Çokuluslu şirketlerin, hükümetlerin; ABD, Avrupa ve Afrika’dan yerel ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarının yönetici kadrolarına koçluk ve danışmanlık veren Caroline Rennie, sürdürülebilirliği kârlı hale getirmeye çalışan kurumlarla çalışan ren-new isimli şirketin kurucusu ve yönetici ortağı. Rennie, farklı kurumlarda yaşadığı deneyimlerden yola çıkarak kolaylaştırıcılığın, belli bir durum içindeki insanların, bir organizasyonu ya da topluluğu düzenleyenlerin kendilerini kendi kaderlerinde birer temsilci gibi hissetmeleri ve işleyen bir şeyler oluşturmak için bir araya gelebilmeleri için fırsat yarattığını söylüyor.
YAZI: Caroline RENNIE
Kariyerimin büyük bölümünü, sivil toplum kuruluşları (STK), hükümet ve çokuluslu şirketler için çevre alanında çalışarak geçirdim. 10 yıl, küresel çapta çevre konusunda iletişimden sorumlu olarak Tetra Pak’ta çalıştım. Bu rolün amacı çevre bilimini şirket çalışanları, yerine getirilecek görevler ve müşteriler için anlaşılabilir ve bağlantılı hale getirebilmekti. Yıllar boyu eğitimler, bültenler, konuşmacıların katıldığı etkinlikler gibi bütün standart iletişim kanallarını kullandım. Ama hiçbir şey değişmedi. Zamanla bunun en temel nedenlerinden birinin insanların iklim değişikliğini anlayamaması olduğunu kavradım ve gerekli değişiklikleri yaptım. Onların, aileleri ve arkadaş çevrelerinde nasıl değişimler yaratabilecekleri üzerinde çalışmaları gerekiyordu. Örneğin, araba kullanmayı bırakıp da her yere bisiklet ya da trenle gitmeye başladığımda arkadaşlarım ve komşularım biraz delirdiğimi düşündüler. Daha da kötüsü, bir araba sahibi olmalarını meşrulaştırma ihtiyacında hissediyorlar ve benim seçimimin zayıflık, yersizlik olduğuna işaret ediyorlardı. Kararım onlar üzerinde hemen hiç tesiri olmamış ama ilişkilerimizi ciddi biçimde değiştirmişti. Et yemeyi bıraktığımda, bu kez, kararımı yarattığı etki bakımından önemsiz (bir kişi bir şeyleri değiştiremez, sistemik bir değişime ihtiyaç vardır) bulan eşimle aramız bozuldu. Bunlar küçük örnekler olsa da, verili sistem içindeki beklentilerin, normların ve anlayışların ağırlığı çok fazla. İş değişime geldiğinde, şayet “öteki” olmanın devasa yükünü taşımak istemiyorlarsa, bireyler oldukça zor bir durumda buluyorlar kendilerini.
Bireysel ve Kurumsal Ölçekte Kolaylaştırıcılık
Carbon Conversations isimli bir programda çalışırken işler biraz daha yolunda gitti. Küçük gruplar iklim değişikliği, karbon etkileri üzerinde konuşmak için bir araya geliyorlar ve gıda, ulaştırma, yerleşim ve boş vakitler/tatiller gibi konularda etki yaratmak için neleri farklı yapabileceklerini tartışıyorlardı. Kolaylaştırıcılar bu tartışmaların doğru ilerlemesine yardımcı oluyor ve insanlar gerçek etkileri üzerine çalışabiliyorlar. Meseleleri ele alırken ve çözümler getirirken aileleri ve arkadaşlarının karşı çıkmaktan ziyade katılabilecekleri yollara dair fikirler üretiyorlar. Bazı şeyler bazı insanlar için gerçekten çok zor ola bilirken -et yememek ya da uçakla daha az seyahat etmek gibi- başkaları için gayet kolay olabiliyordu. Herkese uyan tek bir çözüm yoktu ama herkes arzu edilen sonuca katkıda bulunabiliyordu.
Kolaylaştırma, kurumsal ölçekte de işe yarayabilir: Büyük bir değişim programının parçası olarak WWF ile çalışmıştım. Genel merkez karmakarışıktı. Yürüttükleri her uluslararası program için genel merkezde birkaç kişi görev alıyordu ama bu programların birbiriyle çok fazla etkileşimi yoktu. Genel merkezde aynı zamanda finans, insan kaynakları ve bağış toplama gibi idari işler de yürütülüyordu ki bu da “silolar” halinde çalışmayı gerektiriyordu. Nihayetinde silo yaklaşımı kuruma hizmet etmiyordu: Enformasyon edinmek ya da bir şeylerin yapılması için hiyerarşik sisteme bir mesaj ya da talep iletmek durumundasınız, ta ki birisi talebinizi başka bir siloya iletene kadar. Bu yavaş, bürokratik ve müsrif bir tutumdu. Bu durumda daha canlı ve yanıt veren bir kültür yaratmak için neler yapılabileceğini görmek istedim. Genel merkez örgütünün tümünün ve diğer ülkelerdeki programlardan insanların bir araya geldiği bir workshop düzenledim. Bir şeylerin farklı olmasını istediğimizi göstermek için mobilyaları kaldırdık (bazıları yere çakılıydı), minderler yerleştirdik ve pencere yüzeylerini yazılabilir hale getirdik. Katılımcılardan ne yaptıklarını, WWF’deki en iyi anlarını ve WWF ile ilgili en değerli buldukları şeyi küçük gruplar halinde konuşmalarını talep ettik. Bu, güzel bir heyecan ve iyi hisler yarattı. Herkesin, iş arkadaşlarıyla ele almak, incelemek ve çözüme ulaştırmak istediği bir konuyu gündeme getirebileceği bir oturum tasarladık. Birçok konu ortaya atıldı ve onlara tartışmaların yapılabilmesi için zaman ve alan sağladık. Ancak cesur bir genç kadın ayağa kalkıp “Bugün buraya gelmemin sebebi, yönetim ekibinden değişim programının arkasındaki stratejiyi dinlemek istememdi” dedi. Ardından bir sessizlik oldu. Kolaylaştırıcı olarak CEO’ya döndüm ve ne yapmak istediğini sordum. Yönetim ekibiyle buluşup konuşmak için biraz zaman istedi. Bu durumda oturumu iki bölüme ayırdık ve yönetim ekibi toplantı halindeyken, diğerleri ilgilendikleri konular üzerinde konuştular. Yönetim ekibi geldiğinde ise herkes onları dinlemek için safları sıklaştırdı, ardında da hararetli bir soru-cevap kısmı başladı.
Bu her şeyi dönüştürmüştü. Yönetim ekibinin düşünüp özel olarak karar alması yerine çalışanlar soru sorma ve dinlediklerini anlamlandırma konusunda kendilerini güçlü hissettiler. Böylesi hayati önemdeki bir diyaloğun devam etmesine katkı sağlayabilecek 50 şey bulmaları için herkese 20 dakika verdim. Neden mi 50? Bu kadar çok şeyle karşı karşıya olmak bir meydan okumadır. İnsanlar önce en kolay ve apaçık ortada olan şeyleri düşünürler ardından daha yabancı ve uzak olan ihtimallere ulaşmaya başlarlar. Sonra da büsbütün çılgınca şeyleri listelerine alırlar. Biten listeler, yaratıcılığı yansıtır ve tamamen yeni şeyler bulunmuş olur. 20 dakika bittiğinde, akıllarına gelen ilk şeylere olan bağlılıklarını kaybetmişler ve çok daha yaratıcı ve açık bir alana adım atmışlardı. Fikirlerini gruplar halinde tartıştılar. Sonra da onlara dağıttığımız kalemlerle taahhütlerini pencerelere ve zemin kattan CEO ve yönetim kademesinin çalıştığı ikinci kata kadar olan merdiven aralığının duvarlarına yazdılar. Artık bu taahhütler etkinliğin kendisini aşmış ve bundan sonra birbirleriyle nasıl bir arada olmak istediklerine dair canlı, gözle görülür bir kayıt oluşturmuştu.
Daha da büyük bir sosyal değişim mi? Burada, İsviçre’de, ülkenin dört bir yanındaki insanları bir araya getiren, nasıl bir İsviçre görmek ve nasıl bir İsviçre’de yaşamak istedikleri konusunu ele aldıkları Collaboratio Helvetica adlı bir program var. Amaç, topluluk, anlayış ağları ve içinde yaşayabilecekleri güçlü bir olasılık hissi oluşturmak. Diyalog oturumları kolaylaştırılıyor ve bu sayede tartışmalar her zaman güvenli oluyor. Bir akşam boyunca insanların birbirlerini tanımasına, kendilerini oldukça bağlı hissetmelerine rehberlik ediyor.
Bütün bu vakalarda kolaylaştırıcılık, belli bir durum içindeki insanların, bir organizasyonu ya da topluluğu düzenleyenlerin, kendilerini kendi kaderlerinde birer temsilci gibi hissetmeleri ve işleyen bir şeyler oluşturmak için bir araya gelebilmeleri için fırsat yaratıyor.