Kathryn (Katie) Tobin, 2011 yılından bu yana sürdürülebilir kalkınma, cinsiyet adaleti ve insan hakları alanlarında aktif olarak çalışan bir uzman. WEDO (Kadınların Çevresel ve Kalkınma Örgütü) bünyesinde Cinsiyet-Çevre Veri İttifakı’nı koordine ediyor ve ekonomi, iklim ve cinsiyet adaleti kesişimindeki çalışmalara liderlik yapıyor. WEDO’nun Programlardan Sorumlu Kıdemli Müdürü Katie Tobin ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Sibel BÜLAY, [email protected]
Söyleşimize Üst Düzey Siyasi Forum’daki en cesur konuşmayı sizin yaptığınızı söyleyerek başlamak istiyorum. Sadece sorunları ortaya koyarken değil, tavsiyelerinizde de çok açık sözlüydünüz. Bu yüzden size teşekkür etmek istiyorum. Bravo! Bize organizasyonunuz WEDO’dan bahseder misiniz?
WEDO, iklim adaleti ile toplumsal cinsiyet adaleti arasındaki kesişimi ele alan küresel bir savunuculuk örgütü. 30 yıldır New York merkezli olarak faaliyet gösterse de esas olarak Birleşmiş Milletler (BM) ve uluslararası iklim müzakereleri gibi küresel platformlarda çalışıyor.
Kadınların genel olarak hayatı deneyimleme biçiminin cinsiyete dayalı olduğunu biliyoruz. Kadınlar dünya genelinde erkeklere kıyasla daha yüksek oranda yoksulluk içinde yaşıyor; kaynaklara erişimde daha fazla engelle karşılaşıyor; ev içi güç dinamikleri de dahil olmak üzere pek çok seviyede yapısal eşitsizliklerle karşı karşıya kalıyorlar. Ailelerini besleme, yakıt bulma ve gıda sağlama gibi sorumlulukları kadınlar üstleniyorlar. Bununla birlikte iklim felaketleri, kuraklık ve sel gibi felaketler sonucu bu sorumlulukları yerine getirmek zorlaşıyor. Kadınların hayatı da zorlaşıyor.
Erkeklerle kıyaslandığında, kadınların iklim değişikliğinden farklı ve genellikle daha olumsuz etkilendikleri biliniyor. İklim krizi eşitsizlikleri daha da derinleştiriyor. Ancak kadınları sadece mağdur olarak görmüyoruz. “Kadınların değişim ve çözüm aracıları olmalarını nasıl sağlayabiliriz? İklimin cinsiyete dayalı yönleri nelerdir? Ve gelecek nerede yatıyor?” Bu konuları irdeliyoruz.
Kadınların iklim krizi konusunda giderek daha bilinçli hale geldiklerini düşünüyor musunuz?
Avustralya’da kadınların iklim değişikliğini ciddiye alma olasılığının yüksek olduğunu gösteren ilginç bir araştırma olduğunu öğrendim. Bu araştırmayı küresel ölçekte tekrarlayarak farklı kültürlerde, ekonomik koşullarda ve yönetim sistemlerinde bu eğilimin ne kadar güçlü olduğunu görmek istiyoruz.
Kadınların iklim değişikliğini daha ciddiye alma eğiliminde olduklarını biliyoruz. Kadın liderlerin çevresel politikalar konusunda daha duyarlı oldukları yönünde de çeşitli araştırmalar var. Geleneksel olarak kadınlar, aile içinde ve toplumda bakım rolleriyle özdeşleştirildiği için çevreyi koruma sorumluluğunu da daha fazla üstleniyor olabilirler.
Kadınlar iklim savunuculuğunda daha güçlü ve görünür hale geliyorlar. Zaten amacımız da bu yönde. WEDO olarak çeşitli kadın kuruluşlarıyla işbirliği yapıyoruz ve hem küresel hem de bölgesel düzeyde iklim savunuculuğunda gerçekten büyük bir ilerleme gördük. Son iki-üç yıldır çalışmalarımız bu yönde.
İklim krizi, Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA) ve cinsiyet arasındaki bağlantılardan bahsettiniz. Bunu açar mısınız?
WEDO olarak biz iklim krizini, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve yoksulluğu birbirinden bağımsız sorunlar olarak görmüyoruz. Aksine, hepsi aynı ekonomik ve yapısal sistemlerin bir sonucu. Küresel Güney’deki feminist analizlerin vurguladığı gibi, sömürüye dayalı kapitalist sistem hem doğal kaynakları hem de insan emeğini tüketerek bu krizleri daha da derinleştiriyor.
Özellikle aşırı ekonomik büyüme odaklı politikalar, çevresel tahribatı hızlandırırken aynı zamanda kadınların ve marjinalleştirilmiş toplulukların daha fazla sömürülmesine yol açıyor. Kadınların çoğunlukla kayıt dışı, düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışıyor olmalarının küresel sömürge sistemimiz ve gidişatımıza kök salmış bu tür bir büyüme zorunluluğunun hizmetinde olduğunu biliyoruz.
SKA’ların birbiriyle bağlantılı olduğunu görüyoruz fakat gerçek bir dönüşüm sağlamak için yalnızca hedef koymak yetmez; ekonomik sistemleri ve yönetişim modellerini kökten değiştirmek gerekiyor.
Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi’nin başlangıcından bu yana geçen dokuz yılda kaynakların ve gücün küresel dağılımında ne çok şeyin az değiştiğini vurguladınız. Zengin ülkeler ile onların refahını sağlayan küresel çoğunluk arasında gerçek bir hesaplaşma çağrısında bulundunuz. Bu hesaplaşmadan tam olarak beklentiniz nedir?
Görmek istediğimiz dünya ile yaşadığımız dünya arasındaki fark: Bu üzerinde sık sık düşündüğüm bir konu. Vergi konusunda gerçekten heyecan verici yeni bir girişim var. BM Vergilendirme Çerçeve Sözleşmesi, çok uluslu şirketlerin adil bir şekilde vergilendirilmesi açısından büyük bir fırsat olabilir. Merkezi Küresel Kuzey’de bulunan bu şirketler, Küresel Güney’deki kaynakları sömürerek büyük kazançlar elde ederken bu ülkeler doğal kaynaklarından hak ettikleri ekonomik getiriyi sağlayamıyor. Bunun değişmesi, gelir eşitsizliği ve çevresel adaletsizlikle mücadelede önemli bir adım olabilir.
Küresel ekonomik sistemin adaletsiz yapısı, hem iklim krizini hem de toplumsal eşitsizlikleri derinleştiriyor. Vergi adaleti ve küresel borç rejimi gibi yapısal sorunları ele almadan, sürdürülebilir dönüşüm mümkün değil. 25 yılda giderek büyüyen borç krizine yönelik uluslararası toplumun şu ana kadar sunduğu çözümler işe yaramıyor. Borç krizi büyüyor ve borçlanmanın maliyeti artıyor.
G77 (gelişmekte olan 77 ülke ) borç krizine çözüm olarak uzun süredir egemen borç yapılandırma mekanizması talep ediyor. Bunlar görmek istediğimiz türden ekonomik reformlardan bazıları. Ayrıca ekonomik karar alma sürecinin daha demokratik hale getirilmesini görmek istiyoruz. Bunun için tek gerçek, çok taraflı ve her ülkenin eşit olduğu (Genel Kurul’da her ülkenin bir oy hakkı var) BM çatısı altında gerçekleşebileceğini düşünüyoruz.
Borç krizi 2030 Gündemi’nin gerçekleşmesinin önünde en büyük engellerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Gelişmekte olan ülkeler, borçlarını ödemek için SKA’ları gerçekleştirmek üzere tasarlanan programlardan kesinti yapmak veya tümüyle vazgeçmek zorunda kalıyor.
Özel şirketlerin ve tahvil sahiplerinin aşırı gücü, gelişmekte olan ülkelerin borç krizinden çıkmasını neredeyse imkansız hale getiriyor. BlackRock gibi dev yatırım şirketleri, Zambia, Gana ve diğer birçok Küresel Güney ülkesinin borcunu elinde tutarak, ekonomik politikalarını şekillendirme gücüne sahip. Ancak bu aktörleri düzenleyebilecek bağımsız, uluslararası bir mekanizma henüz yok. Şu anda borç yapılandırma süreçleri büyük ölçüde borç verenlerin insafına kalmış durumda.
Bu yüzden, çok taraflı (multilateral) bir mekanizma oluşturmak hayati önem taşıyor. BM çatısı altında bir borç düzenleme mekanizması, ülkelerin bu özel finans devleri karşısında daha güçlü bir müzakere pozisyonuna sahip olmasını sağlayabilir. Ancak dediğiniz gibi, şu anda BM’nin böyle bir gücü yok ve bunu sağlamak büyük bir siyasi mücadeleyi gerektiriyor.
BM HABİTAT toplantısında ve COP29’da finans, 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi ve iklim değişikliği konularında ilerleme kaydetmemizin önündeki en büyük engel olarak belirlendi. Her yerde mesaj aynı: “Sorunu biliyoruz. Çözümlerimiz var. Teknolojiye sahibiz. Finansmana erişemiyoruz.” Bu arada BM Kalkınma Programı Direktörü Achim Steiner dünyada 450 trilyon dolarlık bir yatırım havuzu olduğunu anlattı. Ama biz 100 milyar dolarlık bir taahhüdün yerine getirilmemiş olduğunu, bunun yarattığı sıkıntıları konuşuyoruz. Durumu nasıl açıklayacağız?
Steiner’in konuşmasını ben de çok beğendim. Covid-19 pandemisi, Küresel Kuzey’deki hükümetlerin aslında istediklerinde büyük miktarda fonu hızlıca harekete geçirebileceğini gösterdi. Uluslararası ekonomik yönetişim açısından yapılan çağrılardan biri de IMF’de Özel Çekme Hakları’nın yeniden verilmesi yönündedir. Yeter ki istensin.
Tam da dediğiniz gibi, BM’de yaptığımız işin temelinde şu soru olduğunu düşünüyorum: Güçlü ülkeleri veya ülke içindeki güçlü elitleri, kendi çıkarlarına ters düşecek şekilde harekete geçmeye nasıl ikna edebiliriz? Küresel Kuzey’deki zengin hükümetler, finansal gücü ellerinde tutan küçük bir azınlığın çıkarlarına hizmet eden mevcut sistemi korumaktan yanalar. Ekonomik kontrol mekanizmalarının sorgulanmasını istemiyorlar.
Burada BM’nin, sivil toplum kuruluşlarının ve küresel sosyal hareketlerin rolü kritik. Dayanışmanın ötesinde, güçlü bir küresel hareketi inşa etme potansiyeline sahipler. Bu mesajı vermeliyiz: “Para var, bunu biliyoruz. Ve birkaç kişinin zenginliğini artırmak yerine bu paranın halkın ve gezegenimiz için gerçekten iyi olan şeylere kanalize edilmesi gerekiyor.”
Servetin adil bir şekilde dağıtılması, çevresel ve sosyal adalet için yeniden yönlendirilmesi gerektiği fikrini yaygınlaştırmak ve halkları bu talep etrafında birleştirmek gerekiyor. Vergi reformları, borç iptali, yeşil yatırım fonları, küresel servet vergisi gibi politikalar bu mücadelenin araçları olabilir.
Bir başka sıkıntı da sürekli yeni inisiyatifler, yeni taahhütler, yeni fon mekanizmalarının ortaya atılıyor olması. Ama baktığımızda, geçmişte verilen sözlerin yerine getirilmediğini görüyoruz. 1990’lardan bu yana BM zirvelerinde alınan kararların büyük kısmı hâlâ uygulanmış değil. Ama her toplantıda yeni, “heyecan verici” girişimler gündeme getiriliyor. Bu, çoğu zaman gerçek eylemi geciktiren bir strateji gibi görünüyor. Kulağa alaycı, kötümser geldiğini biliyorum ama bu benim görüşüm.
“Neoliberal, beyaz, üstünlükçü kapitalist ataerkilliğe son verilmesi” çağrısında bulundunuz.
“Nasıl bir gelecek inşa edebiliriz?” konusunda feministler tarafından pek çok çalışma yapıldı. Ve bu benim gerçekten ilgilendiğim bir konu. Doğru gitmeyen her şeyi ve yerine getirilmeyen tüm taahhütleri düşünmek çok cesaret kırıcı olabilir. Farklı türde bir ekonomi ve toplumun nasıl görüneceğine dair bazı heyecan verici, belki de daha yerelleştirilmiş fikirler geliştiriliyor. Bunlardan biri küçülme (degrowth) hareketi. Bir diğeri insanları ve gezegeni gerçekten önemseyen bir toplum.
Biz feministler artık sadece görmek istemediklerimizi değil, bunun yerine nasıl bir dünya görmek istediğimizi güçlü bir şekilde ifade etmeliyiz. Bunun çok sınırlı da olsa konuşulmaya başlanmasının ileriye doğru atılmış önemli bir adım olduğunu düşünüyorum.
SKA’lar, iklim krizi veya çok taraflılığa ilişkin analizlerimin çoğu olumsuz. İklim krizi derinleşiyor. SKA’lara ulaşmada ciddi eksiklikler var ve küresel işbirliği çoğu zaman yetersiz kalıyor. Beni ayakta tutan şey ekonomilerimizi ve toplumlarımızı temelden dönüştürmeye yönelik farkındalık ve kararlılığın artıyor olması. Eko-feminizm, bakım ekonomisi, topluluk temelli dayanışma ağları gibi kavramlar giderek daha fazla tartışılıyor. Beni ümitlendiren, ilham aldığım diğer bir gerçek ise karşılaştığım harika genç feministlerin olması.