#ekoIQ | Sürdürülebilirlik Hakkında Her Şey

“Kentler Artık Küresel Bir Güç”

Sürdürülebilirlik için Yerel Yönetimler, ICLEI Küresel Savunma Direktörü Yunus Arıkan, küresel sorunlara karşı çok katmanlı yönetişimin bir zorunluluk olduğunu hatırlatırken yurttaşların görüşlerini temsil eden yerel yönetimlerin küresel kararların alınmasında bir paydaş olarak etkin bir şekilde yer alabilmesi gerektiğini belirtiyor. 
RÖPORTAJ: Bulut BAGATIR
Önce Covid-19 pandemisi, ardından Rusya-Ukrayna savaşı. Bu iki küresel olay SKA’ların genelini ve sizin alanınız özelinde 11. Hedef olan Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar’ı nasıl etkiledi?

Çok doğru bir soru. Yaşanan krizlerle birlikte yalnızca SKA 11 değil, genel olarak sürdürülebilir amaçların bir zafiyete uğraması söz konusu. Savaşın başladığı gün Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Altıncı Değerlendirme Raporu’nun ikinci kısmı açıklandı ancak medyada yer dahi bulamadı. Üçüncü kısımdan da kimsenin haberi olmadı. Üstelik verilen bilgiler sürecin daha da kötüye gittiğini gösteriyordu. Bununla birlikte savaşın etkisiyle gördük ki Ukrayna ve Rusya, gıda alanında büyük birer aktörmüş. Aslında genel anlamda pandemi ile sarsılan bir küresel işbirliği süreci var. Salgın sınırların kapanmasına neden oldu ki bu da biraz geçmişe gidiyor. 1992’de Rio Konferansı kaynaklı esen ve 2015-2016’da neredeyse tepe noktasına çıkan rüzgardan neredeyse eser kalmadı. Küresel sorunlara küresel yanıt verme ihtiyacından ziyade her koyun kendi bacağından asılır noktasına gelindi. Bunun da dünyayı 1920’lere, 1940’lara götürdüğünü biliyoruz. Dolayısıyla burada çok ciddi bir sorun var.

Sorunuza gelirsek tam da bu noktada kentlerin rolünü tekrar gündeme getirmek gerekiyor. Yüzyıllar önce yaşanan veba, kıtlık ve savaş gibi krizlerin şu an yaşadıklarımızla arasındaki en büyük fark kentlerin artık küresel bir güç olması. Bu gücü SKA 11’de ve iklim krizinde gösterdiler. Belki de dünyanın artık bu gücü dünya barışının korunmasından tutun da sürdürülebilir amaçlara varmaya kadar yeni baştan düşünmesi gerekiyor. Şunu açık yüreklilikle söyleyelim: Küresel süreçlerin yalnızca ulusal devletler için bir diplomasi süreci olduğu, belediyelerin bir rolü ya da etkisi olamayacağı yönünde çok uzun süredir varlığı bilinen bir yaklaşım var. Bu söylemi geride bırakmak gerekiyor. Savaş, iklim krizi ve pandemi ile birlikte yepyeni bir dünya ve yönetişim mekanizması kuruluyor ve kaçınılmaz olarak tartışılıyor. Savaştan üç hafta önce Rusya ve Çin’in yayınladığı deklarasyonun başlığı “Uluslararası Yeni Dünya Düzeni” idi. Bu savaşın Ukrayna ve Rusya arasında kalmayacağı çok net ortada. Yepyeni bir BM yönetişimi konuşulurken aklıselim davranan ülkelerin ve paydaşların ortaya koyması gereken bir nokta var: Belediyeler olarak masada yer almaktan kastımız bütün anlaşmaları imzalamak değil. Ancak öyle bir dünyaya doğru yol alınmalı ki bir anlamda yurttaşlarının görüşlerini temsil eden yerel yönetimler, küresel kararların alınmasında bir paydaş olarak etkin bir şekilde yer alabilsin.

Son 10 yılda bu alanda güzel gelişmeler olmakla birlikte bunların tümü mevcut BM anlaşması sınırları içerisindeydi. BM Genel Sekreteri “Yeni Ortak Gündemimiz” çabasıyla BM’de bir reform arzuluyor ve süreç içerisinde de yerel yönetimler ve kendi arasında yeni bir danışma kurulu oluşturuyor. Ama yeni koşullarda bunun biraz daha ötesine geçebilmek gerek. Avrupa ölçeğinde anayasal bir danışma kurumu olan Avrupa Bölgeler Komitesi var örneğin. Belki böyle bir anayasal kurumu yeni BM anlaşmasında kurgulamak gerekecek. Şu an itibarıyla uç bir söylem gibi gelebilir ancak geldiğimiz noktada bugüne dek tartışılamayacak şeylerin hayata geçirildiğini görüyoruz. Bu da pozitif anlamda çok sıradışı bir söylem olabilir. Yerel yönetimlere de bir rol düşecek ve bunu şekillendirmemiz gerekecek. Ancak Çin’den Brezilya’ya, ABD’den Afrika’ya baktığınızda bütün ülkelerin bir şekilde bir yönetişim modelinin içerisinde olduğunu biliyoruz. Bunun uluslararası sürece de girmesi gerekiyor. SKA’lar veya savaşlar için bir çözüm olur mu bilmiyoruz ancak denenmeli. Yoksa tren ciddi ciddi kaçacak ve siyasi gündelik çatışmalarla boğulacağız. Yerel yönetimleri küresel süreçlere daha etkin bir şekilde katmak bir tercih değil,  zorunluluk oldu. Herkesin bunu fark etmesi elzem.

Kadıköy Uluslararası Sürdürülebilir Kentler Zirvesi’ne katılan Mannheim Belediye Başkanı’nın da ifade ettiği gibi barışın ve demokrasinin olmadığı bir yerde sürdürülebilirlik de anılamıyor…

Çok eş süreçler… Son yüzyılda yerel yönetimler arasındaki çatışmalar oldukça seyrekleşti. En son hatırladığım, 2018’de Alberta ve British Vancouver arasında petrol boru hattı kavgası vardı. Konu ulusallaştı ve özellikle küresel iklim krizi çabaları kapsamında bir şekilde uzlaşma sağlandı. İki kent de bizim üyemiz ve sürdürülebilirlik konusunda oldukça başarılı. Eğer 21. yüzyıl yönetişiminden bahsediyorsak yüzyıllar önce kent devletleriyle bir farkımız olmalı. Kentlerin içerisinde olan çok katmanlı yönetişim uluslararası bir vizyonun altında ancak anlamlı olabilir. Zaman zaman “Belediye başkanları dünyayı kurtarabilir” gibi söylemler duyduk ancak bunun pratikte çok da geçerli olmadığını biliyoruz. Dönem itibarıyla karşılaştığımız küresel sorunlara karşı çok katmanlı yönetişim bir zorunluluk halini aldı. Nasıl kentleri reddedemezsek kentler de ulusal hükümetler ve uluslararası süreçler olmadan bir etki yaratamaz.

Ukrayna Savaşı’nda Avrupa kentleri ellerinden geleni yapıyorlar ancak bir yere kadar müdahale edebiliyorlar. İklim açısından bakıldığında, örneğin Güney Afrika´nın Durban kenti dünyada Yerel İklim Uyum Eylem Planı’nı ilk çıkartan kent. Ancak geçtiğimiz ayki sellere tek başına cevap veremiyor. Aynı şeyi ABD’de Katrina ve Cindy kasırgalarında da gördük. 1992’deki Rio düşüncesine şimdi sahip çıkmamız gerekiyor. Bir savaşla dünyanın hangi noktaya geldiğini biliyoruz. Bugün eğer kentlerimizi sürdürülebilir kılamazsak dünya barışını ve sürdürülebilirliği koruyamayız. Dünyada barış olmazsa kentler de tek başlarına nerede olurlarsa olsunlar ne barışa ne de sürdürülebilirliğe ulaşabilirler. Bunu daha gür ve hep birlikte söylememiz gerekiyor. Bu noktada 27. Taraflar Konferansı (COP27) ilginç bir fırsat yaratabilir.

O halde COP27 ile devam edelim. Ülkeler Ulusal Katkı Beyanları’nı (NDC) zirveden önce güncelleyecekler. Yine iklim finansmanı tartışmalarının kritik bir gündem maddesi olması bekleniyor. Yerel yönetimlere dair ne bekleyebiliriz?

COP27’ye ciddi bir şekilde hazırlanıyoruz. COP26’dan oldukça başarılı çıktığımıza inanıyoruz. Bizim oradaki sloganımız “Çok katmanlı eylem zamanı” idi. Glasgow İklim Paktı’nda da bu söylem resmen “çok katmanlı ve ortak eylemin aciliyeti” olarak açılış paragraflarına girdi ve Paris Anlaşması´nın 2. döneminde gündeme girecek. Yeni sloganımız ise “Çok katmanlı eylem başarır.” Dolayısıyla Mısır’da buna uygun bir yaklaşımımız olacak. Mısır zor bir ülke. Kendine özgü bir yapılanması var ve bunun farkındayız. Mısır aynı zamanda bir Afrika COP’u ve Afrika’nın gündeminde kentleşmenin pozitif bir öncelik olduğunu biliyoruz.  Afrika dünyanın en hızlı kentleşen en genç nüfusuna da sahip. Başka faktörler de var. COP26’da ne yazık ki öne çıkartamadığımız gıda, kültür ve döngüsel ekonomi gibi konular vardı. Şu an tam da bunları gündeme getirmenin zamanının geldiğine inanıyoruz.

Şöyle bir örnekle hareket ediyoruz: Eğer COP26 bir Netflix dizisinin ilk bölümüyse, COP27, 2.sezonu. COP26 iklim eyleminin sürdürülebilirliğini sağladı. İkinci bir Paris Anlaşması dönemi var. Çünkü artık Kurallar Kitabı’na sahibiz ve bu çok katmanlı olacak. Ancak yepyeni bir çığır açmadı. Bunu COP27’de açabilmeyi tartışıyoruz. Soru işaretlerimiz de var tabii. Mısır, Afrika böyle bir hedefi yeterince kucaklıyor mu? Dönüm noktası sayılabilecek bir COP düzenleme kapasiteleri olacak mı, göreceğiz. Yerel yönetimlerin böyle bir hedefi var. COP26’dan çıkan kararlardan biri bu yıla özel yeni NDC’ler getirilmesiydi. Biz bunun çok katmanlı NDC’ler olmasını istiyoruz ve kolay olmayacağını biliyoruz. İklim acil durumuna geçilmesinin gerekliliğini savunuyoruz. Üçüncü bir önerimiz daha var. COP tarihinde ilk kez İklim ve Kentleşme Bakanlar Toplantısı’nın yapılmasını istiyoruz. Bunu Madrid’den bu yana istiyoruz aslında. Glasgow’u hedeflemiştik ancak olmadı. Şöyle bir güzel haber verebilirim: UN Habitat Yürütme Kurulu’nun yeni bir toplantısında, COP27’de Kentleşme Bakanlarının katılımıyla bir İklim ve Kentleşme Zirvesi yapılması yönünde karar alındı. UN Habitat’ın İcra Direktörü’ne COP27 Başkanlığı ile bu konu hakkında görüşmesi yönünde bir yetki verildi. Son derece ileri bir adım. Mısır Başbakanı da bir kent plancısı. Öyle taşlar şekilleniyor ki biz eğer bunu gerçekleştirebilirsek COP’a damga vurabiliriz. Yoğun bir dönem bizi bekliyor.

Fransa’da Macron seçilirse yenilenebilir enerji projeleri uygulama iznini yerel ölçeğe taşıyıp hızlı karar alınmasını sağlamayı planladığını açıklamıştı. Birçok devlet bugün artık merkezi yönetim politikaları ile yerel yönetim politikaları arasındaki bağı yeniliyor. Bu ilişki kentlerin gelişmesinde fırsatlar yaratabileceği gibi nasıl kurgulandığıyla bağlantılı olarak engeller de yaratabilir gibi duruyor. Siz ne dersiniz?

Kritik süreçlerden geçiyoruz. Macron’un bu seçim vaadinden haberim yok ancak Fransa’nın Avrupa’daki en merkeziyetçi ülkelerden biri olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla Fransa adına oldukça gecikmiş bir adım. Umarım Macron’un iktidarından bağımsız olarak bu hayata geçer. Küreselde şaşırtıcı gelişmeler oluyor. Örneğin G7 tarihinde ilk kez programlarında inanılmaz bir kentleşme ve kentlere dair referans var. Bahsettiğim nokta önemli çünkü G7 uzun süre kentleri tartışmayı reddetti. Günümüz kentleri aslında fosil yakıtlara dayalı kentler. Bugün G7’nin 250- 00 yıllık kentlerinin geçmişine bakarsanız bir araba ve merkezi üretim sarmalına dayandığını görürsünüz. Tarihi kentler dahi dönüştürüldü. Fosil yakıtların olmadığı, arabaların etkisinden kurtulan kentleri yarattığınız anda zaten fosil yakıtlara bağımlılığımızı azaltacağız ve kentlerimizi daha yaşanabilir hale getireceğiz. Mevcut kentleri değiştirmek en zoru.

Afrika veya Asya’da yeni kentler buna çok daha sıcak. Avrupa’da ise bunu yapmak çok daha zor. G7’nin bunu öne çıkarması çok anlamlı. Metinde çok güçlü mesajlar var. G7 zirvesi çerçevesinde bu yıl eylül ayında ilk kez Kentleşme Bakanları toplantısı düzenlenecek. “Urban 7” dediğimiz süreci, içerisinde ICLEI’nin de bulunduğu bir yapı yürütüyor. Bir taraftan da G20’nin geçtiğimiz yıldan gelen bazı olumlu adımları var. Ulus devletler yerelde attıkları adımlarla başarılı olabileceklerinin farkında. Söylemlerde dönüşüm net bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu açıdan zaten bunun yerel yönetimlerin talebi olmadığını biliyoruz. Aklın yolu bir: Yağ var, un var, şeker var ve helva yapabiliriz. Gerçekten bunu hayata geçirmek için belki de yeni bir dalga yaratmak gerekecek.  Önümüzdeki günlerde atılacak yeni adımlar görebiliriz.

Şehirler iklim krizinin hem nedeni hem de mağduru. Son IPCC Raporu da bunu vurguladı ve kentlerde iklim değişikliğini azaltacak yollar olduğunu ortaya koydu. Elbette burada finansman sorunu da ortaya çıkıyor…

IPCC’nin çıktıları bizim beklediğimiz sonuçlardı. 2016 yılında bir karar alındı. 7. Değerlendirme Raporu döngüsünde ilk özel rapor kentleşme üzerine olacak. O kararın uygulanmasına yönelik bir konferans düzenlenmişti. IPCC gündeminde kentler ve iklimsel araştırmalar var. Son üç raporda da giderek artan bir şekilde konu gündeme geliyor. Bunun bir gerekçesi de raporu yazanların arasında kentleşme uzmanlarının daha fazla görev alması. Kent, kamu yönetimi veya kent ekolojisi konusunda çalışanlar, IPCC Raporları’nda daha güçlü veriler ortaya koyabildiler. Bununla birlikte hükümetler arasında da daha güçlü bir bilinç var. Dediğimiz gibi bizi şaşırtmadı ama dünyayı şaşırtıyor ki bu da güzel bir şey: Mevcudun kabul edilmesi ve kayıtlara girmesi demek. İşin finansman boyutuna gelirsek tam da bu nedenle küresel yönetişimden bahsediyoruz. Bugün iklim fonlarında veya uluslararası kalkınma yardımlarında kentleşmeye ayrılan pay ne kadar? Örneğin Almanya’nın iklim fonları %8 diyor. Farklı mekanizmalarda taş çatlasın %15’i geçmiyor. Bunun üçle, dörtle çarpıldığını düşünün. Yeni bir Marshall Planı dediğimiz bir noktaya evrilecek. Önümüzdeki iki-üç yıl içerisinde şayet çok radikal dönüşümleri gerçekleştirebilirsek ve yeni yönetişimi peşi sıra getirebilirsek bunun faydalarını hep birlikte göreceğiz.

Kaynak aktarımı hep tartışılan bir konu. Kriz zamanlarından bahsediyoruz ki krizi fırsata dönüştürebiliriz. Fosil yakıtlardan çıkış söz konusu. Yalnızca teknolojilerden de bahsetmiyoruz çünkü fosil yakıtlara giden sübvansiyonlar var. G7 bunu kaldırmayı taahhüt etti ama ne kadar uyguladığını göreceğiz. Fosil sektör, nükleer sektör ve daha da ötesinde silah sektörü dünyadaki para akışının çok büyük bir kısmını kontrol ediyor. Barışa kavuşabilirsek, sürdürülebilirlik çabalarını hızlandırabilirsek ve bu kaynakların daha büyük bir kısmının kentleşmeye aktarılmasını sağlayabilirsek umudu büyütme şansımız var. Koşullar uygun ancak dünya siyasetini buraya çekebilecek miyiz, göreceğiz. Bir liderlik sorunu var. O açıdan bakıldığında G7 de tek başına çok etkili olmuyor. Rusya’daki yaptırımlar sürecinde de bunu görüyoruz. Gelişmekte olan ülkelerle bir arada olduğumuz anda bunu hayata geçirebiliriz. Dünyanın tekrar kamplara ayrıldığı bir noktada bütün ülkelerde tartışmasız ve rakipsiz bir şekilde pozitif anlamda gündem yaratan tek konunun kentleşme olduğunu ortaya koymalıyız.

Kadıköy Uluslararası Sürdürülebilir Kentler Zirvesi geçtiğimiz mart ayında gerçekleşti ve oldukça yankı uyandırdı. Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı, “Krizlerle gerçekten mücadele edeceksek yerel yönetimlerin önündeki yapısal engelleri aşmak şart” dedi. Bu ciddi bir sorunun varlığını işaret ediyor…

Öncelikle şunu belirteyim. Kadıköy Uluslararası Sürdürülebilir Kentler Zirvesi ile etkileri uzun yıllar sürecek bir zirve gerçekleştirdik. Diğer konuya gelince, bu süreçleri Türkiye’den uzak tutmak mümkün değil. Ancak ne yazık ki Türkiye’nin kendine özgü her zaman ve her alanda olduğu gibi bir gündemi var. Bu özgün olma durumu da pozitif değil. Türkiye siyaseti çok farklı şeyleri tartışıyor. Yerel yönetimler ise istesek de istemesek de ağırlık merkezini oluşturuyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve yerel yönetim seçimleri iç içe geçmiş durumda. Çok çarpıcı olduğunu düşündüğüm bir anekdot paylaşayım: Yaklaşık üç dört yıl önce Arnold Schwarzenegger Avusturya İklim Zirvesi’ni toplamaya başladığında zirveyi çok ilginç bir şekilde açmıştı. Kendinin Cumhuriyetçi olduğunu belirtip yelpazenin sağında yer aldığını; Avusturya’nın Cumhurbaşkanı’nın Yeşiller Partisi’nden, Başbakanın ise Sosyal Demokrat olduğunu ifade etmişti. Burada hep beraber bir araya gelebildiklerini çünkü konunun iklim olduğunu ve beraber mücadele edeceklerini vurgulamıştı. Bir sonraki toplantıda ise başbakan değişmişti ve aşırı sağ başa gelmişti. Hatta gençler de eylem yapmıştı. Ancak yine de toplantıdan başarılı sonuçlar çıkmıştı. Türkiye’de bunu hayal edebiliyor musunuz? Sorunun cevabı ortada. Gönül isterdi ki bunları siyasi çekişmelerden bağımsız tartışalım.

Son olarak Kadıköy Sürdürülebilir Kentler Zirvesi’nin etkilerinin uzun yıllar süreceğini söylediniz. Nasıl bir zirve oldu sizin açınızdan?

Açıkçası mütevazı olmak istemiyorum. 20 yılı aşkın bir süredir hayal ettiğim bir zirveydi. ODTÜ’de çevre mühendisi öğrencisiyken Murat Karayalçın’ın Ankara’da son derece heyecan verici çalışmalarını izlemiştik. Yıllar sonra 2002’de BM Proje Yöneticisi olarak Johannesburg’deki Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’ne katıldığımda ICLEI standını görmüştüm ve Karayalçın liderliğinde Ankara´nın ICLEI´in kurucu üyesi olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmış ve sevinmiştim. O dönemden bu yana tekrar Türkiye’ye getirmeye çalıştığım bir kurumdu ICLEI. 20 yıl sonra bunu başardım. İlk kez Türkiye’de kurumsal olarak ICLEI kendi adına bir çıkış yaptı. ICLEI’in en büyük zaafı Türkiye’de ulusal bir temsilciliğinin bulunmaması. ICLEI’in kurumsal olarak Türkiye’de bulunmaması her iki taraf için de handikap. Türkiye’de en büyük sıkıntılarımızın kurumsallaşma olduğunu biliyoruz. Bu toplantı ve katılım bence şu anlamda önemli: Belediye personeli; dünyada sürdürülebilirlik adına bir belediyeler birliğinin olduğunu, bu birliğin hedeflerinin BM hedeflerini desteklendiğini ve birbirini beslediğini daha yakından gördü.

Bu Zirve, 2019 seçimlerinin üçüncü yılında gerçekleşti. Kadıköy Deklarasyonu aracılığıyla belediyelerimizin önümüzdeki iki yılda sürdürülebilirlik alanındaki çabalarına yön verme fırsatı doğdu. Kadıköy Belediyesi de mükemmel bir organizasyon yaptı. Zirveye dair bir kitapçık basıma girmek üzere. Zirvede konuşulanların raflarda yer alması ve Türkçe olması çok değerli. Kamu kurumlarının süreci sahiplenmesi de önemli. Örneğin, ICLEI üyelikleri sürecinde doğal olarak ulusal bir onay sürecinden geçiyoruz. Bu zamana dek herhangi bir sorun olmadı, olmayacağını da düşünüyorum. Çalışmaları daha etkin yönetmek için önümüzde çok güzel fırsatlar var. Toplantı Türkiye’deki çalışmalara çok anlamlı bir güç verdi. Bir günlük bir etkinlik olmasına karşın bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum.

EkoIQ Editör