Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Ali Kerem Saysel, Türkiye’nin yeryüzünün ihtiyacı olan ve dünyanın hazırlandığı sosyo-teknik dönüşüm için kolları sıvamak durumunda olduğunu söylerken, “Paris Anlaşması bunun sadece bir parçası ama Türkiye mevcut ekonomik ve politik tercihleriyle, aynı zamanda muhalefetiyle de buna hazır bir görüntü vermiyor” diyor.
Haber: Dilan Karacan
“İklim Kumarı” adlı kitabıyla daha geniş kitleler tarafından tanınmaya başlayan William Nordhaus 2018 Nobel ekonomi ödülünün sahibi olmuştu. Nordhaus varolan durumu kısaca “Dünya ekonomik dengesi değişmediği sürece, küresel ısınmayı engellememiz mümkün değildir” şeklinde özetliyor. Kyoto Sözleşmesi’nden beri Türkiye’nin gelişmiş ülke kategorisinde değerlendirilmesi ve böylece çeşitli fonlardan yararlanamaması, yenilenebilir enerji kaynaklarının maliyeti, emisyonları azaltmanın marjinal ve reel getiri-götürüsü derken iklim değişikliği durumu dünyamızdaki her olgu gibi ekonomik perspektifler ile değerlendirilen bir konu haline geldi diyebiliriz. Bütün bunların yanı sıra, iklim değişikliğinin küresel ve milli ekonomilere vereceği zarar göz önünde bulundurulduğunda emisyon azaltımı adına gösterilen çabaların ekonomik anlamda da faydalı olacağını gösteren çok sayıda çalışma bulunuyor. Kısa bir süre önce Nature Communications’da yayımlanan “Paris İklim Anlaşması Fayda – Maliyet Testini Geçiyor” isimli makale de benzer sonuçları ortaya koydu. Yani öyle ya da böyle Türkiye’nin iklim ekonomi ve politikasında izleyeceği yol, ülkenin ekonomik ve çevresel kapsamda geleceğini oldukça etkileyeceğe benziyor. Paris Anlaşması’nda hükümet tarafı için en büyük sorun anlaşmadaki ülke statüsü ve bunun odağındaki ekonomik fırsat/fırsatsızlıklar. Fakat her halükârda ülkemizin emisyon azaltım hedefini artırması, kalkınma ve enerji politikalarını gözden geçirmesi, yenilenebilir enerjiye dair hedefleri yükseltmesi, enerji verimliliği potansiyelini hayata geçirmesi, ulaşım ve sanayi gibi karbon ayakizi yüksek sektörlerde düşük karbonlu kulvarlara doğru dönüşümü daha fazla zaman kaybetmeden başlatması ekolojik kamuoyu tarafından benimsenmiş gereklilikleri oluşturuyor.
Türkiye Paris Anlaşması’na bu zamankadar taraf olmayan tek G20 ülkesi konumunda. Süreç hâlâ netlik kazanmış değil. Peki Paris Anlaşması’nın imzalanmamasının Türkiye’ye ekonomik ve sosyal zararları ne olacak? Paris Anlaşması’na taraf olunmayarak bu zamana kadar neler kaybedildi? Türkiye düşük karbonlu bir ekonomik sisteme geçişe hazır mı?
“Paris Anlaşması’na Sıkı Sıkı Tutunulmalı”
Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü’nden Prof. Dr. Ali Kerem Saysel ile gerçekleştirdiğimiz röportajda Türkiye ve Paris Anlaşması çıkmazındaki genel durumu ele aldık. Saysel, Paris Anlaşması’nın mevcut küresel düzen içinde ülkelere makul ve iyimser bir tutum sergilediğini düşünüyor: “Paris Anlaşması, ekonomik sektörler bazında teknolojik özellikleri ve örgütlenme biçimleri bugünkünden farklı yeni bir dünyayı tarif ediyor. Bunu yaparken ekonomisi gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri kalın çizgilerle birbirinden ayırmıyor ve altına imza atılan karbon indirim hedeflerinden hareketle peşin yaptırımlar öngörmüyor. Bununla birlikte küresel bilim topluluğunun uyarı ve gerçekçi beklentileriyle uyumlu hedefler ileri sürüyor. Bu hedeflerin gerçekleşebilmesi için gönüllülük esasına, piyasa teşviklerine dayalı mekanizmaları ön plana çıkarıyor. Bu temel yaklaşımın hedeflerle eylem arasında büyük bir uçurum yaratması kuvvetli bir ihtimal; diğer taraftan mevcut küresel düzen içerisinde daha iyisi pek mümkün görünmüyor. Bu nedenlerle mevcudun en iyisi olan Paris Anlaşması çerçevesine sıkı sıkıya tutunmak ve onu geliştirmeye gayret etmek gerekiyor.”
İklim değişikliği için harekete geçmek adına Paris Anlaşması’nın elverişli bir ortam yarattığına dikkat çeken Saysel, anlaşma sayesinde karbonsuz ekonomik sistemlere geçişin destekçi yaklaşımlarla daha olası kılındığına dikkat çekiyor: “Paris Anlaşması’nın rolünü daha iyi kavrayabilmek açısından, Paris’e paralel bazı gelişmeleri hatırlatmakta yarar var. Örneğin 2018 Ekim ayında yayımlanan IPCC 1.5 derece özel raporu, Paris Anlaşması’nın yarattığı politik iklimle mümkün oldu. IPCC 2018 sonunda iklim değişikliğini 1.5-2 derece bandında tutabilmek için hâlâ bir çıkış noktası olduğunu vurguladı.
Buna göre 2055 itibariyle küresel ölçekte karbon nötr bir ekonomiye doğru süratle ilerlemek gerekiyor. Yeni yayımlanan enerji analizleri karbonsuz enerjiye geçiş konusunda geçmişe göre daha iyimser bir tablo çiziyor. Bunun için Uluslararası Enerji Ajansı’nın nükleeri de bir seçenek olarak devrede tutan, 2019 küresel değerlendirme raporuna bakılabilir. Ayrıca, özünde ‘karbonsuz ekonomiye adil geçiş’ anlamına gelen Yeşil Yeni Mutabakat giderek ana akıma taşınıyor. Avrupa Komisyonu bunu AB’yi 2050 itibariyle karbon nötr kılacak resmi büyüme politikası olarak açıkladı.” Türkiye için anlaşmanın önemine değinen Saysel, anlaşmanın onanması halinde beklenenden daha büyük kazançlar elde edileceğini söylüyor: “Özetle, temelinde veya paralelinde Paris Anlaşması’nın da bulunduğu büyük bir sosyo-teknik dönüşüm hareketiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla Türkiye’nin Paris Anlaşması’yla ilişkisini bu çerçeve içinde incelemek durumundayız.
Türkiye bu sosyo-teknik dönüşümün içinde yer alırsa ne kazanır ne kaybeder bunu anlamaya çalışmalıyız. Geçtiğimiz günlerde TÜSİAD tarafından yayımlanan ‘Ekonomik Göstergeler Merceğinde Yeni İklim Rejimi’ başlıklı rapor, Türkiye’nin Paris’i onamazsa zararlı, katılırsa kazançlı çıkabileceğine dair belli rakamlar ortaya koydu. Raporda rakamlarla ifade edilen zarar ve kazançlar mütevazi büyüklüklerde olsa da ben uzun vadeli sistemik etkiler dikkate alındığında ortaya çıkabilecek değişimin çok daha büyük olacağını düşünüyorum.”
Türkiye’nin anlaşmaya dair sergilediği niyet ve hedeflerin yetersiz olduğunu belirten Saysel, yaşanmakta olan küresel dönüşüm ve bunun ayağı olan Paris Anlaşması konusunda ülkece hazır ve umut verici bir pozisyonda olmadığımızı vurguluyor: “Avrupa Birliği ile birlikte irili ufaklı onlarca ülkenin ve ayrıca Güney Afrika Cumhuriyeti gibi bir kömür ülkesinin ve Çin gibi bir devin 2050-2060 itibariyle karbon nötr olma hedeflerini açıkladığı uluslararası bir ortamda Türkiye Paris Anlaşması için sunduğu, 2030 itibariyle baz artıştan %21 indirim (yani mutlak artış) gibi bir ulusal niyet beyanıyla yoluna devam etmemeli. Bu sadece mevcut fosil tabanlı enerji sisteminde ısrar değil, aynı zamanda kömür ve diğer madenciliğe ve fosil-çimento tabanlı altyapı inşaatlarına dayalı kalkınma modelinde de ısrar anlamına gelmektedir. Konvansiyonel tarımsal, endüstriyel, kentsel organizasyon ve taşımacılıkta ısrar anlamına gelmektedir. Ayrıca bu dönüşüme eşlik edebilecek adil geçiş, toplumsal eşitlik imkanlarından da uzak kalmak anlamına gelecektir. Paris için geç kalınmış değil ama mesele sadece Paris değil. Türkiye yeryüzünün ihtiyacı olan ve dünyanın hazırlandığı sosyo-teknik dönüşüm için kolları sıvamak durumunda. Parisbunun sadece bir parçası, ama Türkiye mevcut ekonomik ve politik tercihleriyle, aynı zamanda muhalefetiyle de buna hazır bir görüntü vermiyor.”