Ekonomi

“Ceteris Paribus” veya “Crowdsourcing”

Bazen insanların bazı şeyleri yapa­madıklarını kabul etmeleri en hayır­lısı oluyor. Anlamsız inatlar, anlam­sız süreçlere ve düğümlere neden oluyor. Ve insanların daha önce yap­tıkları da, bundan sonra yapacakla­rının bir şekilde göstergesi oluyor…

Şimdi, yine kime çatacaksın, diyen­leriniz olacaktır. Net söyleyeyim, herhangi bir kişiye ya da tek bir zümreye veryansın etmeye niyetim yok. Hatta tam tersi, “siz bugüne ka­dar yapamadınız, verin bak biz nasıl ekonomiyi, freni boşalmış bir kam­yon gibi yokuş aşağı koyvereceğiz” diyenlere de prim yok. Bu sorunla­rın çözümü “One Man Show”lardan, tek ve cesur şövalyelerden ya da çok akıllı dar kliklerin muhteşem fikirle­rinden geçmiyor. Hiçbir zaman da geçmedi. İnsanlığın ortak mirası, iyi­siyle kötüsüyle, insanların kolektif çabalarından oluşmuştur. Bu, böyle biline…
*
“Ceteris Paribus”, yani “Diğer bü­tün şartlar sabit kalmak üzere”, ekonomi öğretisinin temel model­leme veya varsayımlarından biridir. Diğer bilimlerde de kullanıldığını da iddia edenler olmakla birlikte, ben başka bir sosyal bilim alanında kullanıldığını duymadım, görmedim. Ekonomistler alınmasın ama, ha­yatta, siz hiç bütün herşeyin sabit kalıp, sadece bir şeyin değiştiğini hiç gördünüz mü? Sosyal hayatın muazzam karmaşıklığını, ekosistem­lerin kelebek uçsa, birbirini sonsuz noktada etkileyebilecek değişken fazlalığını düşündüğümüzde, “Cete­ris Paribus”un yöntemsel zafiyetini çok daha iyi anlayabiliriz.
Ama işin daha da ötesi var: Sadece bazı ekonomistler değil, iş dünya­sına ve kamu yönetimlerine hakim olanların çoğu, neredeyse modern sosyal bilimlerin doğuşundan beri, tüm sorunları, diğer herşeyi (duygu­ları, kültürleri, sosyal psikolojiyi…) sabit tutup, ekonomiyi tek ya da en güçlü değişken olarak koymayı alış­kanlık haline getirmeyi başardılar.
*
Sözü, dünyanın yönetiminde en çok söz hakkı olanların iki yılda bir buluştuğu ünlü Davos toplan­tısına getireceğim. Siz bu dergiyi okurken, 2013 Davos Toplantısı son bulmuş olacak. Ben bu yazıyı yazar­ken ise, toplantı başlamak üzereydi. İngiltere’nin saygın gazetelerinden The Guardian’ın, “Siz değil miydi­niz gezegeni ve insanları böylesine dirençsiz ve savunmasız bırakanlar? O karlı zirvede oturup hâlâ neyi konuşuyorsunuz?” diyen başyazı­sı yayınlanmıştı bile. Evet, İsviçre Alpleri’nin o ıssız, izole ve vahşi do­ğası, diğer bütün değişkenleri dışarı­ya koymak için elverişli bir coğrafya. Kendini hatırlatacak capcanlı insan kalabalıkları yok. Ne kar fırtınaları, ne de aniden gelip aniden giden sis, ekolojinin dilini anlamaya alışmamış zihinler için, ne yazık ki bir kartpos­tal niteliğinde sadece. Şimdi anlı­yorum ki, herşey gelip iletişime ve onu oluşturan dizgeye, yani “dil”e geliyor.
*
O halde kısa yoldan söyleyelim: “Hiç­bir koşul sabit kalmamak üzere”, bu düzeni oluşturan temel varsayımla­rın tümünün değişmesi gerekiyor. Bunların başında da, toplulukların gücünün, çok akıllı bazı yönetici­lerin keskin fikirlerinden daha az değerli ve etkisiz olmadığı geliyor. İnsanların tüm süreçlere katılımını sağlayacak iletişim altyapılarının, yani Web 2.0’ın artık hazır ve na­zır olduğunu hatırlatmakta sonsuz fayda var galiba. Dijital mecralar üzerinden çok sayıda insanın bilgi, emek, beceri ve akıllarını belli so­runlar üzerine yöneltme yöntemi olan “Crowdsourcing”in, Sürdürü­lebilirlik çalışmalarının çok önemli bir bileşeni haline geleceğini rahatça söyleyebilirim. Gezegenin ve insan­ların geleceği için, insanların ortak aklından ve işbirliğinden başka çare olmadığını gördüğümüzde, ilk önem­li adımı atmış olacağız sanırım…

Barış Doğru
EKOIQ Dergisi Genel Yayın Yönetmeni

EKOIQ Dergisi Şubat 2013 Sayı: 26

About Post Author