“Fiziksel olarak sonlu bir gezegende sonsuz
ekonomik büyümeye inanan kişi
ya delidir ya da bir ekonomist”
David Attenborough
Doç.Dr.Murad TİRYAKİOĞLU, Afet Bilinci Derneği Genel Koordinatörü,
tiryakioglum@gmail.com
Küresel salgın bize çok net bir biçimde gösterdi ki, söz konusu ekonomi ise gerisi teferruattır.
Türkiye ekonomisinin yıllık olarak ürettiği ekonomik değere (ki buna genel ifadesiyle gayri safi yurt içi hasıla diyelim) bakıldığında imalat sanayinin, toplam değerin ancak dörtte birini ve hatta giderek daha azını oluşturabildiğini görüyoruz. Buna karşın tarım çok ama gerçekten çok düşük bir paya (%10’u bile bulmuyor) sahipken hizmetler sektörü çok ama gerçekten çok yüksek bir paya sahip. Bu durum gelişmiş ülkeler için sanayisizleşme, gelişmekte olan ülkeler için ise erken sanayisizleşme olarak tanımlanıyor. Türkiye de gelişmekte olan ülkelerden biri olarak erken sanayisizleşmeyi yaşayan, orta gelir tuzağından düşük gelir tuzağına doğru sürüklenen bir ülke olarak tanımlanıyor.
Türkiye ekonomisinin yıllık büyüklüğüne bakıldığında çok belirgin olarak ortaya çıkan gerçek, hizmetler ve inşaat sektörünün çok büyük bir paya sahip olması. Bu ise hiç tercih edilen bir durum değil. Tevekkeli değil, önüm arkam, sağım solum alışveriş merkezi. Tevekkeli değil, ormanın içinde ot bitmemiş, ağaç yetişmemiş sınırlı alanları tespit edip (yoksa bizim ülkemizde otel yapmak için ağaca zinhar zarar verilmez, vakti zamanında yanmış alanlar asla ve kat’a imara açılmaz!) oralara turistik tesisler yapmışız. Şehirde her bulduğumuz alana toplu konutlar, şatafatlı plazalar yapmaya devam ediyoruz. Zira bunların hepsini birer iktisadi gelişmişlik göstergesi olarak kabul ediyoruz. Ve bunların hepsini telafisi mümkün olmayan kaynakları kullanarak, yok ederek yapıyoruz.
Arsalar, araziler, kanallar, imara açılan tarım alanları derken geri dönüşü olmayan, tek yönlü işleyen ekonomik hareketlilik (!) daha topraktan başlatılıyor. Ekilip biçilmesi, ıslah edilmesi ve bizi beslemesi gereken toprağı betona gömmekle başlıyor her şey. Sonra demiri, çimentosu; boyası, sıvası; havuzu saunası derken hiç de mütevazı olmayan konutlar ve bu konutlara yerleşecek insanların tüketmelerini kolaylaştırmak üzere kurgulanmış alışveriş merkezleri ile kısırdöngü işlemeye başlıyor: Tüketim ekonomisi oluşturabilmek için beton ekonomisi, beton ekonomisini sürdürebilmek
için tüketim ekonomisi…
Tamam, bunları biliyoruz, sadede gel Murad…
Geliyorum da işte girizgâh da mühim! İkinci dalgasını pek çok şehirde çok şiddetli biçimde yaşamaya başladığımız ve tatildekilerin şehre dönmesiyle daha da artan oranda yaşamaya devam edeceğimiz küresel salgının öğreteceğini umduğumuz, umudumuzu kaybetmediğimiz birkaç durumdan biri: Küçülme! Ya da sıfır ekonomik büyüme.
İklimi, toprağı, suyu, tarımı, ezcümle geleceğimizi kurtarmak için çok daha az tüketmek, çok daha fazla düşünmek ve mümkünse üretmeye devam etmek zorundayız. Sorumlu üretim ve tüketim için ikinci dalgayı fırsat kabul edip dönüşümü kendimizden başlatsak…
Kate Raworth’un ‘Simit Ekonomisi’nde (Tellekt Yayınları) yer alan cümlesiyle özetlemek gerekirse: “İşte şimdi iktisadın temellerini unutup yeni baştan öğrenmek için karşımızda büyük bir fırsat var.”