Bir kentin yaşanabilirliği, orada yaşayanların birbirlerine olan bağlarıyla, toplumdaki dayanışmayla ölçülmeli. İlginçtir, Bhutan Happiness Index’i dışında hiçbir yaşanabilirlik göstergeleri listesinde böyle bir kavram yok.
Dayanışmanın önemini 3 Şubat’ta, annemi kaybettiğim gün anladım. Ani oldu ve bir anda acılar içinde kıvranan bir şaşkına döndüm. Arkadaşlarım, konu komşu, etrafımda öyle bir kenetlendi ki… İşlemleri hiç bilmem; hepsini onlar halletti.
Onlar annemi güzel duygularla andıkça hepsini daha çok sevdim. Annem kimseyi incitmedi. Kimsenin hakkında kötü konuşmadı. İkramı çok severdi. Amerika’daki arkadaşları, yaptığı baklavanın tadının hâlâ damaklarında olduğunu yazdı. Evimizin kapısı her zaman açıktı. Taziye mesajlarında on yıllardır görmediğim çocukluk arkadaşlarım hâlâ annemin güler yüzünü, insanlara olan sevgisini ve yaptığı yemekleri hatırlıyordu. Ben de güzel yaşanan hayatın geride sevgi, saygı ve iyiliklerle dolu anılar bırakmak olduğunu öğrendim.
Arkadaşlarım gözyaşlarımı kâh paylaştılar, kâh sildiler. Yaşanabilir toplum olmanın güzelliğini en acılı günümde yaşadım. İşte bizim toplumumuz bu, dedim.
Ama… Yüreğimin bir köşesi cızz etti ve hatırladım.
Evlat acısı en büyük acıdır. Ve bu toplum yavrusunu kaybetmiş bir anneyi yuhalayacak kadar alçaldı, insanlıktan uzaklaştı. Biz ne zaman bu kadar nefret ve kinle doldurulduk? Neden?
Liderlerimiz, büyük toplum olma peşinde. İnsanların arasına nefret tohumları ekerek, onları ayrıştırarak büyük toplum olunmuyor. Merdivenin her basamağına asker dikmekle insanları adaletten mahrum bırakmakla büyük toplum olunmuyor. Sanatı, yaşam sevincini söndürerek; insanların haklarını ellerinden alarak büyük toplum HİÇ olunmuyor.
Toplumun büyüklüğünün ölçüsü yaşanabilirliktir. Ve toplumu yaşanabilir kılan, bireylerinin sevgi, saygı ve şefkatle dayanışma içinde olmasıdır. Toplumun yaşanabilir olması, bireylerinin insan olmasından geçer.
Büyük toplumların tarihi güzel yaşanmış hayatların birikimidir. Annem güzel yaşadı.