Sosyal girişimci ve insan hakları savunucusu Celal Karadoğan, depremle birlikte engelli yurttaşların görmezlikten gelinme durumunun tavan yaptığını söylerken, “Biz devlet için her zaman ‘yok’ hükmündeydik, hiçbir zaman engelli yurttaşlar yangında kurtarılacak ilk insanlar olamadı bu ülkede. Ama bugün geldiğimiz noktada ne yazık ki bu görmezden gelme artık engelli insanlar ve aileleri için deprem bölgesinde bir eziyete, cezaya dönüştü” diyor.
Yazı: Bulut BAGATIR
Depremle beraber afet sonrasındaki planlarda engelli yurttaşlarımızın görmezden gelindiğini açık bir şekilde gördük. Sizin de aktif bir şekilde sahada bulunduğunuz bu süreçte gözlemleriniz neler oldu?
Afet öncesinden başlayarak afet sonrasına gidebilirsek bizi hedefe daha doğru yoldan ulaştırır. Engelli yurttaşlar olarak bu ülkede hiçbir zaman insan onuruna ve haysiyetine yakışır yaşam sürdüremedik. Üstelik bu 20 yıllık bir hikaye de değil. Bu ülke kurulduğu günden bu yana engelli yurttaşların gelişimi konusunda gelişmiş ülkeleri takip edemedi.
Afet noktasına geldiğimizde ise kamu kurumlarının, belediyelerin, hatta engellilerle ilgili çalışan büyük sivil toplum kuruluşlarının bile deprem gibi büyük bir afette “Engelli yurttaşlara ne olacak, ihtiyaçları nasıl karşılanacak?” gibi bir planlama yapmadığını gördük. Biz devlet için her zaman “yok” hükmündeydik, hiç-bir zaman engelli yurttaşlar yangında kurtarılacak ilk insanlar olamadı bu ülkede. Ama bugün geldiğimiz noktada ne yazık ki bu görmezden gelme artık engelli insanlar ve aileleri için deprem bölgesinde bir eziyete, cezaya dönüştü.
Engelli yurttaşlar hasta bezi, temizlik ve hijyen kitleri gibi en temel ihtiyaçlarına ulaşmakta bile büyük güçlük çekiyor. Sondadan tekerlekli sandalyeye kadar hiçbir şey yok. Normalde otobüste yaşlılara ve engellilere yer vermek çok kolay oluyor da afet anında çadır temin edilirken öncelik sıralamasına girmiyorsunuz. “Engelli varmış bu ailede, biz bu aileye çadır temin edelim” gibi bir önceliğimiz yok, her şey kağıt üzerinde. Kağıt üzerinde engellilerin Türkiye’de birçok hakkı var. Depremzede engellilerin de örneğin bir çadır alma hakkı veya konteyner kente geçmekte öncelikleri var ama bu öncelikler ne yazık ki çok doğru çalışmıyor, çalıştığında da başka bir eziyete dönüşüyor.
Mesela şu an çadır veya konteyner talebiyle bize gelen engelli yurttaşlar için AFAD veya büyük kitlelerin yardım yaptığı kuruluşlarla, sivil toplum örgütleri ile iletişime geçiyoruz. “Şurada bir engelli var, çadıra veya konteynere ihtiyacı var” dediğimizde bize tek söyledikleri şey: “Çadır kente veya konteyner kente geçsinler”. Bahsi geçen çadır kentlerin yağmurlarda su basmasıyla ne kadar planlı yapıldığını gördük. Birçok insan ikinci bir eziyeti yaşamak zorunda kaldı. Engelli biri çadıra ihtiyacı olduğunda “Çadır kente geçsin” deniliyor ancak çadır kentte engelli tuvaleti var mı, engelli banyosu var mı, erişilebilirlik ve güvenlik ne durumda? Bunların hiçbiri düşünülmüyor. Bir kişinin “Engellileri çadır kente yerleştirelim” şeklindeki kararı uygulanıyor. Türkiye’deki klasik ve son yıllarda oturmuş olan bu anlayış burada da geçerli. Engelli insanlarla ilgili son 35-40 günde yaşadığım şeyleri sahada çalışmama rağmen, mülteci engellilerle çalışmama rağmen hayatım boyunca hiç görmedim. Böyle bir yokluk, yoksulluk, yalnızlık ve çaresizlik halini hayatım boyunca hiç yaşamadım.
Engelli yurttaşlarımız afetlerin sonuçlarına karşı en savunmasız gruplar arasında yer alıyor. Aynı zamanda toplumlarda en çok ötekileştirilen gruplar arasındalar. Buradan yaşanan sorunların sistematik olduğu sonucu çıkıyor aslında…
Tabii ki, yaşanan sorunlar sistematik. Bunlar kendiliğinden, aniden oluşan durumlar değil. Roman yurttaşlarımız için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Örneğin sahada karşılaştığımız, sohbet ettiğimiz veya sosyal medyada okuduğumuz kadarıyla Roman yurttaşlar yemek için sıraya girdiklerinde “Burayı Çingeneler bastı” diye haber yapıyorlar. Bu sistematik ayrımcılık, ötekileştirme ve görmezden gelme halihazırda var-dı, şimdi geldiğimiz noktada ayyuka çıktı. Devletin engelli yurttaşları ciddiye almaması, önemsememesi, insan yerine koymaması artık hiçbir şekilde saklanamaz hale geldi. Örneğin depremin ilk günlerinde Samandağ’da down sendromlu bir kızımız vardı. Çadır yoktu, malzeme yoktu. Ona çadır ulaştırmak için çabalarken annesi, “Bu çocuk 10 yaşında, nereye gidersek gidelim hor görüldük, aşağılandık bugüne kadar. Şimdi deprem oldu, sokakta kaldık. Eskiden ikinci sınıf insan muamelesi görüyorduk, şimdi insan yerine de koymuyorlar bizi” dedi. Hal böyle olunca anlıyorsunuz ki bu konu tesadüfen gelişen bir şey değil.
Depremde göçük altında sandalyesi kalmış, engelli erkek bir yurttaş 3-4 gün boyunca bir parkta idrarını pet şişeye yapmak zorunda kalmış. “Keşke ailem beni çıkartmasaydı” diyor. Bunlar ne konuşulacak şeyler, ne empati yapılacak şeyler, ne tahayyül edilebilecek şeyler. Bu resmen insan onurunu kıran bir eziyet. Çok ajitatif örnekler de vermeyi istemiyorum ama her biri birbirinden acı. Sivil toplum da tam bir sivil toplum değil bu ülkede. Vaka diyorlar, onlar insanlar ne vakası! Ailelerimiz, çocuklarımız onlar. Belki ben de engelli bir yurttaş olduğum için daha başka bir yerden yaklaşıyorum konuya. Ben vaka olarak göremiyorum. Onların her biri bir hikaye, bir umut, bir insan. 5 Şubat akşamı herkesin başka bir hayatı vardı, vaka falan değildi o insanlar.
Sivil toplumun bu süreçteki yaklaşımına dair sizin söylediklerinizi açalım biraz daha. Tüm bu süreçte sivil toplumun çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başkanlık Sistemi denen bir sistemle birlikte Türkiye’de kamusal alan her geçen gün daraldı. Dolayısıyla sivil toplumun hareket alanı da kısıtlandı. Ancak bu noktada engelli sivil toplumunun deprem ve afet anlarındaki rolüyle ilgili bir parantez açmamız gerekiyor. Şu anda engelli sivil toplumu depremden etkilenen engellilerle ilgili raporlar/projeler yazmaya hazırlanıyor. Yıllardır bu insanlar rapor hazırlıyorlar. Sorunları tespit etmekse Afrika’da her yıl on milyon çocuk açlıktan ölüyor. Mesele çözüm, mesele ortada olmak. Engelli sivil toplumuna son derece kızgın ve öfkeliyim, hatta iktidardan daha fazla öfkeliyim. İktidarın sazını çalmak için illa yanında durmak gerekmiyor. Türkiye’de halihazırda insanlar bana göre üçe ayrılıyor: Bu ülkenin insan hakları ve demokrasiye, insan onuruna yaraşır bir ülke olmasını isteyenler, istemeyenler, bir de o aradaki grup. O aradaki grup öyle tehlikeli bir grup ki bu ülkenin en büyük urudur. Muhalif gibi görünüp iş ciddiye bindiğinde raporlarda kalan sözleri, evinden çıkmayan ucubeler yüzünden bugün engelli insanlar “Biz” olamıyor, kurtlanıyor, çürüyorlar. Bu insanlara deyin ki “Fransa’da proje var”, hepsi uçağa biner gider. O zaman hiçbiri engelli değil ama biri dahi deprem bölgesine gelmedi: “Ama biz nasıl gelelim, deprem bölgesinde engellinin ne işi var?” On binlerce yurttaş açıkta. Vakıfların paralarını alıp gidiyorsunuz, eğitimler veriyorsunuz. O zaman engelli değilsiniz, engelli sivil toplumcu değilsiniz. Hatta gidip orada kendinizi övüyorsunuz “Engelsiziz biz” diye. Burada sonda bulamıyoruz biz. Olumlu şeyler söyleyemeyeceğim, bu süreçte de ne yazık ki yalnız kaldık. Sahada çok fazla engelli sivil toplum örgütü yoktu.
Sizin de vurguladığınız bu sistematik problemi nasıl çözebiliriz?
Biz bununla ilgili bir girişim başlatıyoruz ve Deprem Engelli Yurttaşlar Dayanışma Ağı’nı kuruyoruz. Bu ağın iki çalışma biçimi, amacı var. Birincisi acil ihtiyaçları gidermek. İkincisi ise acil ihtiyaçlarını giderdiğimiz engelli insanların ihtiyaçlarını CİMER gibi yasal süreçler başlatarak devleti, kamuyu harekete geçirmeye çalışmak. Bu çok uzun bir süreç bizim için.
Çünkü bu depremin etkileri birkaç yılda bitecek gibi değil. Tekrardan bölgedeki insanların eski yaşam standartlarına yani o ayrımcılığa uğradığı, hiçbir haktan faydalanamadığı yaşam standartlarına bile dönmesi için yıllar var. Biz, Deprem Engelli Yurttaşlar Dayanışma Ağı aracılığıyla hem kamu politikalarını etkilemeyi hem sivil toplum örgütlerinin yapamadığı işleri de yapmaya çalışmayı hedefledik. Ağımızın en büyük özelliği kurum, dernek, siyasi parti, her şeyden azade yalnızca gönüllülerin bireysel katılımıyla kurduğumuz bir yer olması. Mücadele edeceğiz, başka çaresi yok. Bölgedeki engelli yurttaşları ve aileleri örgütleyeceğiz. Haklarını aramaları için onlara alan açacağız, teşvik edeceğiz, destek olacağız, süreci takip edeceğiz. Çetrefilli bir yol bizi bekliyor.