Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, 2022 yılında, 82 milyardan fazla çiftlik hayvanı et için kesildi ve bu hayvanların çoğu fabrika çiftliklerinde yetiştirildi. Günümüzde hayvan refahına dair büyük endişeler yaşanıyor. Bununla birlikte çiftlik hayvanlarının yetiştirilmesine yönelik uygulamaların tüm seragazı emisyonlarının yaklaşık %11-%20’sini oluşturduğu sanılıyor. Hayvan özgürleşmesini ve etik diyetlerin önemini anlatan düşünür Peter Singer, söyleşisinde türler arası ayrımcılık, fabrika çiftliklerindeki yaşam koşulları ve iklim krizi konularını ele alıyor.
Röportaj: Michael Riojas
Editör: Chris McDermott
Türkçeleştiren: Bahar Nihal Ersözlü, İçerik Yöneticisi, Ba’ndo
İnsanlık tarihi boyunca, beslenme alışkanlıklarımız hem kültürel hem de ekolojik anlamda büyük bir dönüşümün içinde yer aldı. Günümüzde, sürdürülebilirlik ve etik değerler, her zamankinden daha fazla önem kazanmış durumda. Bu bağlamda Peter Singer gibi düşünürlerin çalışmaları, bizi, beslenme şeklimizin gezegen üzerindeki etkilerini daha derinlemesine sorgulamaya teşvik ediyor. Singer’ın hayvan hakları ve etik beslenme üzerine görüşleri, özellikle fabrika çiftliklerinin çevresel ve etik problemleri açısından, toplumsal bilinçlenmeye katkı sağlama potansiyeline sahip.
Bu röportajında Singer, hayvan özgürleşmesinden ve etik diyetlerin öneminden bahsederken türler arası ayrımcılık, fabrika çiftliklerindeki yaşam koşulları ve iklim krizi gibi konulara değiniyor. Aynı zamanda, Singer’ın düşünceleri, bireysel seçimlerimizin geniş çaplı etkilerini ve bu seçimlerin moral boyutlarını vurgulayarak bireylerin ve toplumların daha bilinçli ve sorumlu hareket etmeleri gerektiğini hatırlatıyor. Röportajın Türkçesinin, okurlara hayvan hakları ve etik tüketim konularında yeni perspektifler sunarak, kendi yaşam tercihleri üzerine düşünmeleri için ilham kaynağı olmasını umuyoruz.
Peter Singer ile Beslenme Etiği Üzerine Bir Söyleşi
İnsanların dünya üzerindeki etkisi büyük ancak hayvan refahı ve çevresel açıdan bakıldığında en önemli unsurlardan biri beslenme şeklimiz.
2022 yılında, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne göre, 82 milyardan fazla çiftlik hayvanı et için kesilmiş, bu hayvanların çoğu fabrika çiftliklerinde yetiştirilmiş. Hayvan refahına dair büyük endişelerin yanı sıra çiftlik hayvanlarının yetiştirilmesi uygulamalarının tüm seragazı emisyonlarının yaklaşık %11 ile %20’sini oluşturduğu tahmin ediliyor.
Peki, tüm bu bilgiler ışığında en etik diyet hangisidir? Utiliter ahlak filozofu Peter Singer’a göre, bu diyet hayvansal ürün içermeyen veya en azından çok az hayvansal ürün içeren bir diyet olmalıdır.
Singer, günümüzün en etkili filozoflarından biri olarak kabul edilir ve 1975 yılında yayımladığı tartışmalı kitabı “Hayvan Özgürleşmesi” ile hayvan hakları konusunu geniş çapta tartışmaya açmıştır. Çoğu hayvanın acı çekme yetisine sahip olduğu gerçeğinden yola çıkan Singer, özellikle fabrika çiftliklerindeki dehşet verici koşullar ve uygulamalarla kendi çıkarlarımız için hayvanları sömürmememiz gerektiğini vurgular.
Daha yakın zamanlarda, on milyarlarca hayvanın acımasız yaşam koşullarını ortaya koyan genişletilmiş bir versiyon olan “Hayvan Kurtuluşu Şimdi” adlı eseri yayımladı. Yakın zamanda Singer ile gerçekleştirdiğim röportajda, türler arası ayrımcılık, fabrika çiftliklerindeki koşullar ve etik beslenme üzerine konuştuk.
Geniş çapta hayvan hakları, veya sizin tercih ettiğiniz tabirle, hayvan özgürleşme hareketinin öncüsü olarak kabul ediliyorsunuz. Hayvan özgürleşmesini savunmanız için argümanlarınızı paylaşır mısınız?
Hayvan özgürleşme hareketini savunmanın temeli, sadece bizim türümüze mensup olmadıkları için diğer varlıkların çıkarlarını görmezden gelmenin veya önemsememenin savunulamaz olduğuna dayanır. Bu durumu açıklamak için “türler arası ayrımcılık” terimini kullanıyorum. Bu terim, ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi diğer -izm’lerle paralellik kurmayı amaçlar. Umarım hitap ettiğim kitle de bu -izm’leri reddeder ve analoji tam olarak aynı olmasa da, bu durumlarda baskın bir grubun, hakim olduğu bir grubu kendi çıkarları için kullanmasını meşrulaştırmak adına bir ideoloji geliştirdiği görülür. Bir durumda renkli insanlar, diğerinde kadınlar ve bu durumda ise insan olmayanlar. Bu, baskın grubun oldukça zararına olsa da, ancak kendine bir miktar yarar sağlayacak şekilde bu grubu kullanmasını meşrulaştırmak için kullanılır.
Bu nedenle, bir varlığın acı çekme yeteneği varsa, tür farkının acı çekme kapasitesi açısından önemsiz olduğunu görebilmeliyiz. Önemli olan, varlığın ne kadar acı çektiği ve bu acının türüdür — insanların deneyimleyebilecekleri acılarla karşılaştırabilir miyiz? Buna kısmen inanıyorum. Ve bu karşılaştırmayı yaptığımızda, insanlara hiçbir yararı olmayan ya da çok az yararı olan durumlarda insan olmayan hayvanlara büyük acılar çektirdiğimizi görmek zor değil. Benzer çıkarların eşit değerlendirilmesi ilkesinden — tür ayrımı gözetmeksizin geçerli olması gereken bir prensip — hayvanlara yapılan birçok muamelenin savunulamaz olduğu sonucu çıkar ve bu, hayvan özgürleşmesi için bir savunmadır ya da isteyenler için hayvan haklarının tanınması şeklinde ifade edilebilir.
Herkes vegan veya vejetaryen olmalı mı?
Her durumda vegan veya vejetaryen olunması şart değildir; fakat yeterli ve sağlıklı bir şekilde beslenebilme imkanına sahip olan bir kişi için, eğer alınan hayvansal ürünler hayvanların refahını gözetmeyen, yalnızca işletmenin kârını maksimize etmeye odaklanan ticari işletmeler tarafından üretiliyorsa bu tür ürünlerden uzak durulması gerektiğini düşünüyorum.
Ancak farklı durumlar da mevcut — örneğin hayvansal ürünler tüketmeden yeterince beslenemeyen kişiler, diğerlerinden çok daha büyük bir fedakarlık yapmak zorunda kalabilirler. Ayrıca, hayvanların iyi koşullarda yaşadığı ve insanca öldürüldüğü küçük çaplı işletmelerden gelen hayvansal ürünler ayrı bir değerlendirme gerektirir. Ancak öne sürdüğüm görüş, günümüzde dünya üzerinde milyarlarca insanı ilgilendiren bir durum için geçerlidir. Bu yüzden bu durumu değiştirmek için çaba göstermenin yeterli olduğunu düşünüyorum.
İlk olarak 1975’te Hayvan Özgürleşmesi’ni yayımladınız. Ve sonra 2023 Mayıs’ında, bu eserin güncellenmiş bir versiyonu olan Hayvan Özgürleşmesi Şimdi’yi yayımladınız. Fabrika çiftliklerindeki uygulamalar, hayvan refahı durumu ve birçok diğer faktör açısından çok şey değişmiş olmalı. Sizin görüşünüze göre, 1975’ten bu yana en önemli değişiklikler nelerdir ve Hayvan Özgürleşmesi’nin bir revizyonunu yayımlama zamanının geldiğine nasıl karar verdiniz?
Kesinlikle birçok değişiklik meydana geldi ve bu yüzden bu kitap, sadece yeni bir baskı olmanın ötesinde neredeyse tamamen yeniden yazılmış bir eser. Metnin yaklaşık yarısı güncellendi. Kitabın en kapsamlı iki bölümü baştan sona yenilendi; biri hayvanlar üzerinde yapılan araştırmaları diğeri ise fabrika çiftliklerinin koşullarını ele alıyor. Ayrıca, 1975’te benim veya pek çok kişinin dikkatini çekmeyen iklim değişikliği gibi konular eklendi çünkü iklim değişikliği, hayvansal ürünlerin etik tüketimiyle doğrudan ilişkili. Hayvan hakları hareketinin kaydettiği ilerlemeler ve eksik kaldığı noktalar üzerine konuşmayı arzuladım. Bu yüzden, kitaba eklediğim bu önemli değişiklikleri ve hayvanlarla ilgili etik sorunlar hakkındaki yeni tartışmaları paylaşmak istedim; 1975’te hemen hemen hiç kimsenin üzerinde durmadığı ancak şimdi oldukça geniş bir literatüre sahip olan bir konu. Ayrıca hayvan bilinci üzerine daha fazla araştırma yapıldı. Örneğin balıkların bilinç sahibi olduğunu daha büyük bir güvenle ifade edebiliriz; bu konu, ilk baskı yayımlandıktan sonra bazıları tarafından sorgulanan bir durumdu. Ahtapotların ve hatta bazı kabukluların, örneğin ıstakozların, bilinci artık daha kesin olarak kabul ediliyor. Böylece hayvan bilinci hakkında benim savunduğum görüşü destekleyen ve hatta genişleten pek çok bilimsel çalışma mevcut.
En önemli değişikliklerle ilgili olarak bazı alanlarda iyileşmeler olduğunu bazılarında ise durumun kötüleştiğini söyleyebilirim. Özellikle Avrupa Birliği’nde fabrika çiftliklerinin düzenlenmesinde bazı iyileştirmeler yapıldı. ABD’nin bazı eyaletlerinde de benzer gelişmeler var ancak bunlar azınlıkta; özellikle Kaliforniya daha sıkı yasaları kabul eden bir örnek. Bunlar olumlu gelişmeler fakat olumsuz gelişmeler de mevcut. Örneğin, tavuk endüstrisi söz konusu olduğunda durum kötüleşti. Yiyecek için yetiştirdiğimiz karasal omurgalı hayvanların en yaygın olanı tavuklar, daha hızlı büyümesi için ıslah edildi. Bu durum, çeşitli sağlık sorunlarına ve iskelet anomalilerine neden oluyor. Tavuklar o kadar hızlı kilo alıyor ki bacakları artık ağırlıklarını taşıyamıyor. Tavuklar çok gençken, yaklaşık altı haftalıkken kesiliyor. Dolayısıyla hâlâ yavrular ve bacak kemikleri, aşırı yemeleri ve hızla büyümeleri nedeniyle aldıkları ağırlığı destekleyecek kadar güçlü değil. Bu yeni bir acı kaynağı oluşturuyor. Ağırlıklarını taşıyamıyor, ayakta durmakta ve yürümekte zorlanıyor çünkü çok hızlı büyümeleri için ıslah edilmiş tavuklar. Bu gibi yeni gelişmeler, fabrika çiftliklerini bazı yönlerden daha da kötü hale getiriyor.
Kendinizi esnek bir vegan olarak tanımlıyorsunuz. Bu, etik bir diyet konusunda en azından bir miktar esneklik olabileceğine inandığınız anlamına geliyor.
Bunun nedeni, etik anlayışımın faydacı veya sonuçsal olmasıdır. Yaptığım her şeyin sonuçlarını daima göz önünde bulundururum ve etiğim katı kurallara bağlı değildir. Bu yüzden benim için veganlık, helal veya koşer et yiyen ve ne kadar koşer olmayan veya helal olmayan et yediğinin önemsiz olduğunu düşünen dindar bir kişi gibi katı kurallara dayanmıyor. Yanlışlık, daha fazla veya daha az yediğinizde değişmez. Ancak ben, hayvanlara bu kadar kötü muamele eden endüstrilere destek olmak istemiyorum. Ortaklık derecem, harcadığım paraya göre değişir; yani dolarlarım bu endüstrileri ne ölçüde destekliyor? Bu nedenle, günlük alışverişlerimde çoğunlukla hayvansal ürünlerden kaçınıyorum ancak bazen seyahat ederken süt ürünü içeren başka bir alternatif bulamazsam, bunu büyük bir sorun olarak görmüyorum. Eğer hayvansal ürün içermeyen bir seçenek bulmak gerçekten zorlaşırsa veya bir sosyal ortamda gruba rahatsızlık vermemem gerektiğini düşünürsem, o zaman vejetaryen fakat vegan olmayan yiyecekler tüketebilirim. İşte bu noktada esnek bir yaklaşım sergiliyorum.
Fabrika çiftliklerinin zulmünü ve iklim üzerindeki etkilerini, hatta organik hayvan çiftliklerinin iklim üzerindeki etkilerini kabul eden ancak tam olarak veganizme veya vejetaryenliğe tamamen geçmeye hazır hissetmeyen kişiler, nasıl daha etik bir şekilde beslenebilirler?
Özellikle önemli bulduğum bir nokta, büyük acıların yaşandığı fabrika çiftliklerinde üretilen ürünlerden kaçınmaktır. Bu, hayvansal ürün tüketme isteğinize bağlı olarak değişebilir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri gibi en zengin ülkelerde bile ideal olmasa da kabul edilebilir bir hayvansal ürün olan, özellikle de merada yetiştirilen tavukların yumurtalarını tercih edebilirsiniz. Gerçekten tavukların açık havada, merada olduğu ve sadece kafessiz olmadığı, büyük bir ahırda kapatılmadığı, dışarı çıkıp egzersiz yapabildiği, böcek kovalayabildiği, toz banyosu yapabildiği ve tavuklar için doğal olan tüm bu şeyleri gerçekleştirebildiği bir çiftlik bulabilirseniz, tavukların orada makul bir hayat sürdüğünü söyleyebilirsiniz. Elbette, bu tavuklar erken öldürülecek ve bu cinsin erkek civcivleri, ticari bir değer taşımadığı için yumurtadan çıktığı anda öldürülecek olsa da tamamen içeride ve çok kalabalık koşullarda yaşayan hayvanlardan elde edilen ürünlere göre, kesinlikle daha iyi bir alternatiftir. İşte bu tür adımlarla başlamak faydalı olacaktır.
Bundan sonra işler biraz daha karmaşıklaşıyor. Birçok kişi, merada yetiştirilen ineklerden elde edilen organik süt ürünleri hakkında ne düşünmeleri gerektiğini sorabilir. Bu tür ürünler hayvan refahı açısından kesinlikle daha iyidir — bu, otla beslenen ineklerden elde edilen sığır eti için de geçerlidir — ancak iklim açısından daha olumsuzdur çünkü inekler geviş getiren hayvanlar olup büyük miktarda metan gazı üretir. İneklerin çim üzerinde olmaları, metan emisyonlarını azaltma açısından gerçekten bir fayda sağlamaz; metan emisyonu hâlâ devam eder. Bazı araştırmalara göre, hayvanların hayatlarının son altı ayında yaygın olarak verilen tahıl yerine sadece otla beslendiğinde daha yavaş kilo aldığı ve sonuç olarak her pound et için daha fazla sindirim süreci gerektiği ve daha fazla metan üretildiği belirtiliyor. Bu durum bir çelişki yaratıyor. Yine de insanlar yalnızca ara sıra ihtiyaç duyduklarında tüketmek istediklerini ya da bu ürünlerden tamamen vazgeçmeye henüz hazır olmadıklarını ifade ediyorlarsa, otla beslenen veya merada yetiştirilen süt ve sığır eti ürünlerinden az miktarda tüketmek makul bir sonraki adım olabilir.
Princeton’daki öğretim görevinizden yakın zamanda ayrıldığınızı anlıyorum. Eğer paylaşmak isterseniz, sizin için sıradaki adım nedir?
Evet, doğru, Princeton’da son ders dönemimi tamamladım ve artık orada öğretmiyorum. Ancak yazma, konuşma yapma ve bu röportaj gibi birçok fırsatım var. Ayrıca, dünya genelinde çeşitli üniversitelerden ziyaretçi akademisyen pozisyonları için teklifler aldım; bunlardan ilki büyük ihtimalle 2024 yılında Singapur’a yaklaşık bir ay süreyle gitmek olacak. Avrupa ve muhtemelen Asya’da da konuşmalar yapacağım başka yerler var. Dolayısıyla, oldukça yoğun bir şekilde çalışmaya devam etmeyi planlıyorum.
Bu kadar soru hazırlamıştım. Ancak “Belki üzerinde konuşmadığımız fakat eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?” diye sormak isterim.
Oh, sanırım oldukça kapsamlı bir şekilde ele aldık. Gerçekten de, konuştuğumuz konuların ötesinde biyoetik ile ilgili geniş bir ilgi alanım var. Bu nedenle ilgilendiğim birçok konu mevcut ve “The Life You Can Save” adlı organizasyonla işbirliği yaparak insanları en etkili hayır kurumlarına bağış yapmaya teşvik etmeye devam ediyorum. Bunu yapmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çalışmalarım hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler, web sitemi ziyaret edebilir veya “The Life You Can Save” kitabımın ücretsiz dijital veya sesli kopyasını indirerek aşırı yoksulluk içindeki insanlar için yürüttüğüm çalışmalar hakkında daha fazla bilgi edinebilirler.
Söyleşinin aslına buradan ulaşabilirsiniz.