Ortalıkta ne yazık ki böyle bir rahatlık var. Sanki hayatımız boyunca nükleer reaktörlerle yatmış kalkmışız. Zaten köyümüzün eskileri, onun hikayeleriyle büyümüş; amcamızın oğulları nükleer reaktörlerden ekmek yemiş. Biz zaten onlar yokken gecelerde ışıksızmışız…
***
Önümüzdeki ay düzenlenecek genel seçimler için özel bir dosya hazırlıyoruz ve dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmanın, sürdürülebilir kalkınma açısından tek başına bir anlamı olmadığını; Türkiye’nin gerçek kalkınma parametreleri açısından dünyanın neresinde olduğunu görmeye ve göstermeye hazırlanıyoruz. Spoiler vermiş gibi olmayalım ama eğer gerçekten bir top 10 listesinde yer almak istiyorsak, bunun hangi endeksler olması gerektiğini; hangisinin mutluluk huzur, refah ve mutluluk göstergesi olabileceğini anlamaya ve aktarmaya çalışacağız.
İlk elden bunların kamusal şeffaflık, eğitim başarısı, basın özgürlüğü, katılım, kadın-erkek eşitliği, Ar-Ge yatırımları, inovasyon, girişimcilik ve patent sayıları gibi başlıklardan yürümesi gerektiğini söylemekte sakınca yok. 21. yüzyılda gerçek kalkınma, kişi başına düşen geridönüşüm oranlarından, yenilenebilir enerjiden, kaynak ve su verimliliğinden, biyoçeşitlilik ve doğal yaşamı koruma düzeylerinden geçecek desek bence büyük bir hata yapmış olmayız. İsterseniz bunu doğrulamak için, petrol zengini ülkelerin kişi başına düşen gayri safi milli hasıla oranlarında en tepelerde yer alırken, demokrasi, geridönüşüm, kadınların durumu, bebek ölüm oranları endekslerinde nasıl yerlerde süründüklerine bakmanız bile yeterli olur…
***
Gelin bir de, yazının başında bahsettiğimiz nükleer santral yapma oranlarına göz atalım. Televizyonlardan, billboard’lardan, gazete sayfalarından köpüre köpüre üzerimize akan, sanırım dünyanın ilk nükleer santral reklam kampanyasının vaaz ettiklerine baktığımızda bütün dünyanın nükleer enerjiye akın akın koştuğunu zannedebilirsiniz. Ama kazın ayağı hiç de öyle değil; çok fazla bir anlam ifade etmediğini düşündüğümüz GSMH’den tutun, çokça anlam barındırdığına inandığımız sürdürülebilir kalkınma indekslerine kadar, ilk 20’lerde bulunan hiçbir “gelişmiş” ülkenin yeni nükleer santral projesi geliştirmediğini; harıl harıl bugüne kadar yaptıklarını nasıl tasfiye edeceklerini düşündüklerini söylesek…
***
Nükleer santralın reklamında rol alan oyunculara bile “konunun” ne olduğunu söylemekten çekinen bu utangaç ama pervasız nükleer girişim ve sevdasının, işinin çok da kolay olmayacağını şimdiden söyleyelim. Nükleer enerjiyi, aslında tam bir desantrilize ve yenilenebilir enerji imgesi olan, karanlığı aydınlatan çocuk bisikleti lambaları ile simgeleştirmeye çalışan bu algı yönetiminin, çağın apaçık gerçeklerini insanların zihinlerinde ne kadar eğip bükmeye muktedir olacağını zaman içinde göreceğiz. Ama bu noktada, iş biraz da sözgelimi güneş enerjisi sanayicilerine, temiz teknoloji inisiyatiflerine, muhalefet parti ve hareketlerine düşmüyor mu? Çağın gerçeklerini, gerçek kalkınmanın sürdürülebilirlik ilkelerinin tüm alanlara uygulanmasıyla yakalanabileceğini; bunun da 20 milyar dolarlık nükleer belalardan değil; temiz, yenilenebilir, istihdam yaratıcı enerji üretiminden; enerji verimliliğinden; doğal yaşam alanlarını korumaktan; sosyal, kültürel, etnik ve dinsel eşitlikten; katılımcı demokrasiden geçtiğini anlatacak alternatif iletişim kampanyalarına o kadar çok ihtiyaç var ki… Bunun yolu da, sürdürülebilirlik temelli yeni ortak akıllardan, inisiyatiflerden, işbirliği platformlarından geçiyor ve Türkiye de bu yeni aklın ortaya çıkmasını hararetle bekliyor…