13,5 milyon insanı etkileyen Pazarcık merkezli 7.7 ve Elbistan merkezli 7.6 büyüklüğündeki depremlerin ardından bölgedeki atık, kısa ve uzun dönemde yaşanacak ciddi halk sağlığı problemlerine yol açabilir.
YAZI: Erhan ARCA
6 Şubat’ta gerçekleşen iki depremin etkilediği 11 ildeki atık problemi büyüyor. Enkaz kaldırma işlemleri devam ederken, bu çalışmaların çok dikkatli bir şekilde ve uygun koşullarda yapılması büyük önem taşıyor. Uzmanlar enkaz kaldırma işlemleri sırasında birçok noktaya dikkat çekiyor.
Temiz Hava Hakkı Platformu Türk Tabipleri Birliği temsilcisi Prof. Dr. Gamze Varol, başta enkaz ve moloz atıkları olmak üzere tüm atıkların tehlikeli atık olduğunu düşünerek hareket etmemiz gerektiğini belirtirken, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Ahmet Kahraman, neoliberal politikaların doğruları ile halkların ve doğanın çıkarlarının örtüşmediğini belirtti.
Bölgede çok sayıda atık çıktığını belirten Prof. Dr. Varol, “Bu atıkların birbirinden çok farklı olduğunu görüyoruz; evsel atıklar, katı atıklar, tehlikeli atıklar, biyolojik atıklar ve ambalaj atıkları oluyor ve tabii, depremde yıkılan; binalar, işyerleri, atölyeler, işletmeler içerisinde kimyasal/tehlikeli maddeler bulunuyor olabilir. Bu atık çerçevesinin ne kadar geniş olduğunu gösteriyor bize. Dolayısıyla bu depremle ilgili süreçlerde atıkları çok ayrıntılı değerlendirmek lazım” dedi.
Ayrıca, enkazlar içerisinden çıkarılan kimi zararlı maddelerin yakılmasının hem yangın riski çıkarttığını hem de depremzedelerin sağlığını tehdit ettiğini belirten Prof. Dr. Varol, ivedilikle elektrik bağlantısının kurulmasının ve insanların ısınma sorunun bir an önce çözülmesinin önemli olduğunu belirtti ve ekledi:
“Atık bertarafı dediğimiz sanki günümüzde sadece molozların uzaklaştırılması gibi düşünülse de; geçici barınma yerlerinin kurulduğu alandan, oradaki çöplerin uzaklaştırılmasından, kanalizasyon atıklarının uygun şekilde bir şebekeye bağlanmasından ve bertarafını sağlayacak uygun bir kanalizasyon bağlantısının yapılmasına kadar giden bir süreci de kapsıyor.”
ÇMO’nun Deprem Bölgesinde Atık Yönetimi raporuna göre, bölge halkının ve coğrafya ekosisteminin bundan sonraki yaşamına olacak olumsuz etkileri önlemek için atılması gereken en acil adımlardan biri çadır/konteyner kentlerde ortaya çıkan atığın doğru yönetilmesi. Bunun için ise ilk adım atıkların kaynağından ayrı toplanması ve ardından özelliklerine göre bertaraf edilmesi ya da geri kazandırılması. En çok açığa çıkan atık türü ise inşaat ve yıkıntı atıkları.
Tonlarca Yıkıntı ve Asbest Tehlikesi
Prof. Dr. Varol maalesef yerinde ayrıştırma yapılsa dahi, kimi binaların içerisinde normalde kullandığımız; deterjanlar, kimyasallar, çamaşır suları, pillerin, elektronik atıkların olduğunu, bu yüzden günümüzde özellikle ülkemizin yaşadığı bu depremde kaynağında bertaraf uygulanmasının ve evlerin de 2010 öncesinde ya da sonrasında yapılmış olması gibi bir ayrım olmadığı için asbest açısından riskli olma durumunun belirlenmesinin zor olduğuna değindi.
“Sanki bizler, karşımızdaki atıkların başta enkaz ve molozlar olmak üzere hepsi; tehlikeli atıkmış, içerisinde asbest içeriyormuşçasına koruyucu önlemler alarak ve insan sağlığına zarar vermeyecek şekilde bertaraf sağlayarak bunların uzaklaştırılmasını sağlamak zorundayız. Bilim insanları ve uzmanlar bunu yaparken milyonlarca ton molozun açığa çıkacağını söylüyor, hatta Erciyes Dağı büyüklüğünde olduğunu söyleyenler var.”
Eski Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Mustafa Öztürk de yaklaşık 200 milyon ton yıkıntı olabileceğini öne sürdü. Oluşan tonlarca molozu kaldırma işlemlerine de değinen Prof. Dr. Varol ise enkaz molozlarının uzaklaştırılması sürecinde çalışan işçilerin en riskli durumda olanlar olduğunu ve enkaz bölgesindeki kişilerin sağlıklarını korumak ve yaralanmalarını engellemek için uygun özellikli kişisel koruyucu donanım önerdiklerini belirtti: “Özellikle kimyasalların ve asbest liflerinin solunum yoluyla geçtiğinde insan vücuduna zarar verdiğini, havada uzun süre asılı kalabileceğini, solunum yollarından başlayarak akciğerlerde hastalığa yol açabileceği, on yıllarca sonra; havadaki miktarına, solunma süresine göre akciğer kanserine ve akciğer zarı kanserine yol açabileceğini biliyoruz. Bunun için bölgede çalışan işçilere N95 ya da FFP3 maskesi öneriyoruz” diye konuştu.
“Kendi Doğrularını” Uyguluyorlar
ÇMO’nun hazırladığı raporda ise inşaat ve yıkıntı atıklarının kamyonlarla taşınması sırasında kamyon kasaları branda vb. malzeme ile kapatılması ve araç güzergâhında tozumaya neden olacak tüm yolların da sulanması gerektiği belirtiliyor. Ancak Ahmet Kahraman, atık yönetimini bilmemek ya da bunun bertarafının yöntemini bilmemekten öte bir sorun olduğunu, bilmedikleri halde de teknoloji çağında buna ulaşmanın kolay olduğunu, politikacıların ancak bu hassasiyetlere vakıflarsa bu soruların cevaplarını bulmalarının mümkün olduğunu belirtti ve ekledi: “Bilmiyor olmaları mümkün değil, bunlar hep öngörülen şeyler.”
Ahmet Kahraman, öngörülen bu problemler hakkında şunları söyledi: “Bizim başımıza gelenler yanlış politika uygulamaktan geliyor söylemi bu işi hafife aldıran bir söylem. Bunlar aslında siyasi iradenin kendi politikalarını doğru uygulamasıdır, yanlış değildir.
Halkların, ekolojinin, ekosistemin, doğanın, kaynakların çıkarlarıyla siyasetin çıkarlarının her zaman çakışması söz konusu değildir. Buradaki durum da budur. Yani, bu izlenen neoliberal politika ile bahsettiğim değerlerin çıkarları çakışmıyor. Dolayısıyla politika uygulamıyorlar, ‘kendi doğrularını’ uyguluyorlar. Sonuç olarak da sıkıntı şu ki, bizim doğrularımız ile onların doğruları çakışmıyor.”
Bölgedeki Biyolojik ve Kimyasal Risk
Prof. Dr. Varol, bina içlerinde ne olduğunun bilinmediğini ve bunların uzaklaştırılması sürecinde büyük miktardaki atığın nereye atıldığının da oldukça önemli olduğunu hatırlatırken, “Uygun bertaraf alanlarının seçilmesi lazım. Bu bertaraf alanlarının yeryüzü ve yeraltı su kaynaklarının bulunduğu bölgelerden uzak olması oldukça önemli” dedi. Ağır metallerin yağmurlarla süzülerek yeraltı ve yerüstü su kaynaklarına ulaştığında ekosistemi kirletebileceğini söyleyen Prof. Dr. Gamze Varol özellikle afet dönemlerinde bu suların kullanılmasının büyük bir biyolojik risk olduğunu da ekledi.
Biyolojik riskin yanı sıra kimyasal riskler bulunduğuna değinen Prof. Dr. Varol, “Kimyasal anlamda ise uzun süreli bir risk barındırıyor. Çünkü suya bir tehlikeli kimyasal bulaştığında temizleme imkanınız olmuyor, suyu kullanmak oldukça riskli olabiliyor. Kimyasal kirliliğin etkisi kısa zamanda görülmüyor ancak birkaç yıl sonra kümülatif birikim ile sağlık sorunlarına neden olabiliyor. Bu yüzden şimdiden çok ciddi önlemler almamız lazım. Yeraltı suları bu kimyasal ajanlarla kontamine olduğunda bunun neredeyse geri dönüşü olmuyor. Buna uygun yalıtılmış zemin üzerine önceden belirlenmiş daha izole alanlara atılması gerektiğini öngörülüyor” dedi.
TMMOB’un 6 Şubat 2023 Depremleri Tespit ve Değerlendirme Raporu’nda ise “hasar gören veya yıkılan yapılara ait enkaz ve yıkıntıların gerekli önlemler alınmaksızın yakın bölgelerdeki koruma alanlarına, sanayi bölgelerine boşaltıldığı bilinmektedir” ifadesi yer aldı.
Ahmet Kahraman ise normal şartlarda yıkım işlerinin ihaleyle verildiğini aktarırken bu sefer ihaleye çıkılmadığını söyledi: “Duyumumuz odur ki; ihaleden de vazgeçilmiş, orada el altından bu işlemler paylaşılmış, deprem bölgesi Ankara’daki hurdacılar tarafından dolmuştur. Çünkü önemli bir şey var orada, hafriyat atıkları kaba inşaatın %40’ının geri dönüştürülebilme imkanını sağlıyor, büyük bir sayı bu.”
Kahraman, yoksul insanların felakete daha yakın olduğunu söylerken sözlerine şu şekilde tamamladı: “Bizim sorunumuz; denetimsizlik, sermayenin paraya yönelik hırsı, toplum yararına bakmayan siyasi politikadır. Meseleye bu noktadan bakmadığımızda, konuşmadığımızda bizim söylemlerimiz her Ramazan’da ‘şu orucu bozar mı?’ sorularına dönecek, zaten istedikleri de budur.”