Roma Kulübü’nün (Club of Rome) 17 Ekim 2018’de yayınladığı, ekonomik aktivitenin dünya sistemleri üzerindeki etkilerine değinen rapor, 2050 senesinden sonra geri döndürülemez bir patikaya gireceğimizi söylüyor. 2018’in ilk yarısında gerçekleşen olağanüstü hava olaylarına yönelik zararlar da bunun gözle görülür sonuçlarına dikkat çekiyor. Ekonomik varlığını toplum ve ekonomileri güvence altına almak üzerine koyan sigorta sektörü için bu durum önemli bir risk. Peki sektör ne yapıyor, neler yapmalı?
YAZI: Gülin YÜCEL, Sustineo SDG, gulin@sustineosdg.com
1972 senesinde Donella Meadows liderliğinde bir grup MIT profesörünün liderliğinde yapılan “Büyümenin Sınırları” çalışması ekonomi ve nüfustaki büyümenin dünya kaynaklarını tüketeceğini ve 2070 senesinden önce bir ekonomik çöküşe sebep olacağını ortaya koyduğunda büyük bir tartışma çıkmıştı. Üzerinden 46 sene geçmesine rağmen, raporun sonuçlarının hâlâ geçerli olması oldukça ciddi. Roma Kulübü (Club of Rome) tarafından yaptırılan ve geçtiğimiz haftalarda yayınlanan raporların sonuncusu “Dünyanın taşıma sistemlerinin zorda olduğunu ve 2050 sonrasında bu gidişin artık geri döndürülemez olacağını” söylüyor.
Roma Kulübü Kim?
Üyeleri bilim insanları, ekonomistler, iş insanları, yüksek seviyeli bürokratlar ve eski devlet insanlarından oluşan organizasyonun amacı insanlığın karşı karşıya olduğu krizlere yönelik bilimsel analiz, iletişim ve yandaşlık sağlamak. Küresel zorluklara karşı holistik, sistemli ve uzun dönemli bakış açılarının oluşmasına yönelik araştırmaların yapılmasını sağlayan bu grubun en önemli raporlarından biri şüphesiz “Büyümenin Sınırları” raporu.
Roma Kulübü’nün 50. kuruluş yılına gelen son rapor açıklamasında insanlığın bir kısırdöngü içerisinde olduğu, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne (SKH) 2030’a kadar ulaşılmasının da risk altında olduğu söyleniyor.
Stokholm Resilience Center ve Norwegian Business School tarafından yapılan çalışma, sosyoekonomik ve biyofiziksel değişkenler ile tarihsel ve yeni sosyoekonomik veriler ışığında yapılan bir dünya sistemleri modellemesinin, zaman geçişlerindeki unsurları da dahil etmesi ile daha “destekli” yani gerçekçi olduğunu söylüyor.
Devletlerin fakirliğin ve açlığın ortadan kaldırılması, eğitimin her birey için yaygınlaştırılması gibi sosyal hedeflerde ilerliyor olsalar bile -ki bunlar yaklaşık 10 adet hedef- özellikle çevresel hedeflere geleneksel politikalar ile ulaşılması mümkün değil. Öneri, gelenekselin ötesine geçen politikaların bir an evvel geliştirilmesi yönünde. SKH’ler etrafında bu raporun ortaya koydukları, geçen sayıda alıntı yaptığımız UN SDSN ve Bertelsmann Stiftung’un birlikte yayınladığı 2018 raporu ile uyumlu görünüyor.
Olağanüstü Doğa Olaylarının Yarattığı Zarar
Swiss Re Institute’ün yayınladığı ön verilere göre, doğal ve insan sebepli felaketlerin yarattığı zarar 2018’in ilk yarısında 36 milyar dolara ulaşmış durumda; bunun sadece 20 milyar dolarlık kısmı sigortalanmış risk. Son 10 senenin ortalama değerinin 125 milyar dolar olduğu hesaba katılırsa bu rakam nispeten az. Buna rağmen en büyük zararın kaynağı sigortalama oranı yüksek olan Avrupa ve Amerika’daki büyük kış fırtınaları. Dünya geneline bakılacak olursa bu felaketlerde 3.900 kişi hayatını kaybetmiş veya kayıp durumda.
Tüm ekonomik temelli zararların toplam 36 milyar dolar olduğu düşünülürse, 34 milyarlık doğal felaket zararı bu rakamın oldukça önemli bir kısmı. Ötesinde sigortalanmış ekonomik zarar toplam zararın %56’sı ve burada toplumlara düşen zarar kısmı dikkat çekici.
En son Amerika’da gerçekleşen Michael Kasırgası’nda ise sadece tarıma yönelik zarar 1,3 milyar dolar olmuş; en büyük pay da pamuk ve pekan fıstığından. Tavuk çiftlikleri ve içerisindeki hayvanlar zarar görmüş durumda.
Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Levent Kurnaz “Değişen iklim koşulları karşısında bu zararların azalmasını beklemenin gerçekçi olmadığını” belirtiyor.
Sigortacılık Sektörü Öncelikleri Ne Olmalı?
İklim değişikliği ve dünya sınırlarını zorlayan diğer koşullar içinde sadece çevresel değil aynı zamanda bunların tetiklediği sosyal risklerin de artışı kaçınılmaz bir gerçek. Sigorta sektörü ise bu değişimin tam ortasında yer alıyor ve bu, kendi sürdürülebilirliği açısından önemli bir durum.
Bunu öngören sektör, 2012 senesindeki BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’nda Sürdürülebilir Sigortacılık Prensipleri’ni (PSI- Principles for Sustainable Insurance) benimseyerek çevresel, sosyal ve yönetişimsel risk ve fırsatlar etrafında ortak bir bakış açısı geliştirmiş durumda. Temmuz 2015 itibarıyla 83 organizasyon ve dünya primlerinin %20’sini kapsayan bu yapı aynı zamanda Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksi ve FTSE4Good altındaki sigorta prensiplerini de tanımlıyor. Vizyonu “risklerin farkında olan bir dünya düzeninde sigortacılık sektörünü güvenilir kılarak sağlıklı, güvenli, dirençli ve sürdürülebilir bir toplum düzeni” oluşturmak. Amacı ise “çevresel, sosyal ve yönetişimsel risklerin anlaşılıp önlenmesi ve azaltılmasına yönelik kaliteli ve güvenilir risk koruması sağlamak” var. Bu, sektör adına bütünsel bir çerçeve ve sorumluluk alanı oluşturuyor.
Sigorta Şirketlerine Düşen Ne?
Bu çerçeve içinde şirketler risk değerlendirme (underwriting) ve yönetimi konusunda ve aynı zamanda önemli bir kurumsal yatırımcı olarak sürdürülebilir kalkınma yolunda önemli bir role sahip. Bununla birlikte, sektör alt bileşenlerde şu alanlarda çalışıyor olmalı:
-Çevresel boyutta iklim değişikliği, biyoçeşitliliğin azalması ve ekosistem zararları, su yönetimi ve her türlü kirlenme risklerin anlaşılması ve önlenmesine yönelik başlıklar,
-Sosyal boyutta finansal sistemlerin kapsayıcılığını artırarak insan hakları, insan sebepli sağlık riskleri ve yaşlanan nüfus dinamiklerine yönelik çözümler,
-Yönetişim boyutunda ise risklerin bilinmesinden öte yürütmenin içerisinde yer almasını destekleme, etik ve prensipleri geliştirme, risklerin bilinirliğini artıran ve farklı görüşlerin dahil edilmesi.
Ötesinde, kurumsal uygulamada ise sigorta şirketleri -her zaman önerdiğimiz gibi- kendi uzun dönemli vizyonlarını koymalı, yani sürdürülebilir kalkınma yolunda kendi etkilerini görmeleri ve taahhütlerini ortaya çıkarmalıdır. Bunu yapabilmek için de ölçülebilir hedefler belirlemeli, yapısal bir planlama ile bu inisiyatifleri yönetmeli, ilerlemeyi yönetim sistemleri içerisinde gözden geçirmeli ve raporlama yaparak paydaşları ile iletişimini yapmalıdır.
Unutulmamalıdır ki önümüzdeki zaman tüm sektör kurgusunu değiştirebilecek iş modeli değişikliğine de gidebilecektir. Bu bilinç ve yönetim bakış açısı ile sadece risklerin değil önemli fırsatların da olduğu unutulmamalıdır.