YAZI: Barış DOĞRU
Yerel seçimler, son derece keskin bir toplumsal dönüşümün kıyısında olduğumuza dair verilerle dolu. Yaklaşık beş yılda sanırım yedi ayrı seçimden oluşan bir maratonun sonunda, genel olarak yerel seçimler, özel olarak da birinci ve ikinci İstanbul seçimi, içinde çok fazla sonuç barındıran bir final oldu. Çeşitli “uzmanlar” tarafından sıklıkla dile getirilmesine karşın, “seçmenin mesajı” laflarını çok doğru bulmuyorum. Birbirinden çok farklı toplumsal, siyasi, kültürel, ekonomik kategorilere sahip yurttaşlar grubundan bir “seçmen” kimliği çıkarmak ve sonra da onun bir mesaj verdiğine inanmak zor. Bir sosyal bilimci olarak, böyle genellemeler yerine, ilk yapılması gerekenin, olguyu-sonucu var eden itkilere, nedenlerin derinliklerine, işin ayrıntılarına bakmaya tercih ederim. Bu da tek bir mega mesajdan çok, çoklu eğilimleri, dip dalgayı oluşturan küçük küçük akıntıları aramaktan geçer.
Geçtiğimiz yıl KONDA Araştırma ve EKOIQ’nun paralel çalışmalarından iklimhaber.org’un ilk kez gerçekleştirdiği “Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı ve Enerji Tercihleri Araştırması” son derece ilginç sonuçlarıyla bizi şaşırtmıştı. Anket çalışmasında; siyasi görüş, kimlik, ekonomik statü, toplumsal cinsiyet fark etmeksizin, Türkiye vatandaşlarının çevre konusunda son derece rahatsız, iklim krizi konusunda endişeli ve kamu yönetiminin çözüm üretmesi konusunda da oldukça ümitsiz olduğuna dair sonuçlar ortaya çıkmıştı. Dahası yurttaşlar -Avrupa ortalamalarının üzerinde bir pozitif sonuçla- kömür ve nükleer santrallardan hiç hazzetmiyor, birincil enerji kaynağı olarak güneş ve rüzgarı tercih ediyordu.
Bu sonuçları şu şekilde yorumlamışım geçtiğimiz sene: “Modernlik ve muhafazakârlık fay hatlarında sıkışmış, diğerlerine bir türlü ulaşamayan siyasi hareket ve oluşumları düşündüğünüzde bu, önemli bir fırsat bile olabilir. Her grubu kesen ortak bir endişe ve anlam dünyası. Bulunduğunuz yerden diğerine geçme, gruplar arası geçirgenliği artırma olasılığı. Bu kaygıları, giderek artan ekonomik sıkıntıları, işsizliği, toplumsal huzursuzlukları da pozitif bir çözüm önerisiyle giderebilecek, gezegenle barışık yeni bir sürdürülebilir kalkınma yaklaşımının alıcısı artıyor gibi…”
“Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı 2019”un sonuçları da çok farklı değil. Ve onun da ötesinde bu saptama ve beklentilerin, sadece ankette değil, seçim sonuçlarında da bir şekilde doğrulandığını söylemek abartı olabilir mi? İlk başta da belirttiğim gibi, kemikleşmiş siyasi tercihleri değiştiren tek bir etmenden söz etmek kolay değil. Ancak, 2019 yerel seçimlerinin sonuçları üzerinde, diğer birçok faktörün yanı sıra temel çevresel kaygıların da rol oynadığını söylemekte bence sıkıntı yok. Özellikle büyük kentlerde yaşayan yurttaşların huzursuzluklarının derinliklerinde buna dair izler bulmak mümkün. Her ne kadar iktidar ve muhalefet odakları ve adayları, kampanyalarında iklim krizi konusunda açık ve belirgin ifadeler kullanmasalar da, “çevre”, “yaşanabilir kentler”, “kentsel suçlar-ihanetler” başlıkları üzerinden kent ahalisinin muhtelif huzursuzluklarının da dile gelmiş olduğunu ve seçim sonuçlarında bir etki yarattığını söyleyebiliriz.
Anket sonuçları da elbette birçok açıdan kapsamlı bir değerlendirmeye ihtiyaç duyuyor ancak, yurttaşların yerel ve merkezi idareden, içinde yaşadıkları ekosisteme daha duyarlı ve iklim dostu politikalar beklentisinin yükseldiğini ilk elden söyleyebiliriz. Özellikle yeni seçilen yerel yönetimlerin, bu şimdiden “satın alınmış” özlem ve iradeyi sosyal politikalarla harmanlamayı becerebilmeleri halinde, başarı şansları yüksek. Tabii en önemlisi, bunların şimdiye kadar olduğunun aksine, iyi ve açık bir iletişimle, halkı her aşamada bilgilendirerek yapılması. Yerel yönetimlerin sürdürülebilirliğinin ve iklim adaletinin yolu, teknik meselelere yönelik teknokratik kararnamelerden çok, katılımcı bir demokrasiden geçiyor. Bunu fark eden ve kendisini buna göre yapılandıran yerel yönetimlerin, Türkiye’nin dört bir yanında iklim dostu politikalar yeşertmeleri hiç kimseyi şaşırtmamalı. Son dakika gollerine alışkın Türkiye toplumu, geriden gelmenin avantajını da kullanarak, hızlı bir sürdürülebilir kalkınma atağı yapabilir…