İklim

Fosil Yakıt Ivy Süper Ligi

Amerikan üniversiteleri ama daha çok Ivy League üniversiteleri hakkında yıllardır süregelen tartışma, bu kurumları bir eğitim yuvası mı, milyar dolarlık yatırımları olan holdingler mi ya da hayırsever bağışçıların yardımlarıyla birer politik araç ve neoliberal sistemin önemli sacayaklarından biri mi saymalı sorularını hep gündemde tutuyor. Şimdi bu soruya yenileri ekleniyor: Aralarında Harvard, Yale ve Princeton gibi dünyanın en prestijli üniversiteleri, aynı zamanda devasa fosil yakıt yatırımcıları mı?

Yazı: Emre UZUNDAĞ

COVID-19 nedeniyle işsizlik ödeneğine başvuranların sayısının arttığı bir dönemde Trump, çareyi önce yabancılara verilen/verilecek çalışma izni vizelerini askıya almakta buldu. Ardından üniversiteleri fiziksel eğitime zorlayarak ekonomiye ‘can’ verme hamlesini güçlendirmek üzere, yabancı öğrenci vizelerini de dondurma, iptal etme ve askıya alma tehdidiyle köşeye sıkıştırmaya çalıştı. Bu iki siyasi ‘çözüm’ün de zenofobik ve popülist inşasını ıskalayan Amerikan kamuoyu bu hamleleri, Amerika’da yaşayan birçok yabancı öğrenciyi üzen, yaralayan ya da Amerikan Rüyası’ndan uyandıran bir savunmayla geri püskürtmeye çalıştı: Yabancı öğrencilerin Amerikan üniversiteleri ve Amerikan ekonomisi için yarattığı gelir. Burada bir öğrenci vizesiyle yaşayan birisi olarak, bana verilen değerin beşeri değil de, iktisadi olması şaşırtmasa da bu tecrübe, Yale-Harvard arasında oynanan Amerikan futbolu maçında sahaya giren (Harvardlı bir sosyal medya perzonasının gözünden bu olayı izlemek isterseniz, link burada) Divest Harvard ve Fossil Free Yale örgütlerinin dikkat çektiği üniversite yatırımlarını ve daha küçük bir kümede fosil yakıt sektöründeki yatırımlarını masaya yatırmanın zamanı geldiğini hatırlattı.

Amerikan üniversiteleri ama daha çok Ivy League üniversiteleri hakkında yıllardır süregelen tartışma, bu kurumları bir eğitim yuvası mı, milyar dolarlık yatırımları olan holdingler mi ya da hayırsever bağışçıların yardımlarıyla birer politik araç ve neoliberal sistemin önemli sacayaklarından biri mi saymalı sorularını hep gündemde tutuyor. 19. yüzyılın sonunda federal hükümet yardımlarının yavaşça kesilmeye başlandığı üniversiteler, ayakta kalabilmek adına yeni bir ekonomi kapısı buldular: Hayırseverlik (Amerikan siyasetinin en karanlık isimlerinden Jeffrey Epstein ile MIT’nin ilişkisi bu hayırseverliğin ne boyutlara ulaşabileceğini çarpıcı ama hiç de hayret verici olmayan biçimde gözler önüne seriyor). Zenginler, kimisi vergiden düşmek kimisi gerçekten bir katkıda bulunmak adına Büyük Buhran dönemine kadar üniversitelere büyük paralar akıttılar. Bu süreçte ikinci bir gelir kaybının önüne geçmek isteyen üniversiteler önce harcamalarını kısıyor, daha sonra 60’ların sonu ve 70’lerin başıyla birlikte gayrimenkul odaklı yatırımlarını finans alanına doğru kaydırıyorlar. 2019 yılında Harvard Üniversitesi’nin 40 milyar dolar olarak açıklanan toplam varlıklarının gelişimini kabaca bu şekilde özetleyebiliriz.

Yale’in Fosil Yatırımı 454 Milyon Dolardan Fazla

Bugün içlerinde Harvard, Yale ve Princeton gibi üniversitelerin yer aldığı Ivy League’in varlıkları arasında Porto Riko borçlarından, özel hapishanelere ve fosil yakıt sektörüne kadar geniş bir ağa yayılan yatırımlar söz konusu. “2019 sonbaharı itibariyle ABD Borsa Komisyonuna sunulan mali beyanname ve Yale’in beyan etmekle yükümlü olduğu Form 990 sayesinde, Yale’in, çoğu fon menajerleri aracılığıyla, fosil yakıt şirketlerinde 454 milyon dolarlık yatırımı olduğunu biliyoruz” diyor Fossil Free Yale üyesi ve Yale’de Climate Change Coalition öğrencisi Nora M. Heaphy: “Ancak bu yatırımların beyanlarda açıkça belirtilenlerden daha fazla olduğunu, 2018 yılındaki beyannamede yer alan ve karnesinde Kuzey Amerika’daki bütün şirketlerden daha fazla petrol sızıntısı yazılı olan ve bir yıldan kısa bir süre EPA’in başında bulunan Scott Pruitt’nin daha sonra kadrosuna katılacağı kömür madeni çıkaran Hallador Energy’ye yaptığı doğrudan yatırımlardan biliyoruz”. Nora’nın değindiği üzere, Ivy League üniversitelerinin beyannamelerde başvurdukları dalavereler nedeniyle fosil yakıt sektöründeki yatırımlarının boyutunu kestirebilmek güçken, bu yatırımların iktisadi olduğu kadar politik bir destek olduğunu anlamak pek de güç değil. Fosil yakıt sektörüne yapılan yatırımların sisteme ve onun bekasına bir politik destek olduğunu varsaydığımızda karşımıza çıkan ve yukarıda alıntıladığım Amerikan futbolu maçının bende akla getirdiği soru şu oluyor: Peki bu okullarda okuyan öğrenciler, bu okulların mezunları ve akademik kadrosu bu duruma nasıl tepki gösteriyor?

“Üniversitelerin fosil yakıtlardan yatırımlarını çekmesine yönelik muhalefet, ilk kez 2011 yılında, Bill Mckibben ve 350.org’un öncülüğünde Swarthmore Mountain Justice ismindeki koalisyonla Swarthmore’da başladı” diyor Nora: “Fossil Free Yale ise 2012 yılında kuruldu ve uzun süre yönetimle birlikte çalıştı. Ancak çalışmaları, daha çok fakülteyi, öğrencileri ve mezunları etik yatırımlar konusunda bilgilendirmekten öteye gitmeyen bir komitenin içinde sıkıştı. MIT’de fosil yakıt şirketlerine yapılan yatırımlara karşı çıkan ilk grup ise Fossil Free MIT’ti. Fakat 2015’te kurulan bu örgüt, üniversitenin yatırımlarını geri çekmeyeceğini açıklamasıyla kendini feshetti. 2019 yılında MIT Divest adıyla yeniden kurulan öğrenci örgütümüz bugün 30 üyesiyle, 2020’de fosil yakıt yatırımlarından vazgeçeceği açıklasa da açıklamasa da, MIT yönetiminin eylemlerinden bağımsız olarak etkinliklerini sürdürüyor”. Üniversitelerin yıllar boyunca yatırımlarının sorumluluğunu üstlenmemelerinin ardında oldukça abes bir mantık yer alıyor: Yatırım yapılan fonları biz seçmiyoruz. Burada bu iddianın temsilini bulabilirsiniz.

MIT’in Fosil Yakıt Şirketleriyle Derin İlişkileri

Direkt olmayan yatırımların büyük bir kısmı belirli fonlar ve fon menajerleri üzerinden yapılıyor. Üniversiteler, fon menajerlerinin en kârlı yatırımlara oynama zorunluluğu olduğundan fosil yakıt hisselerine yatırımın kaçınılmaz olduğunu belirtiyorlar; hem zaten üniversitelerin çalıştığı fon menajerleri içinde Amerikan borsalarında aktif 200 fosil yakıt şirketinin kağıtlarını bulundurmayan dokuz şirket var‘mış’ yalnızca. Nora, Yale’deki durumu şöyle açıklıyor: “Yale’in varlık şeması kasıtlı olarak muğlak bir dile ve öğrencilerin erişimine kapalı bir yapıya sahip. The Corporation (Yale’in yönetim kurulu), 2014 yılında fosil yakıt şirketlerindeki yatırımlarını geri çekmeyişini, ExxonMobile gibi şirketlerin iş yapış yöntemlerine ‘hissedar yükümlülükleri’ çerçevesinde etki edeceğini savunarak gerekçelendirmişti. O günden itibaren örgütümüz doğrudan eylemlere, eğitim seminerlerine ve oturma eylemlerine başladı.” MIT’deki hareketin başındaki isimlerden biri olan Biyomühendislik öğrencisi Nicole E. Cybul ise, MIT’in işbirliğine dair önemli ipuçları verirken Yale’in 2014’teki kararını yalanlayan bir açıklamayı aktarıyor: “MIT’in yatırımlarını, MIT Investment Management Company (MITIMCo) yönetiyor. Bu organizasyonun amacı, MIT’in yatırımlarında en yüksek kazancı sağlamak. Öncelik verdiğimiz meselelerden birisi, MIT’in fosil yakıt şirketleriyle ilişkilerinin hangi düzeyde ve alanlarda olduğunu açıklaması. Yakın zamanda konuyla ilgili MIT Araştırma Departmanı başkan yardımcısı Dr. Maria Zuber’den aldığımız yanıt şöyleydi: ‘MIT’in yatırımları büyük oranda bağımsız fon menajerleri tarafından kontrol ediliyor ki bu da, MIT’in hissedar oylarında doğrudan söz sahibi olmadığı anlamına geliyor.’ MIT’in fosil yakıt şirketleriyle başka bir kanaldan yani araştırmaların fonlanması aracılığıyla doğrudan ilişki kurduğunu da kabul ediyor.”

Nora ve Nicole, üniversitelerinin yönetimleriyle hesapları olduğunu gizlemiyorlar: “Yale’de karar mekanizması, Yale topluluğu ile bu topluluk adına karar alıcıların hiçbir şekilde iletişim kurmaması üzerine kurulu. Yıllarca içerisinde yer aldığımız komitenin (Advisory Committee on Investor Responsibility – ACIR) başındaki Profesör Jonathan Massey’nin bu görevi sırasında, bir enerji şirketinde koltuk kapmak için lobi yaptığını daha sonra öğrendik. Bizi, taleplerimizi resmi kanallardan iletmeye yönlendirmeleri, öğrencilerin sesini kısmaya ve bastırmaya yönelik bir yöntemdi. Bunu aşmak için New Haven halkıyla, fakülte üyelerimizle ve mezunlarımızla güçlerimizi, tüm topluluğun çıkarları ve Yale yönetiminin eylemlerinden sorumlu tutulması için birleştirdik.” Nicole ise çözümü nerede aradıklarını şu sözlerle ifade ediyor: “Kampanyamız MIT’i, fosil yakıtlara yatırım yapmaktan uzaklaştırarak bizim için finansal açıdan en sağlıklı, etik ve sonuç alınabilir yatırımlara yönelmeye davet ediyor. Yenilenebilir enerji ile bölge halkına zarar değil fayda sağlayacağız. Yalnızca yatırımlar ve yatırımların yeniden yönlendirilmesine odaklanmıyoruz. Varlıkların, bir finansal proje anlayışından ve finansal büyüme açgözlülüğünden arındırılıp, eğitim odaklı bir yeniden yapılandırmayla kullanılmasını savunuyoruz.”

İki hareketin en büyük eksiği ise, dünyanın en güçlü ilişki ağlarına sahip olan ve hareketlerine büyük bir güç ve iklim mücadelesine büyük bir artı ve kazanç sağlayacak mezunlarının desteğinden yoksun olmaları. Bu konuda birçok girişimde bulunsalar da henüz yeterli desteği göremedikleri ve mezunların suskunluğunun üniversitenin politikalarıyla bir sorunları olmadığını gösterdiğini söylemek abartı olmasa gerek. Ancak bunun eksikliğini bir nebze de olsa üniversitelerarası dayanışmayla, şimdilik, giderebiliyorlar. Söze ilk başlayan Nora oluyor: “Diğer okullardaki eylemleri takip etmek için Divest Ed ve College Climate Coalition ile yakın temas içindeyiz. Diğer üniversitelerdeki deneyimli aktivistlerin, geçmişte sonuç aldıkları yöntemlerinden ve taktiklerinden faydalanıyor, onların deneyimlerinden yeni yaklaşımlar geliştiriyoruz.” Nicole gülümseyerek başını onaylarcasına sallıyor.

Pandeminin Getirdiği Yeni Yollar

Alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirdiğimiz, insanları konforlarından uzaklaştırmanın ve harekete geçirmenin ne kadar zor olduğunu (iklim gönüllüleri bunu yakından deneyimliyorlar) yeniden öğrendiğimiz COVID-19 dünyasında Ivy League öğrencilerinin üniversitelerine karşı verdikleri mücadele de sanal kulvarlara taşındı. “Pandemi, organizasyonumuza bir takım zorluklar çıkardı. Her şeyden önce, MIT yönetimine baskı yapan ve kampanyamıza dikkat çeken kampüs içi etkinliklerimizi yapamıyoruz. Üyelerimizin ve öğrencilerin büyük bir kısmı kampüs alanında olmadığından etkinliklerimizi sanal ortama taşıdık. Pandeminin en büyük etkisi, MIT yatırımlarına yönelik zaten var olan iktisadi kaygıların artması oldu ancak biz örgüt olarak konumumuzu koruyoruz. Bu dönemin kurumlarımıza yerleşen statükoculuğu gözler önüne serdiğine inanıyoruz” diyor Nicole. Nora, şu cümlelerle konuya noktayı koyuyor: “Kampüsler kapandığında, çabalarımızı asıl amacımıza uygun olarak başka alanlara kaydırdık. Boşalan öğrenci yurtlarına, sığınacak yeri olmayan New Havener’ların yerleştirilmesini talep eden Step Up Yale oluşumunu kurduk. Pandemi, iklim değişikliği ve fosil yakıt şirketlerinin hayatlarımıza kastettiği tehlikeleri daha belirgin kıldı. 30 milyar dolarlık varlığına rağmen Yale, gelirlerini her şeyin üstünde tutarak katı önlemler alacak ve öğrencilerinin, çalışanlarının, fakülte üyelerinin ve New Havener’ların güvenliklerini ve sağlıklarını hiçe sayacak.”

Trump’ın geçtiğimiz ay üniversiteleri açılmaya zorlayacak adımları atmasına ne kadar gerek vardı, tartışılır. Zira yaz boyunca, Amerika dışında yaşayan öğrencilere hak ettikleri burslarını vermeyeceklerini açıklayan, yetersiz güvenlik önlemleri veya gerekli kontrolleri sağlamadan kampüslerini açan ve her şeyden çok fosil yakıt sektörünün üstündeki baskıyı azaltmak bir yana onları yatırım yapmaya ve büyümeye teşvik eden yeni pandemi düzeninde rolleri aynı kalan üniversiteler, başta fosil yakıt sektöründeki yatırımları olmak üzere Facebook gibi şirketlerle yarışan varlıklarını ve statükoyu korumak adına kampüsleri açmaya ve milyonların hayatını ve sağlığını riske atmaya dünden razılardı. COVID-19 dünyasında üniversitelerin atacakları ya da atmayacakları adımlar, bize, iklim mücadelesinin geleceğinde onları nerede konumlandırmamız gerektiğine dair bir fikir verecek.

About Post Author