Kömürlü termik santrallar doğayı tehdit etmekle kalmıyor, halk sağlığı üzerinde de farklı yollardan etkileri oluyor. Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı ve Temiz Hava Hakkı Platformu Türk Tabipleri Birliği Temsilcisi Doç. Dr. Gamze Varol da bu tehditlere dikkat çekerken alınabilecek en iyi önlemin termik santral kurulmasını engellemek olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Herkesin havasına sahip çıkması gerekiyor”.
YAZI: Bulut BAGATIR
Öncelikle kömürlü termik santralların sağlığa olan etkilerinden bahseder misiniz? Risk altındaki grup kimlerden oluşuyor?
Kömürlü termik santralların sağlığa etkileri farklı yollardan oluyor. Etkileri, doğrudan ve dolaylı sağlık olarak ayırmak mümkün. Bu santrallar iklim değişikliğine, hava ve su kirliliğine, gıda kirliliğine, aşırı su tüketimine, atık sorunlarına, karayolu ve trafik sorunlarına ve ayrıca gürültü kirliliğine yol açıyor. Ek olarak bu santrallarda çalışan kişilerin sağlığı ve güvenliği de olumsuz etkilenebilir. İklim değişikliğinin kendisi zaten başlı başına ciddi sağlık sorunlarına yol açacak. Süreçte, kentlerde duman/is ve ozon kirliliğinde artış bekleniyor. İklimdeki değişikliğin kene, sivrisinek gibi çok sayıda enfeksiyon hastalığı etkeninin yayılmasında önemli etkisi olan vektörlerin çoğalmasına da neden olacağı öngörülüyor.
Kömürlü termik santrallardan çıkan atık gaz bulutları/kirleticiler çevrede birikebiliyor, canlıların vücuduna beslenme, solunum vb. gibi farklı yollarla girebiliyor. Bu kirleticilerin, yüzlerce kilometre yol kat ederek sınırlar ötesine bile taşınabildiği biliniyor. Bacalardan çıkan partikül madde (PM10), azot oksit, kükürt dioksit, asit gazları, kalıcı organik tipteki kirleticiler, ağır metal ve dioksinler santralda çalışanlar başta olmak üzere santralın 10-15 km. yarıçapı çevresinde yaşayan özellikle gebeleri, çocukları, yaşlıları ve yoksulları etkiliyor. Özellikle astım, KOAH gibi kronik hastalığı olanlarda bu etkilenmenin boyutu çok şiddetli oluyor. Salınan kükürt dioksit, azot oksit ve uçucu organik bileşenler, ağır metaller, dioksinler ve PM2.5 ise santralın 100 km. yarıçapında yaşayanlara dek ulaşabiliyor. PM2.5 ile cıva ve dioksinlerin 1000 km’nin üzerinde yol kat ederek sınırları aştığı ve küresel düzeyde kirliliğe yol açtığı biliniyor.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2013 yılında dış ortam hava kirliliğini Grup 1 kanserojen, yani insanlarda kesin kansere neden olabilecek etkenler arasında sınıflandırdı. Hava kirliliğinin akciğer kanseri yaptığına dair kesin, mesane kanserini artırdığına dair de bilimsel kanıtlar bulunuyor. Ek olarak santralın bacalarından çıkan ve hava kirliliğinin önemli bir bileşeni olarak kabul edilen PM içinde insanlar için karsinojenik olarak sınıflandırılan çok sayıda farklı kirletici bulunuyor. DSÖ hava kirliliğini görünmez katil olarak nitelendirirken, tüm ölümler içinde kanser ölümlerinin %36’sının, felç kaynaklı ölümlerin %34’ünün, kalp hastalıklarından ölümlerin %27’sinin nedeni olarak kirli havayı işaret ediyor.
PM10 ve özellikle PM2.5 gibi küçük çaplı kirleticilere yüksek düzeyde maruz kalmak ile günlük ve yaşam boyu hastalık ve ölüm hızlarında artış arasında anlamlı düzeyde ilişki tespit edilmiş durumda. İnsan kaynaklı PM’ye maruz kalmak ortalama yaşam süresini 8,6 ay düşürüyor. Risk sadece PM’e maruz kalmakla bitmiyor. Özellikle, düşük ve orta gelirli ülkelerin kentsel bölgelerinde ozon (O3), nitrojen dioksit (NO2) ve sülfür dioksit (SO2) de ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. NO2 ve SO2 astım, bronşial belirtiler, akciğer hasarı ve akciğer kapasitesinde azalmaya neden oluyor.
Termik santralların bölgelerinde bulunan havzaları tehdit ettiği biliniyor. Bu tehdit insanların sağlığına nasıl etki ediyor?
Kömürlü termik santrallar, kömür stok sahalarında kömürün düzensiz depolanması nedeniyle toprak ve yeraltı suyu kirliliğine neden oluyor. Ek olarak üretim sürecinin gereği kömür çıkartılırken doğal çevrede var olan radyoaktif elementler de kömürle birlikte yeraltından çıkartılıyor. Organik bünyeye bağlı olan U-Th, kömürün organik elemanları (kül) ve kömürün yanması sonucu oluşan külün depolanması ile radyoaktif kirlilik izlenebiliyor. Termik santralların belki de en olumsuz etkileri su kaynakları üzerinedir. Bu santrallar, sistemlerini soğutmak için büyük miktarda suya ihtiyaç duyarlar. Deniz kenarındaki santrallar bu suyu denizden temin eder ama Çerkezköy’de olduğu gibi yerli linyit kömür santralları genelde iç kesimlerdedir ve su ihtiyaçlarını yeraltı suyundan, çevredeki göl ve derelerden karşılarlar. Bu alan, ekosistem ve biyoçeşitlilik açısından mutlak öneme sahip. Burada ormanlık alanlar, yeraltı suyu beslenme, içme suyu ve havza alanları bulunuyor. Bölge, ülkenin en önemli tarımsal merkezlerinden biri. Bu termik santral ile bölgede ciddi hava ve su kirliliği yaşanacağı öngörülüyor.Kömürlü termik santrallardaki bir diğer sorun ise atık su sorunudur. Soğutma, buhar elde etme ve temizleme gibi çeşitli amaçlarla kullanılan temiz su, tüm bu işlemler sonucunda tonlarca atık suya dönüşüyor. Soğutmada kullanılan ve deşarj edilen suyun sıcaklığı genellikle ortam sıcaklığının üzerinde ve alıcı ortamdaki yaşamı olumsuz yönde etkiliyor. Güncel bilimsel veriler sıcaklığın, sulardaki canlılar ve canlı metabolizması üzerinde hızlandırıcı, katalizleyici, kısıtlayıcı ve öldürücü etkileri bulunduğunu gösteriyor. Sıcaklık aynı zamanda sudaki çözünmüş oksijen konsantrasyonunun azalmasına neden oluyor.
Bölgeyi etkileyen bir diğer sorun da asit yağmurları. Santralın bacalarından çıkan gazlar asit yağmurları oluşturarak, yağan yağmurla toprağın kimyasal yapısını bozuyor. Bu bir döngü içinde toprağı, suyu ve havayı kirleterek tüm tarımsal faaliyetleri olumsuz etkiliyor. Ayrıca, santralda yakılan kömürün bir kısmı kül (katı atık) olarak kalır. Kül uçuşarak yaprak yüzeyinde biriktiğinde, fotosentez olayını (fiziksel olarak) geriletir, tozlar yaprak yüzeyindeki solunum gözeneklerinin çalışmasını önler, bitki yaprağı devamlı ve aşırı su kaybından zarar görür veya kurur. Bu durum tarımsal verimi düşürürken elde edilen ürünlerde hem azalmaya hem de az miktardaki ürünün ortamdaki farklı zehirli kimyasallar ile kirlenmesine yol açar. Katı atıklar ve toprak yüzeyine yığılan küller, yağışlarla yeraltına sızarak toprağın ve yeraltı su kaynaklarının kalitesini olumsuz etkiliyorlar. Bu kirli ürünleri yiyen hayvan ve insanların vücuduna da aynı zehirli kimyasallar geçebiliyor.
Bir termik santral işletmeye alındıktan sonra ilk bulgular ne zaman ortaya çıkıyor?
Buna net bir yanıt vermek güç. Santrallar üretime başladıktan sonra saldığı kirleticilerin özelliklerine, yaşanan coğrafi konum ve yapı, bölgede önceden var olan kirleticiler, toplum ve bireyin özellikleri ve maruz kalınan miktar ve süreye göre etkilerin gözlenme/ortaya çıkış süresi ve zamanı da değişiyor. Örneğin, bacalardan salınan kükürt dioksitin (SO2) etkileri akut gözlenmektedir. Kötü, rahatsız edici, boğazı ve gözleri yakıcı bir koku ile beraber SO2 yoğun biçimde solunduğunda solunum sistemi hızlıca olumsuz etkileniyor. Termik santral kaynaklı kirli havada yaygın bulunan kurşun, cıva vb. ağır metallerin etkileri görülmesi daha uzun sürede gözlenebilirken; partikül madde içinde bulunabilen ve kanser yapıcı etkisi de olan toksik maddelerin etkilerinin görülmesi de on yılları bulabiliyor.
Termik santral bulunan bölgelerde hava kirliliği bakımından en kötü bölge hangisi?
Avrupa Çevre Ajansı (EEA) verilerine göre, Türkiye’deki kentsel nüfusun %97,2’si sağlıksız seviyelerde PM10’a maruz kalıyor. Ülkemizin havasının genel olarak sağlıksız olduğunu söylemek de olanaklı bu durumda. Ülkemizde hava kalitesi ile ilgili değerlendirmeler Çevre Şehircilik Bakanlığı Hava Kalitesi Ölçüm İstasyonlarındaki ölçüm değerleri ve parametrelerine göre değerlendirilebiliyor. Bu istasyonların bulunduğu/kurulduğu yerler, niceliksel yeterlilikleri, ölçüm yapılan günler ve ölçüm parametrelerine ilişkin ciddi soru işaretleri olmakla beraber elimizdeki veriler bu istasyonların ölçüm sonuçlarından ibaret olduğu için değerlendirmeleri bu veriler üzerinden yapabiliyoruz. Bu noktada sorduğunuz soruya geri dönmek ve dikkatlice yanıtlamak gerekli. Çünkü kirliliği değerlendirmek için hangi düzeyi referans aldığımıza göre bu sorunuzun yanıtı da değişiyor. Üzülerek söyleyeyim ki ülkemizin hava kalitesi sınır değerleri DSÖ’nün belirlediği sınır değerlerin çok üzerinde. Kaldı ki ülkemizde sağlığa zarar verme potansiyeli en çok olan PM2.5 çok sayıdaki istasyonda ölçülmüyor, mevzuatımızda PM2.5 için sınır değer bile bulunmuyor.
Termik santralların yoğun olduğu bir bölgede insanlar bunların etkilerine karşı alabilecekleri korunma önlemleri var mı?
Öncelikle herkesin havasına sahip çıkması gerekiyor çünkü temiz hava solumak bir haktır. Süreçte en önemli korunma yöntemi termik santral kurulmasını engellemek ve fosil yakıt kullanımından giderek uzaklaşmak olacaktır diyebilirim. Bu nedenle hava kalitesi mevzuatının hızla düzenlenmesi, hava kalitesi ölçüm cihazlarının sayısının, ölçüm parametrelerinin ve yerlerinin güncel literatür ışığında güncellenmesi, mevzuatta olmayan PM2.5 sınır değerlerinin belirlenmesi ve ölçülmesi, tüm parametrelerin DSÖ’ce belirtilen sınır değerlere çekilmesi konusunda çalışmaların hızlandırılması için başta sağlık ve çevre örgütleri olmak üzere sivil toplum kuruluşları ve halk harekete geçmeli. İnsanlar, oturdukları/ yaşadıkları bölgede günlük olarak hava kalitesi ölçüm sonuçlarını kontrol etmeli ve varsa kirliliği ifşa etmeli, bu yönde farkındalığı geliştirerek kamuoyu oluşturmalı. Ek olarak hava kirliliği ölçümleri ve eşik değerlerin aşılması durumunda yapılacaklar bağlayıcı olmalı. Bilim insanlarının hesapları yeni termik santrallara ihtiyacımızın olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Bu alanda yapılan halk sağlığı uygulamalarını ve önemli sonuçlarını paylaşmak isterim. Örneğin, 1990’larda İrlanda’nın Dublin kentinde kömür yakılmasına getirilen yasaklama, havada siyah duman tozunun (isin) %71 ve kükürt dioksitin %34 oranında azalması ile sonuçlandı. Bu durum, şehirdeki kardiyovasküler hastalıklarda %7 ve solunum yolu hastalıklarında %13 azalma sağlarken toplam ölüm oranını da %8 oranında düşürdü. Avustralya’nın Launceston kentinde, 2001 yılında yürürlüğe konan yeni bir yönetmelik ise PM10 tozunun %38 oranında azaltılarak hava kalitesini iyileştirilmesini sağladı. Bu önlem, kardiyovasküler hastalıklarda %17,9 ve solunum yolu hastalıklarında %22,8 azalma sağlarken toplam ölüm oranında ise %11,4 oranında düşüşe yol açtı. Kış döneminde gözlenen sağlık üzerindeki yararlar, kardiyovasküler hastalıklarda %19,6 ve solunum yolu hastalıklarında %22,9 oranında azalma ile daha da artıyor. 25 Avrupa şehrini içeren bir araştırma projesi, yıllık ortalama PM2.5 konsantrasyonu için DSÖ’nün 10 μg/m3 standardına uyum sağlamanın, “30 yaş ve üzeri insanların ortalama yaşam süresini 22 aya kadar artırdığını” gösterdi. Vatandaşlar bulun farkında ve bilincinde olmalı. Önümüzdeki yıllarda termik santral kaynaklı kirliliklerin sınır ötesi etkileri nedeniyle uluslararası ihtilaflar doğma olasılığı çok da düşük bir olasılık değil. Burada şunu da vurgulamak önemli, günümüz teknolojisi ile yeni kurulacak olan bir termik santralın baca filtreleri 24 saat kesintisiz çalışsa bile kanser yapıcı olduğu bildirilen PM2.5’i, dioksinleri, furanı tutamıyor. Henüz böyle bir teknoloji yok, önümüzdeki yıllarda da bu beklenmiyor. İklim değişikliği üzerinden geniş bir perspektifte bakıldığında sağlık hakkı ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının engelleneceği olasılığı üzerinden ihlallerin uluslararası mahkemelerde değerlendirilebilmesi yönünde Türkiye Barolar Birliği Çevre Komisyonu’nun çalışmaları olduğunu da belirtmeliyim.
Termik santral projelerinde, ÇED raporlarında sağlık bağlamında sizin gördüğünüz eksiklikler neler?
Kömürlü termik santrallar için binlerce ÇED raporu hazırlandı ve bunların çok azı uygunsuz olarak değerlendirildi. Çoğu ÇED raporunda kendilerinden görüş alınan kamu kuruluşları işletmenin mevzuata uygun ise yapılmasında sağlık açısından sakınca olmayacağı yönünde görüş bildiriliyor. Ancak burada üzerinde durulması gereken bir kaç nokta var. Bunlardan ilki, yukarıda da bahsettiğim gibi mevzuat ile ilgili ciddi eksikliklerin/sorunların varlığıdır. Ülkenin mevzuatı özellikle hava kirliliği açısından büyük eksiklikler içeriyor. Dolayısıyla bizim mevzuatımıza göre uygun olan bir kirletici düzeyi, DSÖ’ye göre ciddi zarar verici boyutta olabiliyor ki bu durum ciddi bir sağlık hakkı ihlali. İkinci nokta, bu ÇED raporlarının ayrıntılı incelenmesi gerektiği. Çünkü dikkatlice incelendiğinde farklı dosyalarda pek çok ÇED raporunun birbirinin kopyası olduğu, projeye, coğrafya uygun olmayan içeriklerin bulunduğuna şahit olduk. Bir diğer önemli nokta ÇED raporlarının gerçekten özenli olarak hazırlandığını düşünsek bile sadece o işletme için hazırlanması süreçte ciddi bir eksikliğin varlığının da kanıtı oluyor. Çünkü işletme/fabrikanın kurulacağı bölgede başka termik santrallar, kirleticiler var ise çevre ve halk sağlığı adına tüm kirleticilerin kümülatif çevresel etkisinin değerlendirilmesi gerekiyor. Günümüzde artık ÇED’in yetersiz olduğu apaçık ortada. Hatta güncel bilimsel bilgiler ışında işletmenin her boyutuyla ayrıntılı olarak değerlendirilmesine (sağlık, çevre, sosyal, ekonomik, kültürel vb.) olanak tanıyan Sağlık Etki Değerlendirmesi (SED) yapılması öneriliyor.
Kirleticilere atfedilebilen sağlık maliyetleri hakkında neler söylemek istersiniz?
Aslında tam da burada görünmeyen/hesaba katılmayan bir maliyetten söz etmek gerekli. Bunu doğrudan ve dolaylı etkilenmeler sonucu ortaya çıkan çevresel, sağlık, ekonomik ve sosyokültürel gibi farklı boyutlarla irdelemek olanaklı. Sağlık boyutundan değerlendirecek olursak termik santralların yarattığı kirliliğe maruz kalma ile insan sağlığı üzerinde ilk olarak fizyolojik birtakım değişiklikler oluyor, bu süreçte belirgin bir bulgu yok. Kirliliğin etki şiddeti artıkça, hastalık bulgu ve belirtileri giderek aşikâr oluyor, bireylerin başta birinci basamak sağlık kuruluşları olmak üzere, hastanelere, acil servislere başvurma, ambulans çağırma, hastaneye yatma sıklığı ve süresi artarken ilaç kullanma sıklığı ve süresi de artıyor. Erken, beklenmedik ölümler yaşanıyor. Kullanılan sağlık hizmetinin bedelinin büyük kısmı sosyal güvenlik kurumlarınca vatandaşın cebinden çıkan dolaylı ödemeler (prim, vergi vb.) ile karşılanırken ufak da olsa bir kısmı da vatandaşın doğrudan ödeme olarak adlandırılan “cepten harcamalar” ile finanse ediliyor. Süreçte iş gücü kaybı, işe devamsızlıkta artış, iş güvencesizliği de yaşanıyor ve bu maliyetler de göz ardı ediliyor. Elbette burada çekilen ıstırap, acı, psikososyal açıdan etkilenmelere hiç değinilmiyor çünkü onların bedeli, maddi bir karşılığının hesabının yapılabilmesi çok güç. HEAL (Sağlık ve Çevre Birliği) tarafından yapılan ve Türkiye’de taş kömürü ve linyitle çalışan kömürlü termik santralların kirletici salımı ile bağlantılı sağlık etkilerinin hesaplandığı bir çalışmada yaklaşık 3000 erken ölüm, 4500 hastaneye kabul, 650 bin kayıp iş günü, 8 milyon hasta geçirilen gün hesaplanıyor ve yıllık 2,9-3,6 milyar euroluk toplam sağlık maliyetine ulaşılıyor ve durum “ödenmeyen sağlık faturası” olarak adlandırılıyor. Yine HEAL’in 2018 yılında Tekirdağ ili için yaptığı bir çalışmaya göre yapılması planlanan EÜAŞ’a ait Çerkezköy Termik Santralı işletmeye geçerse sadece PM2.5 ve NO2 yılda 141 kişinin erken ölümüne sebebiyet verecek. Buna göre santral yaklaşık ortalama ömrü olan 40 sene boyunca çalıştırılırsa 5.640 kişinin erken ölümüne yol açacak. Bu modelleme hava kirletici emisyonlardan sadece birkaçını hesaplayabildiğinden santralın gerçekte neden olacağı sağlık yükleri daha ağır olacak.