Geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana Açık Radyo’da “Yeni nesil kooperatifler” üzerine “Birlikte Üretiyoruz” başlıklı bir program hazırlayan Gökçe Türkmen ve Alper Can Kılıç, kooperatiflerin sihirli bir değnek olmadığını ama çalışma ekonomisine yeni ve dayanışmacı bir alternatif sunmak açısından çok manalı olduğunu söylüyor.
Yazı: Dr. Barış DOĞRU
“Birlikte Üretiyoruz” başlığıyla kooperatifler üzerine bir program hazırlıyorsunuz Açık Radyo’da. Neden böyle bir program hazırlamaya karar verdiniz?
Gökçe&Alper: Aslında “Birlikte Üretiyoruz” derken gerçekten birlikte üretmeye de o kadar alıştık ki, bu tip röportajlar geldiğinde genellikle yanıtlarımızı da kolektif olarak hazırlayıp sunuyoruz uzun zamandır. Burada da bazı sorularımızı birlikte, bazılarını ayrı ayrı yanıtlamak daha uygun olacak gibi görünüyor. İlk soruya ortak yanıtımızla başlayalım.
İkimizin de çalışan ortak olarak içinde olduğumuz bir kooperatif deneyimimiz var. 2018 Aralık ayından bu yana topluluk olarak şekillenen, son iki yıldır kurulup resmi olarak faaliyet gösteren Albatros Bilişim Kooperatifi. Birebir örgütlenme deneyiminin canlı tanık ve öğeleri olarak yaşadığımız yapının eşzamanlı bir örneği de bu program. Programı hazırlamaya başladığımızda ilk bölüm olarak biriktirdiklerimizi konuşmak/ anlatmak istedik. Biraz araştırma da yaptık; bilmediklerimizi öğrendik ve kooperatifçiliği tarihsel temelinden başlayan bir serüven olarak aktarmaya, 13. Yüzyılda bir çeşit esnaf ve sanatkarlar odası gibi çalışan bir yapı olarak var olmuş bu deneyimi adım adım günümüze getirmeye çalıştık. Çok önemli bir değerler sistemi üzerine kurulmuş ve toplumsal hafızamızda yerini almış bu yapılanmanın, yakın tarihimizden çocukluğumuza gelen dönemlerde ortaya koyulan kötü senaryolara malzeme edilmesinin ardından, yeniden değerleri ve ilkeleri ile öne çıkartılmaya başlandığı bir dönemin içindeyiz. Özellikle Gezi döneminden sonra da, ihtiyaçlarımızı destekleyecek bir yapı olduğu tekrar hatırlanıyor kooperatifçiliğin. Bizim nesil tarafından ve yeniden sağlam ayaklar üzerine kurulan kooperatifçilik yapılarının, eylemselliğin bu alanlara kaydığı dayanışma ortamlarının ortaya çıktığını hep birlikte gözlemledik. Bu çabaları/denemeleri görünür kılmak; birbirimizin deneyimlerinden beslenmek, tanışmak ve ortak bir ağın parçası olmak üzere hayal etmeye başladık. Açık Radyo da bizim için böyle bir programın yapılacağı ilk yerdi tabii ki; aynı zamanda arşivde bu başlığa sahip olan bir program olmadığını da öğrenince, kainatın tüm renkleri içinde biz de böyle bir skalada var olalım istedik. Başvuruyu yaptığımız dönem Açık Dergi üzerinde programımıza yer verdiler ve biz de kendimizi programlara hazırlanırken buluverdik. Radyoda program yapmak ikimiz için yeni bir deneyim alanı olsa da, Açık Radyo emektarlarının da sıcak desteğiyle hızlıca adapte olduk diyebiliriz.
Kooperatiflerle ilgilenmenizin temel nedeni ne? Kooperatiflerden ne murat ediyorsunuz?
Gökçe: Bugün kapitalizmin bizi soktuğu cendereden çıkışın bir anahtarı gibi görüyorum. Üniversite yıllarında eylemlerde “üreten biziz, yöneten de biz olacağız” diye slogan atardık; hâlâ da canlıdır bu söylem çünkü üretenin şeffaflıkla neyin/nasıl olduğunu görmesi (yönetim mekanizmalarının parçası olması), kazancın ortak paylaşımı eşitlik ve adalet getirir. Üretirken huzur getirir, ferahlık getirir. Zorluklar olacaksa da hep birlikte mücadele edilir, göğüs gerilir gibi. Kooperatifçilik doğru bir şekilde uygulanırsa “çalışan-ortak” kavramı bu rolü yaşamaya imkan sağlar. Elbette ki sihirli değnek değildir, bunu hep söylüyoruz. Ama çalışma ekonomisine yeni ve dayanışmacı bir alternatif sunmak açısından çok manalıdır. Ayrıca farklı iş alanlarında kooperatifçiliğin yayılmasının, aynı değerler sistemi içerisinde düşünen insanlar arasında bir dayanışma ekonomisi ağı kurmasına yönelik hayalini de taşıyoruz. Birlikler kurulmasını, hizmete ihtiyaç duyulması durumunda kooperatiflerden hizmet alınarak, bize bakım vermeyen devletin ve sistemin karşısında kendi iletişim, hizmet ve dayanışma ağımızı kurmayı umut ediyoruz.
Alper: Artık siyasetin sermayeyi değil, sermayenin siyaseti yönettiği bir dünya düzeninin içerisinde yaşıyoruz. Özellikle son 75 yıldır şirketler devlet karşısında giderek güçlendi. Bu da şu anlama geliyor ki, bu yapıların yasal düzenlemelerden toplumsal olaylara, toplum mühendisliğinden kitle kontrolüne ve savaşlara, yaşamın her alanında elini insanlığın üzerinde tutan; Adam Smith’ın deyimiyle “Görünmez El”in artık bir serbest piyasadan ibaret olmadığı ve ne yazık ki tamamen birilerinin kontrolü altına girerek oldukça görünür olduğu bir yapıya dönüştüğü, iktidar ilişkilerinin de bu ellerde, bu avuçlarda yoğurulduğu bir çağdayız. Bir nesil, birebir içinde oldukları bu süreçte kendi özgürlük mücadelesini verdi. Ne kadar başarılı oldu ya da ne kadar başarılı olmasına fırsat verildi, ne hatalar yaptı, ne kadar engellendi, elinden ne geldi? Bunları objektif olarak yorumlayabilmek için yeterli bir veri olduğunu zannetmiyorum. Peki, bugüne baktığımızda biz ne yapacağız? Herkes kendi mücadelesini vermek zorunda, hem kendi hem de kendinden sonrakiler için. Yeni çağın işçileri olarak adaletsizliklerin çözümlendiği daha iyi bir yaşamı, sorunu yaratanlardan mı bekleyeceğiz/talep edeceğiz? Yoksa bir araya gelip, güçlerimizi birleştirip, kendi yarattığımız oluşumlarla, kendi hamlelerimizle onu elde etmeye mi çalışacağız? Bu noktada kooperatifçilik bunu kademeli bir geçişle işaret etse de, bir deniz feneri gibi ışıldıyor. Fransızca kökenli “coopératif” kelimesi, “birlikte çalışan işçilerin kurduğu dayanışma şirketi” olarak tanımlanıyor.
Günümüzde devlet nezdinde kooperatiflere sermaye şirketlerine verildiği kadar vergi avantajı ya da imtiyaz verilmiyor olsa da, insanların bir araya gelerek yarattıkları bu yapı normalde sahip olamayacakları imkanları imeceyle adım adım edinmenin bir yolunu gösteriyor. Aslında benim yolculuğum doğadan yola çıkarak ve onu örnek alarak birlikte yaşamak, kolektif çalışmak ve üretmekle başladı. Bu yolda kooperatif kavramının sistemin içinde de yer alabilen ideal bir yapı olduğunu gördükçe oluşumumuzu da kooperatifleşme kılavuzunda inşa ettik. Muradım, yaşamın her alanını kuşatan kooperatiflerin çoğalması, kendi iç ekonomilerini yaratarak birbirlerinden beslenen bir döngüsel ekonomik yapıya erişmesi ve aldığımız ürünlerde de, hizmetlerde de üretimine destek olduğumuz bir sistemin içinde ihtiyaçlarımızı karşılayabildiğimiz bir dünyaya yavaş da olsa kararlı bir biçimde yaklaşmak, yaklaşabilmeye küçük bir destekle de olsa vesile olmak ve bu alanda elimden geldiğince emek vermek diyebilirim.
“Yeni nesil bir kooperatif programı” gibi bir üst başlığı var programınızın. Yeni nesil kooperatifleri nasıl tanımlıyorsunuz?
Gökçe&Alper: Yeni nesil kooperatiflerin, deneyimlerle gelişen ve genişleyen bir tanımı var ülkemizde. Mevzuatta henüz tanımlanmış bir kavram değil, neleri kapsar; bunlar konuşulabilir, anlatılabilir. Aslında kooperatifçiliğin sahip olduğu değerler sistemini, bugünün ihtiyaçları üzerinden yeniden tanımlamaya çalışıyoruz yeni nesil kooperatif kavramıyla. Yeni nesil kooperatifler, ortaklarının ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan yapılar gibi tamamlıyor içinde bulunduğumuz eksikliği. Ortaklarının yararını önemsiyor ama diğer yandan da bir değer üretmeyi hedefliyor. Yerel kalkınmayı destekliyor, yerel birliktelikleri, ulusal/ uluslararası dayanışmayı büyütmeyi hedef koyuyor. Şeffaflık ve yatay yönetim anlayışıyla, eşitlik, söz hakkı, ürettiğinin değerine doğrudan ulaşım gibi birçok alt başlığı doldurmak ve sürdürmek hedefinde yapılar.
Program kapsamında onlarca kooperatif gönüllüsü, çalışanı, yöneticisiyle görüştünüz. En çok dikkatinizi çeken neler oldu bu görüşmelerde? En büyük sorunlar ne? Nerelerde sıkıntı yaşanıyor?
Gökçe: Herkes yanlış bilinen kooperatif anlayışını düzeltmek çabasında her şeyden önce; kooperatifçilikle ilgili yanlış bilinenler, geçmişte üzerine oynanan karalama çalışmaları algıyı bozmuş durumda. Yeni nesle, önce yeni nesil kooperatifçiliği anlatmak lazım. 🙂 Bir de devletin destek olmaması gibi durumlar var. İşler kolaylaşmıyor, zorlaşıyor kimi kağıt işlerinde. Bunun da taktiksel bir hareket olduğunu düşünüyor insan doğal olarak.
Alper: Kesinlikle bürokratik süreçler ve herhangi bir sübvansiyonun ya da vergi indiriminin olmaması çok zorlayıcı. Görüştüğümüz kooperatiflerin çoğunun bu iç işleyiş süreçlerinde zorlandığını gözlemleyebiliyoruz. Ayrı bir mesai gerektiriyor. Onun haricinde üretim şekilleri, adil gelir paylaşım modelleri, ortak görev paylaşımı gibi konularda aslında her oluşum kendi çeşitliliği ve alanı çerçevesinde özgün çözümler üret-me çabasında ve aslında bunu yapmak zorunda. Bu noktada benzer oluşumlarla deneyim paylaşımı çok önemli. Alan açmaya çabalayan kıymetli oluşumlar olsa da, henüz yine de bu deneyim paylaşımına ortam yaratacak zeminin oluştuğunu ve herkese ulaştığını söyleyemeyiz. Bu çalışmaları güçlendirmek de “Birlikte Üretiyoruz”la yaptığımız şeyin bir diğer/yan amacı. Dolayısıyla aslında kooperatifçiliğin Türkiye’de uygulaması yapılırken, özellikle “yeni nesil” diye tabir ettiğimiz kooperatiflerde çok bariz bir “iş geliştirme” ve “eğitim” sürecine ihtiyaç olduğunu söyleyebiliyoruz.
Diğer bir konu da aslında iç yapılanmada iletişim konusu. Kooperatiflerin kendi iç mekanizmalarını kurgulayabilmesi, sorun ve çatışmaları çözümleyerek yoluna devam edebilmesi, biraradalıklarını koruyabilmesi için iletişimin önemini karşılaşmalarımızda da gözlemliyoruz. Söz konusu üretim olunca bazen iletişim ikinci plana atılabiliyor. Programda ara ara bunun vurgusunu da yapmaya çalışıyoruz. Bazen ortaya bir ürün çıkıyor olsa da, kooperatif üyeleri arasındaki senkronizasyon ve uygun iletişim, yaşam standardından oluşumun yapısına ve gelişim sürecine kadar pek çok şeyi kritik oranda etkiliyor. Aynı şekilde yeni bir ekonomik modeli kurgulayabilmek için dış iletişim de çok önemli. Tabiri yerindeyse “görünen görünmez el”in, hâlâ yer yer hayalet formunda gezen ve bizleri yaralayan, muhtaç bırakan o sistemin karşısında ayakta kalabilmek için, kooperatifler arasında dayanışma ortamlarının ve ortak ihtiyaçların kendi içinde karşılanabildiği bir ekonomik modelin yaratılabilmesi, yaşamı besleyen her alandan kooperatifin birbiriyle iletişim halinde olduğu ve birbirini desteklediği bir ortam ile içeriden dışarıya uzanan sağlıklı iletişim yapılarının kurgulanması ihtiyacı var.
Türkiye’de yeni nesil kooperatiflerin genel durumu hakkında neler söylersiniz?
Gökçe: Çok iyi bir ivmelenmeyle yol alıyor; yeni iş kollarında denemeler var, umut verici olduğunu düşünüyoruz.
Alper: Umut verici. Zamanın ve atmosferin getirdiği tüm umutsuzluklara rağmen bir direniş alanı, yeniye hizmet eden ve kapı açan bir kanal. “Yeni” her zaman eskiyecek, belki de bu tabir bir süre sonra bayatlayacak. O yüzden isimden çok eylemleriyle, yönetim şekliyle, ilkelerini ve kararlılığını kaybetmeden yeniye doğru hareket eden, umudu hep taze tutan ve ihtiyacı olanlarla paylaşan oluşumlar bunlar; daim olsun… Her programda yaşamın farklı alanlarına dokunan kooperatifleri konuk almaya çaba gösteriyoruz. Türkiye’de son 10 yıldır özellikle Gezi sonrası dönemde gözlemlemeye başladığımız bu süreç umarım daha çok uzun yıllar içindeki ateşi korur, dayanışmayla yaşatır, yenilerini doğurur ve böylelikle hep birlikte üretmeye ve “yaşamaya devam” ederiz.