“Kamu binalarının, hastanelerin, belediye binalarının yıkılıyor olması, afeti yönetilemez hale getiriyor. Bunlar kritik tesislerdir. Bu binaların asla ve asla yıkılmaması, yıkılmayacak şekilde yapılması gerekiyor” diye konuşan İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Öğretim Üyesi ve Afet Yönetimi Anabilim Dalı Profesörü Mikdat Kadıoğlu, “Afet yönetimi, ‘arama-kurtarma, yemek dağıtmak’ değildir. O afeti yönetmek değildir, bununla afeti yönettim denilemez, o yanlış bir anlayış. O acil müdahaledir. Afet yönetimi ise risk olmadan riski yönetilebilir ve tolere edilebilir seviyeye indirgemektir” dedi.
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Öğretim Üyesi ve Afet Yönetimi Anabilim Dalı Profesörü Mikdat Kadıoğlu, Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan depremleriyle ilgili değerlendirmelerde bulundu.
DHA’nın aktardığına göre, Prof. Dr. Kadıoğlu, depremde yüksek katlı, modern görünümlü binaların da yıkılmış olmasının üzücü olduğunu belirterek, “Bunların birçok nedeni olabilir, bazen binalar yapılıp iskan alındıktan sonra binaya müdahale ediliyor. Altlarındaki dükkanlar ve işletmelerde kolonlar kesilmiş olabiliyor. Binanın olduğu yere çöktüğünü görüyorsunuz, bunlar dikkatlice incelenecektir. Bazılarında denetim eksikliği olduğu anlamına geliyor, denetimin kağıt üzerinde olduğu anlamına geliyor” dedi.
“Sözün Bittiği Yerdeyiz”
Türkiye’de afet hukukunda zayıflık olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kadıoğlu şunları söyledi: “Kamu binalarının, hastanelerin, belediye binalarının yıkılıyor olması, afeti yönetilemez hale getiriyor. Bunlar kritik tesislerdir. Bu binaların asla ve asla yıkılmaması, yıkılmayacak şekilde yapılması gerekiyor. Özellikle hastaneler, 1,5 güvenlik katsayısı, %50 daha güvenli bir şekilde yapılan binalardır. Bunların da yıkılmış olması, binalara olan güvenimizi tamamen yok ediyor. Son deprem yönetmeliği ki dünyanın en iyi deprem yönetmeliklerinden biri, bu yönetmeliğe göre bina yapamıyorsak oturup düşünmemiz lazım. Sözün bittiği yerdeyiz.”
“Temel Problem Büyük Risk Havuzlarının Oluşması”
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, depremler sonrası büyük bir can pazarı olduğunu belirterek, “Halk, devlet yardım etmek için ayaklandı ama afet o kadar büyük ki yetişmesi mümkün değil. Temel problem arama-kurtarma problemi değil, bu kadar büyük risk havuzlarının oluşması.
Bizim kentlerimiz büyük birer risk havuzu haline gelmiş, bu havuz patladığı zaman yapacağınız hiçbir şey kalmıyor. Biz bu risk havuzlarını küçülterek, ortadan kaldırmak durumundayız. Zaten afet yönetimi de budur. Afet yönetimi, ‘arama-kurtarma, yemek dağıtmak’ değildir. O afeti yönetmek değildir, bununla afeti yönettim denilemez, o yanlış bir anlayış. O acil müdahaledir. Afet yönetimi ise risk olmadan riski yönetilebilir ve tolere edilebilir seviyeye indirgemektir. O yüzden, sismik boşlukların olduğu İstanbul gibi noktalarda da riski küçültmemiz gerekiyor. Deprem olmasını beklemememiz gerekiyor.
Deprem olduktan sonra, böyle bunun önünde duramayız. Kimse yetişemez buna, sadece Türkiye değil dünya bir araya gelse yetişemez. Yönetilemez, tolere edilemez riskleri yönetebileceğimizi sanmaktan vazgeçmemiz lazım” diye konuştu.
“Benzer Bir Deprem İstanbul’da Üç Katı Probleme Neden Olur, Bunu Düşünmek Dahi İstemiyorum”
Türkiye’nin eksik kaldığı noktanın, riskli binaları yıkmak ya da güçlendirmek olduğunu ifade eden Prof. Dr. Kadıoğlu, “İstanbul’da 70 bin binanın yıkılacağı biliniyor. Sayı bundan çok daha fazla da olabilir. Bu 70 bin binanın bir an önce 70 binaya kadar indirilmesi lazım. Afet yönetimi budur. Eğer, 70 bin binayı, 70 binaya indirirsek belki baş edebilir, altından kalkabiliriz.
Marmara Bölgesi bu 10 ilin nüfusunun yaklaşık üç katından fazla nüfus barındırıyor. Benzer bir deprem İstanbul’da üç katı probleme neden olur, bunu düşünmek dahi istemiyorum. Artık Cumhurbaşkanımız, Cumhurbaşkanı Yardımcımız, kimi uygun görürlerse, gelip İstanbul’da postu serip, belediyelerle, STK’larla, odalarla, bütün paydaşlarla bir araya gelip İstanbul’da yıkılmayı bekleyen binaları da nasıl yıkılmaz hale getirebiliriz, nasıl güçlendirebiliriz diye seferberlik başlatılması lazım” dedi.
“Zamana ve Soğuğa Karşı Yarış”
Prof. Dr. Kadıoğlu, deprem merkezinde hava şartlarının değişken olduğunu hatırlatarak şunları söyledi: “Bazı yerlerde yağışlar devam ediyor bazı yerlerde ise durdu. Yağışın durduğu yerlerde hava ayaza çekiyor ve bu da hipotermi tehlikesini ve don riskini artırıyor. Afet yönetiminde ilk 72 saat ölümlerin en çok gerçekleştiği saatler ve dakikalar olduğu için ‘altın saatler’ diye geçiyor.
Şu an yaşadığımız doğa şartları, soğuk-don olayı ve hipotermi bu süreyi daha da kısıtlıyor ve zorlaştırıyor. Afet bölgesinde çalışmayı ve ulaşımı da etkiliyor, zamana ve soğuğa karşı yarış haline getiriyor. Enkazın altında kişinin ne kadar korunaklı durumda olduğu önemli, bazı durumlarda enkaz soğuğa karşı korunaklı olabilir. Umut kesmeden, ses duyulan canlı olduğu düşünülen binalarda arama ve kurtarma çalışmalarına devam etmek zorundayız.
“1 Milyon Arama-Kurtarma Ekibi Gerekirdi. Bu Sayıda Ekip ise Dünyada Yok”
Enkazın başındaki ekip sayısı ve tesisatı kısıtlı olduğu için şu anda vinçler çok önemli. Genellikle üç vardiya 30 kişi çalışılması gerekiyor. Bunu bulmak, her enkazın başına 30 kişi olması şu an için zor. Bu yüzden şu an vinç talebi patlamış durumda. Zamana karşı yarışta, kuyumcu titizliğiyle iğneyle kuyu kazar gibi enkazı kazmak vakit alıyor ve fazla sayıda ekip olmadığı için bu talep ortaya çıkıyor.
Esas olan bu olayın bu noktaya gelmemesiydi. Şimdi yaklaşık 11 bin bina yıkıldı deniyor, buna normal şartlarda 1 milyon arama kurtarma ekibi gerekirdi. Bu sayıda ekip ise dünyada yok, hiçbir yerde yok, galakside yok. Bu işin arama kurtarma işi olmadığını bir kere anlamamız lazım. Bu işin kriz yönetimi olmadığını da anlamamız lazım. Risk yönetimi olmayan yerde kriz yönetiminde başarılı olunamayacağını anlamamız lazım.”