300 yıllık modern uygarlık, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik çerçevesindeki sorunları çok iyi bir şekilde tanımladı ama tam manasıyla çözemedi. Bu alanlardaki her gelişmenin arkasında ise, güçlü bir iletişim ortamı ve medya denetimi bulunuyordu. Bugün dünya, modernliğin tam manasıyla çözemediği sorunlara eklenen ve bizatihi modernliğin sebep olduğu çevresel meydan okumalarla yüz yüze. Sosyal, ekonomik ve çevresel krizin küresel çözümünde ise, yine iletişim ve medyanın gücüne ihtiyacımız var.
YAZI: Barış DOĞRU
İletişim, en genel anlamıyla insan topluluklarının ve maddi uygarlığın kurulmasının en temel unsurlarından biri. İletişimi çıkarın, geriye ne bir toplum, ne de bildiğimiz anlamıyla bir insan kalır çünkü insanın özü, toplumsal yanıdır. İnsan uygarlığının doğuşu da dil ve iletişim sayesinde oldu. Hayvanların da kendine özgü bir dilleri ve iletişimleri olmakla birlikte, insanlar arası iletişim, soyut şeyleri anlatabilme yetisi ve karmaşık yapısıyla, basit bir mesaj iletiminin ötesine geçer.
Homo sapiens’i diğer tüm canlılardan ayıran ve giderek gelişen de bu yeteneği oldu. Bu sayede soyutlamayı öğrendi. Bu onun imgelemini ve düşünme yeteneğini geliştirdi. Böylece kuşaklar arası bilgi aktarımı mümkün oldu; bu birikim de genel olarak uygarlığın temelini oluşturdu.
Bu bireyler arası iletişim giderek ilerledi, toplumsallaştı, ortak anlam ve değerler ile birlikte en geniş anlamıyla kültürün oluşumunu sağladı. Ancak uygarlığın gelişiminin daha ilk başlarından itibaren, bir yandan da eşitsizlikler ve bu eşitsizliklerin devamını sağlayan toplumsal hiyerarşi ve yapılar oluştu hepimizin bildiği üzere. Bunun en kompleks hali kendini devlette somutlar. Ve söz konusu toplumsal yapıların ve eşitsizliklerin devamı için de, toplumsal hiyerarşi ve devlet, dil, iletişim ve kültür alanı üzerinde her zaman hakimiyet kurmaya çalıştı. Bu yapılar, bazı şeylerin konuşulmasını yasaklar, bazı şeylerin söylenmesini ise zorunlu kılar. Belirli anlatıların genel kabul edilmesini sağlamaya çalışır. Bunlar, iktidar yapılarının hegemonya kurmasının en temel yoludur. Ama halk ve ezilenler de her zaman yeni dilsel pratikler geliştirirler: Şiirler, türküler, masallar, halk hikayeleri, destanlar, şakalar, fıkralar vb. bunların örnekleridir aslında. Halk ozanları ve destancılar aracılığıyla yaygınlaştırılan, bir coğrafyadan diğerine taşınan bu öyküler, bu hegemonik söylemlerin karşısında bir tür pasif direniş pratikleri olarak kabul edilmeli.
Sanayi Devrimi ve Kapitalizm; Her Şey Değişiyor!
Ancak Sanayi Devrimi ve onu hazırlayan bir dizi başka toplumsal gelişmeyle birlikte, Avrupa coğrafyasında, devletin, mikro devletlerin (derebeylerinin) veya kilisenin tek hegemonik yapı olduğu bu toplumsal yapı değişmeye başladı. Avrupa özelinde, toprağa bağlı yaşayan serfler (köylüler) dağılmaya yüz tutan feodal rejimle birlikte, bulundukları kırsal alanlardan kentlere akmaya başladı. Aynı dönem, kilisenin mutlak otoritesinin de gerilediği dönemdir bildiğimiz üzere. Aynı zamanda özgür yurttaşların, diğer özgür yurttaşlarla iletişime geçme, yeni gerçeklikle tanışma, kendini geliştirme olanakları bulduğu bu dönem, birçok yeniliğin ortaya çıkışına tanıklık etti. Bunların hepsi aslında bir iletişim patlamasının tezahürleridir. Matbaa, okuma yazma oranlarının artışı, ilk gazeteler, kentleşme, ilk belediyelerin kurulması, ilk işçi örgütlenmeleri ve sendikalar, dernekler, okuma kulüpleri, spor kulüpleri, pub’lar, hepsi birden yeni bir Kamusal Alanın inşasının parçaları. Bu süreç Avrupa’da başladı ama süreç içinde tüm dünyaya doğru bir yayılım gösterdi. Geleneksel tüm yapıları parçalayan ve dönüştüren bir süreç yaşandı.
Kamusal alanla birlikte aslında kamusal ve kurumsal iletişimin de doğumu gerçekleşti. Artık ortada sadece devlet yok; kamusal alanda var olabilen farklı kurumlar da tarih sahnesine fırladı. Bu yeni dünyanın önemli bir bileşeni de kuşkusuz şirketler oldu. Feodalizmden çıkışın ana itici gücü olan burjuvazi, inanılmaz bir hızla dünyanın dönüşümüne önderlik ederken, kendi çıkarlarını tüm toplumsal sınıfların ve halkın çıkarları olarak kurmayı ve bunu benimsetmeyi başardı. Burjuvazinin geliştirdiği bu yeni kurumsal yapı ve organizasyon, zaman içinde, kamusal hayatı domine etmeye başladı. Yeni kurulan, seçimle belirlenen devlet yönetimi ve yerel yönetimler üzerinde de şirketlerin ve burjuvazinin büyük bir belirleyiciliği olduğunu söyleyebiliriz. Yeni gelişen iletişim araçları üzerinde de, toplumsal ve siyasal iktidarı belirleyen şirketlerin ilk baştan itibaren belirgin bir üstünlüğü oluştu.
Ancak bu üstünlük, hiçbir zaman, Sanayi Devrimi öncesi çağın mutlakiyetçi hakimiyetine eşdeğer olmadı, olamazdı. Çünkü toplumun egemenlerinin iletişim araçları üstündeki belirgin üstünlüğüne karşın, toplumsal gelişme, alttakilerin, ezilenlerin de, ellerine önemli iletişim araçlarının geçmesini sağlamıştı…
Medyanın Gücü ve Güçsüzlüğü
Yeni dünyanın işleyişinde, yargı, yürütme ve yasamanın, yani güçler ayrılığının önemi yadsınamaz. Bu güçler ayrılığı, tüm sorunlarına rağmen günümüzün demokrasisinin temellerini oluşturdu ancak bir “4. güç” daha vardı ki, tüm bu güçler ayrılığının doğru bir şekilde işlemesini sağlayacak “şeffaflığı” ve “denetimi” yaratıyordu: Medya. “Medium” yani araç kelimesinin çoğulu olan ve dolayısıyla “araçlar” anlamına gelen medya, yani kitle iletişim araçları, bilginin yayılmasında, bilinmeyenlerin ortaya çıkmasında ve tüm toplumsal kurumların ve aktörlerin denetlenmesinde önemli bir rol oynadı.
Medyanın Batı demokrasilerinde bile, sahiplik mekanizmasından işleyişine kadar eleştirilecek çok yanı olduğuna kimse karşı çıkamaz herhalde. Ancak uygarlığın gelişiminde oynadığı kritik rolü inkâr etmek de sanırım pek akıl kârı olamaz. Köleliğin kaldırılmasından kadınların eşit haklar elde etmesine, toplumsal mücadelelerin duyurulmasından rüşvet ve yolsuzlukların ortaya çıkarılmasına kadar her alanda sayısız örnekle medya, tüm sorunlarına karşın bugünkü dünyanın oluşumunda kritik bir role sahip. Amerika Vietnam’dan çekildiyse, Trump’ın ABD seçimlerini kazanmasında Facebook aracılığıyla gerçekleştirilen kara propagandanın etkisinin olduğu ortaya çıkmışsa; Edward Snowden ve Julian Assange’ın ifşaatları herkes tarafından duyulmuşsa, bunlarda medyanın rolünü atlamak mümkün değil.
Sonuç olarak basın, tüm sorunların kamusal alanda konuşulabilmesinde ve duyulabilmesinde önemli bir role sahip. Tüm sorunlarına rağmen, demokrasinin, seçme ve seçilme özgürlüğünün, yasalar karşısındaki eşitliğin; insan haklarının temelinde işte bu şeffaflık araçlarının gücü yatıyor. Ve eminim hiç kimse, günümüz toplumunun en büyük eleştirmenleri (sözgelimi Marx) bile, bu ilkelerin var olmadığı bir dünyada, yani sanayi devrimi öncesi bir toplumda yaşamak istemez.
Araçlar ve Amaçlar
Tüm gelişmelere karşın uygarlığın sorunları apaçık ortada. Ve modern uygarlık, öncesinden devreden birçok temel sorunu tam olarak çözemediği gibi, bizatihi kendisi de yeni sorunlar yarattı. Bunların başında ise hiç kuşkusuz “Antroposen” geliyor, yani insan çağı. Adı insan çağı olan ama insanlığın birçok temel sorununu yok edemeyen bu sürecin dışsallığı, tüm ekosistemlerin derin yaralanması oldu. Devasa bir boyuta ulaşan biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistem hasarları ile elbette en temelde iklim kriziyle somutlaşan bu uygarlık krizinin nasıl altından kalkılabileceği, günümüzün en temel ve kritik sorusu…
En geniş anlamıyla sürdürülebilir kalkınmayı, geçmişten devraldığı sorunları tam olarak çözemeyen ve çevresel anlamda küresel yeni sorunlar da yaratan modern çağın krizinin en temel eleştirisi olarak görmek mümkün. Yürümeyen, tıkanan, yeni sorunlar doğuran bu uygarlık krizinin çözümünde, daha öncesinde, -feodal dönemden modernizme geçişte olduğu gibi- yine iletişim başrolde olacak gibi. İnsanlığın bu devasa krizinin çözümünde, tüm tarafların müzakeresine ve bu müzakere süreci için ise gerçek bir iletişim ortamına ihtiyaç var. Dolayısıyla gözler tekrar iletişim araçlarına ve medyaya çevriliyor. Ancak bir yandan da tüm dünyada -Türkiye için bu çok daha fazla geçerli ne yazık ki- medya çok ciddi bir kurumsal, ekonomik ve ideolojik bunalım içinde (uygarlığın eski ve yeni sorunlarını çözememesinde medyanın içine düştüğü krizin önemli bir payı olduğunu rahatça söyleyebiliriz).
Küresel kamuoyuna yön veren ana akım medya birçok ülkede güvenirliliğini tamamen yitirdi ya da ciddi sorunlarla karşı karşıya (Türkiye’de ise ana akım tamamen öldü gibi; şu anki yapılar büyük ihtimalle sadece bir zombi olarak yaşamını sürdürüyor). Ancak hem dünyada hem de Türkiye’de bu boşluğu doldurmaya çalışan irili ufaklı birçok medya kuruluşunun doğumuna da tanıklık ediyoruz. İnternet medyaları, savunuculuk grupları, yurttaş gazeteciliği, yerel haber siteleri, çeşitli haber ağları ve koordinasyonları, ana akımın taşıyamadığı bu yeni görevi giderek daha güçlü bir biçimde üstleniyor gibi. Önümüzdeki dönemde, bu odak ve ağların büyüdüğünü ve yeni bir küresel müzakere ve tartışmanın taşıyıcısı konumuna geldiğini görmemiz mümkün. Ve yeni bir uygarlığın kuruluşu, belki de eski uygarlığa ait medya yapılarından sıyrılmakla da gerçekleşecek. “Araçlar” belki “Amaçlara” artık çok daha uygun olacak, kim bilir? Yani Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları için Sürdürülebilir Kalkınma Araçları olarak Medya!