanmadığımız gibi son üründe de ilave şeker, kükürt, tuz gibi madde­ler de olmuyor. Aynı zamanda açık hava kurutmanın en önemli prob­lemi olan ve kanserojen bir bakteri olarak bilinen aflatoksin de bizim sistemimizde oluşmuyor. Bu da hem sağlık hem de piyasa açısından önemli bir avantaj.

Ürünleriniz için en önemlisi kullan­dığınız meyve ve sebzeler. Tüketici de ürünün ilk tükettiği gibi olması beklentisinde. Üretime sokacağınız meyve ve sebzeleri seçerken neye dikkat ediyor, hammaddeyi nasıl tedarik ediyorsunuz?
Meyveler bize, üzerinde kalıntı ol­madan ve ne kadar temiz olarak gelirse, bizim ürünümüz de o kadar saf oluyor. İlaçlar ve gübreler son ürünün kalitesini etkilemenin yanı sıra aynı zamanda yerel ekosistemi de bozuyor; bu durumda toprak bir sonraki sezonda aynı kalitede ürün veremiyor. Dolayısıyla sürdürülebi­lir bir sistem değil. Biz aynı kaynak­tan, aynı yöreden meyve ve sebze alabilmeyi ve kalitemizi koruyabil­meyi istiyoruz. Ürünlerimizin buzha­neye girmeden, dalından koparıldığı gibi bize gelmesine özellikle dikkat ediyoruz.

Tedarikçilerinize bu anlamda nasıl bir etkiniz oluyor?
Öncelikle meyve ve sebzelerimizin tamamını yerel tedarikçilerden sağlıyoruz. Hedeflediğimiz şekilde ürünlerin bize ulaştırılması için, tarım ve zirai ilaçların azaltılması konusunda tedarikçilerimizle hassa­siyetimizi paylaşıyoruz. Bunun yanı sıra onları bu konularda bilgilendi­riyoruz. Bu konuda alacakları ön­lemler yalnızca bizim ürünlerimizi değil, kendi çiftliklerini ve etraftaki çiftlikleri de olumlu etkiliyor. Bir çiftlik değil, bölgenin tamamı iyi ta­rım uygulamaları yapsın istiyoruz.
Bunun yanı sıra son yıllarda yay­gınlaşan organik ürün konusunu da değerlendiriyoruz. Fakat orga­nik daha uzun soluklu bir süreç. Yurt dışında son ürünün organik olması konusundaki talep yüksek fakat Türkiye’de üretilen ürünler yurt dışındaki standartları karşıla­makta güçlük çekiyor. Öte yandan Türkiye’de son ürünün organik olması konusunda talep bu kadar yüksek değil. Taze Kuru olarak or­ganik tarım yapan tedarikçilerimizi, yurtdışında kabul gören standart­larda üretim yapmaları için teşvik ediyoruz. Tarımsal üretim ve yerel kalkınma da sizin gündeminizde olmalı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Her türlü israfın önüne geçilmesi bizler için birincil önemde olduğun­dan fabrikalarda işlenemeyen meyve ve sebze parçalarını (örneğin elmala­rın ortası), faaliyette bulunduğumuz bölgelerdeki küçük ölçekli hayvan­cılıkla uğraşan çiftliklere gönderi­yoruz. Böylece yerel kalkınmaya ve zincirin daha fayda sağlayan şekilde kurulmasına da katkıda bulunmaya gayret ediyoruz.

Taze Kuru, Business Call to Action hareketine de destek veren bir şir­ket ve insan kaynağı konusunda da kendisine hedefler koymuş durum­da. İnsan kaynağınızı nasıl değer­lendiriyorsunuz?
Business Call to Action’a 2013 yı­lında katıldık ve oradaki taahhüt­lerimiz arasında kadının güçlendi­rilmesine katkıda bulunmak da yer alıyor. Taze Kuru’da kadın-erkek eşitsizliği var: Kadın çalışanlarımız daha fazla. Kadın çalışanlarımıza pozitif ayrımcılık yapıyoruz ve kadın istihdamını destekliyoruz. Kadın ça­lışanlarımızın eğitimine özel önem veriyoruz. Kadın bir yönetici olarak, kişisel tecrübeme dayanarak, şuna inanıyorum: Kadın çalışanlarımız kazandıklarını çok önemli hedefler için harcıyorlar, örneğin çocukları­nın eğitimine yönlendiriyorlar. Bu yüzden kadınların desteklenmesi gelecek nesillerin desteklenmesi demek. Ayrıca kadın çalışanlarımız meyve ve sebzelerimize kendi ço­cukları gibi muamele yapıyorlar. Taze Kuru bünyesinde yetişen kadın çalışanlarımızın uzun yıllar bizimle çalışması bizim için çok önemli.

B Corp sertifikasına sahip olma yolculuğunuz nasıl başladı, bu yolda motivasyonunuzun kaynağı neydi?
Tüm bu konuştuklarımızın ulusla­rarası bir çatı altında dillendiriliyor olması çok önemli bir şey. Bunların halihazırda konuşuluyor olması, bu yapının var olması bizi çok heye­canlandırdı. Topluluğu, şirketlerin çevreye, topluma, çalışanlarına karşı sorumluluklarını tanımlayan ve bu konuda şirketlerden iyi uygulamalar bekleyen bir çatı topluluğu olarak tanımlıyorum. Tüm çabalarımız bi­zim de sertifikalı bir B Corp olma­mız ve bu topluluğun bir parçası olmamızla daha çok ses getirecek diye ümit ediyoruz. “Dünyanın en iyi şirketi değil, dünya için en iyisi olmak”, tıpkı hareketin olduğu gibi bizim de en büyük motivasyon kay­nağımız.

B Corp topluluğunun bir parçası olmanın, Taze Kuru’ya ve markanı­zın misyonuna katkısının ne olaca­ğına inanıyorsunuz?
Bu zamana kadar savunduğumuz değerleri bir topluluk içinde payla­şabileceğiz. Daha bilinçli bir tüketim ve üretim şeklinin mümkün olduğu konusunda farkındalık yaratabile­ceğiz. Bizim sertifikalı bir B Corp olmamız kadar önemli bir başka konu daha varsa o da diğer şirket­lerin bizi görüp, merak edip, sorup bu harekete katılmaları. Başkaları, “Biz de yapmalıyız” desinler istiyo­ruz. Gıda sektörü gittikçe daha az sürdürülebilir bir hal aldı. Yüzlerce kimyasalın kullanıldığı, katkılı gıda ürünleri üretiyor, hastalıklara sebep oluyoruz. Sonra insanlara ilaçlar aracılığıyla kimyasallar verip tedavi etmeye çalışıyoruz. Bu sistem sür­dürülebilir değil. Ne yediğini sorgu­layan, sorumlu üreten ve tüketen bireyler istiyoruz.

Bugün geldiğiniz noktadan ileriye baktığınızda hem sektör hem de kendi marka hikayenizin geleceği için ne görüyorsunuz?
Dünya markası olmak istiyoruz. İyi ve temiz gıda üretiyoruz. Bilinçli tü­ketimin artmasını, bunun bir yaşam tarzına dönüşmesini istiyoruz. Gıda katkı maddeleri ile aldığımız zarar­lı kimyasalların obeziteden erken ergenliğe, Alzheimer’dan kansere pek çok hastalığa sebep olan ana unsurlardan olduğunu biliyoruz. Aslında mücadelemiz kimyasalsız, hastalıksız daha sağlıklı bir toplum, sürdürülebilir bir ekolojik yaşam, doğal olanı koruma ve doğal olanı tüketme. Doğal olandan uzaklaş­mak yine doğal olmayan unsurlar­la tedavi edilen hastalıklara dönü­şüyor. Sağlıklı ve doğal beslenme bilincinin oluşturulması çabamızın değerini biliyor ve sonuna kadar bu konuda çalışmalarımızı sürdürmeyi planlıyoruz.

Hem Taze Kuru’nun hikayesi, hem de B Corp Türkiye hakkında bilgi almak için adresini ziyaret edebilirsiniz.

About Post Author