Bu ortamda, karamsar habercilik, gazetecinin kendisinin de karamsar olma halinden dolayı ön plana çıkıyor. Ancak EKOIQ’da sorunun nedenlerine ve çözümlerine odaklanmaya çalışıyoruz.
YAZI: Burcu GENÇ
Kanada’nın Lytton kentinde 47,9 derece sıcaklık ölçüldüğü ve Türkiye’nin de önemli bölümünün şiddetli kuraklıkla boğuştuğunun Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden açıklandığı gün bu yazıyı kaleme aldım. (26.06.2021)
Gençliğimin ilk yıllarından bu yana, iklim krizi ve çevre talanı ile ilgili birçok olaya şahit oldum ama ben de bu süreçte bunun öncelikli bir sorun olmadığını düşünüyordum. Ta ki Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 1,5 derece raporu yayımlanana kadar. Panik içindeydim. 2018 yılının sonlarıydı ve ben tüm varlığımla iklim mücadelesinde yer almam gerektiğini düşünmeye başlamıştım.
Aynı dönemde “İklim için Cumalar”, Greta Thunberg ve okul grevleri de başladı. Dünyada yer yerinden oynuyor, Türkiye kendi gündeminde kaybolmuş gidiyordu. Şimdi hâlâ aynı, her gün farklı bir konunun gündem olduğu ve her bir konunun da bağlarının çok eskiye dayandığını düşünecek olursak Türkiye’de geçmişle hesaplaşmadan ileriye bakılamayacağının bir kez daha şahidi oldum. Ancak vakit kalmadı.
Geçmişte, Türkiye’de 90’lı yılların karanlığının 2020’leri de ele geçireceğini hiç düşünmemiştim, en azından çocukluk tahayyülüm daha özgürlükçü, daha hayal kurulabilir, barış içinde yaşayan bir toplum üzerineydi. Böylece bizden sonra kalanlara bilimi üretmek, hayatın keyfini çıkarmak, para hırsı değil bilgi hırsıyla dolmak ve yaşam boyu öğrenme misyonları kalabilecekti.
İnternete ancak ergenlik döneminde ulaşmış, akıllı olmayan cep telefonlarına üniversitede kavuşmuş, Facebook’a 2006’da üye olmuş ve sürekli yeniye uyum sağlamaya çalışan bir kuşağın üyesi olarak sosyal medyanın gücüne ilk elden şahit olanlardanım. O sebeple, dünyayla bağlantıda olmak bizim kuşak için hep normal olandı. Şimdi yalnızlaşmış bir ülkede ve dostlarının çoğunu Avrupa’ya kaptıran bir geride kalanım. Sürdürülebilirlik gazeteciliği, benim kişisel deneyimimde bu yüzden önemli. Geride kalan olmak, sürdürülebilir olmayan bir hayatın içinde kendine alan açan bir kadın olmak o kadar yorucu, moral bozucu ve zor ki, benden sonra gelecek olanlar aynı deneyimleri yaşasın istemiyorum. Kırılgan bir toplumun üyesi olarak, insan kaynaklı faaliyetlerin sebep olduğu iklim krizine bağlı afetlerin Türkiye’de yaratacağı sonuçlar konusunda endişeli ancak bu ülkenin dayanışma ruhuna güvenerek umutlu olduğumu da söyleyebilirim.
Yurtdışında, Avrupa’da ve ABD’de iklim krizinin önemli bir gündem olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. İklim Yasaları, Yeşil Düzen ve Yeşil Mutabakat gibi toplumsal anlaşmalar parlamentolardan geçerken Türkiye henüz İklim Yasası’nın hazırlık aşamasında.
Çevre Hukuku anlamında, AB ile aynı mevzuata sahip olmamıza rağmen denetimsizlik ve önleyici tedbirler yerine ceza verme hali, doğamızın son kalan en önemli alanlarının da çökmesine neden oluyor.
Bu ortamda, karamsar habercilik, gazetecinin kendisinin de karamsar olma halinden dolayı ön plana çıkıyor. Ancak EKOIQ’da sorunun nedenlerine ve çözümlerine odaklanmaya çalışıyoruz. Farklı perspektiflerden çözüm önerileri almaya çalışıyoruz. Ancak çözümün basit olmadığının, ihtiyaç duyulan siyasi iradenin de ortalıkta gözükmediğinin farkındayız. Türkiye’nin gündeminin iklim krizine bağlı afet senaryolarını haberleştirmek yerine afette neler yapılabileceğine dair haber yapmak, sürdürülebilirliğin sektör, sivil toplum ve kamu alanlarında merkeze alınarak her eylemin, her adımın sürdürülebilirlik bakış açısıyla yapılması amacıyla çalışıyoruz. Bu dosyamızda ise bu konuyu derinlemesine incelemek istedik ve alternatif yolları araştırdık. Keyifle okumanız dileğiyle…